H.G., çocukluk çağında evlendirilmenin çocuğun cinsel istismarı suçu olduğunu seneler sonra bir podcast yayınında dinleyip öğrendi ve bunu öğrendiği anda, cesaretle kendisine karşı içlenen suçu mahkemeye taşıdı. (Burada bir parantez açıp, Açık Radyo gibi özgür yayıncılık yapan kanalların, iktidar için nasıl öngörülemez bir tehlike olduğunu! ve neden kapatıldığını düşünmek mümkün.)
Altı yaşında bir çocuğun evlendirilmesinin toplumda yarattığı infial, ailesinin onu yalancılıkla suçlaması, faillerin cemaat içindeki rolleri nedeniyle uğradığı baskılar, iftiralarla geçen yargılamaların H.G. için hiç kolay olmadığını tahmin etmek zor değil.
Yargılamalar sonucu, 6 yaşındaki bir çocukla evlenen istismarcı Kadir İstekli’ye 36 yıl, baba Yusuf Ziya Gümüşel’e 18 yıl 9 ay hapis cezası verilse de, artık yetişkin olan bir kadının acısını, kaybını ne kadar tamir eder; cezalar hakkında ne düşünüyor gibi soruları -kendi tercihi olan ve anlaşılabilir bir gizli kalma talebi nedeniyle- soramıyor olabiliriz.
Bununla birlikte çok daha erken bir tarihte, çocukluğu elinden alınmamışken onun için daha onarıcı bir adalet mümkün olur muydu diye düşünmeden edemiyor insan. Şüphesiz bunu daha çok soruyla birlikte tartışmak gerekiyor. Çocukluk çağı travmalarında gerçek adalet nedir? Geç kalmış bir hak arayışı olarak çocukların onarıcı adalet hakkı neden tartışılmıyor? Çocuk mağdurların unutulan hikayeleri ne olacak?
Manisa, Pozantı...
Çocukluk çağı travması, bireylerin 0-18 yaş aralığında yaşadığı olumsuz deneyimlerin yol açtığı derin psikolojik etkiler olarak tarif ediliyor. Dünya genelinde 17 yaşından küçük her 3 kız çocuğundan biri ve 17 yaşından küçük her 5 erkek çocuğundan birinin cinsel istismara maruz kaldığı biliniyor. Yoksulluk, sokakta yaşamak, mültecilik gibi birçok durum çocuğun cinsel istismar riskini artırıyor.
Bunun yanı sıra 1995’te Manisa, 2012’de Pozantı, 2014’te Muğla ve Antalya, 2015’te Şakran, 2022’de Kocaeli Cezaevleri’ne dair gündeme gelen, ceza adalet sisteminde istismara uğrayan çocuklar meselesi hiç unutulmamalı.
Uzmanlara göre, “Her gözaltına alınan, cezaevine giren çocukta işkence, cinsel taciz olasılığı göz önünde bulundurulmalı.”
Sessiz Kırıklar: Çocukların Görünmeyen Fiziksel İstismar Yaraları
Cinsel istismara göre daha az konuşulan fiziksel istismar ise, en çok çocuğu cezalandırma, boyun eğmeye zorlama gibi nedenlerle uygulanıyor. Araştırmalara göre, dünya genelinde çocukların %22’si “fiziksel istismar”a uğrarken, Türkiye’de bu oran %43. Ölümlerin %50’sinden fazlası bir yaş altında. Anneler, sıklıkla puberte öncesi dönemde, babalar ise adölesan dönemde fiziksel istismar uyguluyor. Bu bilgiler Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Seher Akbaş’ın, geçtiğimiz günlerde Hafıza Merkezi’nin, Psychology Kurdî dergisi ortaklığı ile Mardin’de gerçekleştirdiği “Onarıcı Adalet Bağlamında Çocuklar ve Travma” panelindeki sunumundan.
Bu suçtan ceza alınması ise, “dayağın cennetten çıkma olduğu” inancının dinsel olarak temellendirilmesi nedeniyle ülkemizde nadiren ve çocuk hastanelik olduğunda, -bildirim zorunluluğu nedeniyle yargıya intikal ettiğinde- olanaklı olabiliyor. Bu süreç de sıklıkla cezasızlıkla sonuçlanıyor.
Fiziksel istismara uğrayan çocuğun her an fiziksel acı veya reddedilme yaşamaktan korkmaya başladığını, bu durumun çocukların kaygı içinde yaşamasına ve büyümesine; insanlardan uzaklaşmasına; düşük özdeğer duygusuna; intihar düşünceleri ve girişimlerine; ek psikiyatrik hastalıklar gibi pek çok olumsuz duruma neden olabildiğini öğreniyoruz.
Cinsel ve fiziksel istismarda ‘onarıcı adalet’in sağlanamamasının belki de en büyük nedenlerinden biri ise, ‘cezasızlıktan’ çok ‘hafızasızlık’. 1995 yılında kamuoyunda büyük ses getiren ve çoğu ortaokul, lise öğrencisi olan 16 gence gözaltında uygulanan ağır işkencenin davasını; nam-ı diğer “Manisalı Gençler Davası”nı bugün çok az kişi hatırlıyor.
“Manisalı gençler” aynı zamanda Prof. Dr. Seher Akbaş’ın, onarıcı adalet bağlamındaki konuşmasında verdiği ilk örneklerden. O gençlerden biri olan ve yaşadıklarını Ateş Manisa’ya Düştü isimli kitabında aktaran Hüseyin Korkut "Bu, insanın insana neler yapabileceğinin en korkunç tecrübesi oldu" şeklinde bahsettiği acıyı, ancak yazarak, otobiyografik bir kitapla, toplumu bir kez daha tanıklık yapmaya mecbur kılarak onarmaya çalışmış diye düşünüyorum.
Çocukluk travmaları ile psikiyatrik hastalık arasında bir analoji
Seher Akbaş’ın konuşmasında Hukuk ve Ceza Adaleti Profesörü olan Anne Marie McAlinden’den yaptığı şu analojinin, onarıcı adalet ihtiyacı açısından altını çizmek de yeni bir farkındalık yaratabilir.
McAlin; “Bir toplum olarak, bir çocuğun istismara uğraması ile daha sonra psikiyatrik hastalık geliştirmesi arasındaki bağın, çocuğun sigara içmeye başlaması ile yetişkinlikte akciğer kanseri geliştirmesi arasındaki bağ kadar güçlü olduğunu anlamalıyız,” diyor. Cinsel ve fiziksel istismar mağdurlarının, genellikle akut stres bozukluğu, depresyon, kaygı bozuklukları ve madde bağımlılığı gibi sorunlar yaşadığını belirtiyor Seher Akbaş da. Aslında tüm bunlar mağdura yaşatılanların onarılmaması ile yakından ilişkili.
Mağdurun öncelikle iki ihtiyacı olduğunu söylüyor Akbaş: “Hayatta kalma ve başa çıkma ihtiyacı. Bunlar ise ancak güvenlik, fiziksel sağlık, barınma ve istihdam, eğitim veya yeniden eğitime dahil olma, ekonomik sorunlar, göç/taşınma sorunlarının ele alınması ile karşılanabilir.
Bundan sonra adalet ihtiyacı geliyor. Bunun karşılanması için ise doğrulanma yani verilen zararın kabulü ve bu zarardan dolayı hesap verebilirlik gerekiyor.”
Adalet başlığı altında bir diğer önemli ihtiyaç, özür; kişilerden, sorumlu kurumlardan da elbette. İsteklerin sağlanmamasının da bir çeşit adaletsizlik ve istismar olduğunu, 'hak'kın - onlara 'borçlu' olunan şey olduğunu öğreniyoruz.
Burada bahsedilen “iyileşme hakkı”nın bir hak olduğu ve bunu mağdurlara borçlu olduğumuz bahsi önemli. Çünkü, mağdurlardaki inanç; “hayatlarımızın büyük bir kısmı bizden esirgendi,’ şeklinde ömür boyu sürüyor. Adaletin sağlanmasının bir diğer gerekirliği; tazminat.
“Mağdurların adalet ve hesap verebilirlik talepleri yalnızca güvenlik ve tekrar mağduriyetin önlenmesi ihtiyaçlarıyla ilgili değil, aynı zamanda aileleri ve başkaları tarafından saygı ve tanınma ihtiyaçlarıyla da ilgilidir” diyor ve devam ediyor Prof. D. Akbaş: “Tüm bunların ötesinde istismar mağdurları için ’istismarın tanınması ve kabul edilmesi’ baskın olarak en sık üzerinde durdukları adaletle ilişkili temadır.
Mağdura inanıldığının (yani, suç işlendiğinin ve mağdurun zarar gördüğünün kabul edilmesi) ve olanlardan dolayı suçlanmadığının teyit edilmesi, cinsel şiddetin özsaygı ve özgüven üzerindeki derin olumsuz etkisini etkisini hafifletecektir.”
Çocukluk çağı travmaları ile son zamanlardaki ergen şiddetini bağlantılandırmak
Seher Akbaş, bu ilişkiyi doğruluyor: “Çocukluk travmaları (istismar ve ihmal) sonraki yakın ve erişkinlik dönemindeki şiddet davranışı ile ilişkili. Bu hem fiziksel hem de cinsel şiddet olabiliyor. Hem başkasına hem kendine karşı.
Kendine yönelik olarak, kendine zarar verici davranışlar (kesme vs) ve intihar girişimleri şeklinde olabildiği gibi tekrar kurban olma davranışı ile cinsel şiddet mağduru olabiliyorlar.
Bunda şiddetin içselleştirilmesi ile ilgili süreç olabileceği gibi travmalarını yeniden yaşantılayarak kontrol etme ve baş etme dinamiklerinin olduğu da tartışılıyor. Yine kaygı depresyon gibi ek tanılar irritabiliteyi kendine ve başkalarına zarar verme sürecini etkiliyor. Yine dikkat ve uyku sorunları akademik becerileri, sosyalleşmeyi bozuyor bu da ilişki sorunlarını, davranış sorunlarını tetikliyor,” şeklinde sıralıyor.
Tüm bu bilgilerin ışığında çocuklar için adaletin yalnızca failleri cezalandırmak, psikolojik yardım sunmakla mümkün olmadığını, mağdurlara kaybettiklerini geri verme ve geleceğe umutla bakabilmelerini sağlama süreci olduğunu yani onarıcı adaleti daha çok konuşmamız gerek.
Bunun olanaklı olması ise yargının ve siyasetin değişimini gerektiriyor. Yargı, iktidarın bir aracı olmaktan çıkıp, hukuksal eşitliği sağlamanın aracı olduğunda...