Çok güzel nakış yapardı. Şimdi elde işleme kelebek motifini yanında tutuyor hep. Sekiz yıl aradan sonra annemi o çok sevdiği güzeller güzeli evine götürdüğümüzde tanımadı. “
Yukarıdaki sözler annesi 10 yıldır Alzheimer (ALZ) hastası olan, öğretmen emeklisi Makbule Abalı’ya ait.
ALZ Derneği Mersin Şubesince 6-12 Ekim'de Silifke-Kapızlı Akdeniz İhracatçılar Birliği (AKİB) Tesislerinde "Unutsalar da Artık Unutulmayacaklar" sloganıyla düzenlenen 1. Alzheimer Eğitim Kampında bir hasta yakını olarak bizlerle deneyimlerini paylaşan Makbule Hanımın anlattıkları “hekimden sorma, çekenden sor” atasözünü doğruluyordu adeta.
Makbule Hanım anlatıyor:
“Bir ALZ hasta yakını olarak hayatın beni, bizi test ettiğini düşündüm hep. Bizlere zaman yetmez. ALZ hasta yakınları sınama-yanılma yoluyla, gözlem yaparak hastasına yardımcı oluyor. Biz güler yüzlü, sabırlı olmak durumundayız. Hastanın kişiliğine saygı duymalıyız. Ona dokunarak, yanında olduğumuzu hissettirmeliyiz. İnatlaşmayıp, ona sevgiyle yaklaşmalıyız. O insan sıcaklığını duyumsamalı. Annemin yanında yatıp elini tuttuğumda sakinliyor.
Yakınları hastasının kendini yabancı (!) saydığı insanların arasında rahat etmesini sağlamalı.
İnanın onlara ‘canım’ demenin bile tadı farklı. Hastaları uyarıcı eksikliği de, fazlalığı da olumsuz etkiliyor. Acılar atakları tetikliyor. Kız kardeşimi kanserden kaybettik. Kötü olduğu dönemlerde sayıklayıp ‘nerede?’ diye sorar annem hep.
Ona hiç ‘hayır’ demiyorum. Mesela ‘Kemik haşlandı mı?” diye sorduğunda ‘Evet; merak etme. Çorba bile yapıldı’ diye yanıtlıyorum.
Matruşkaları bilirsiniz. Annem içinden habire daha bir küçüğü çıktıkça çok heyecanlanıyor. Hayret ediyor, sevinçle el çırpıyor “
ALZ kaydetse bile geri çağıramayanların hastalığı... ALZ çağımızın hastalığı... ALZ yavaş başlayıp, sinsi ve yavaş ilerleyen bir hastalık. Başlangıçta sadece bellek bozukluğu ile başlayan ve zamanla diğer bozuklukların ortaya çıktığı bu hastalık kanımca hastadan daha fazla ona bakanlar ve yakınları için zor bir hastalık.
“Üç kişilik bir aileydik. ALZ aramıza girdi. Hukukçu olan eşim 66 yaşındayken unutkanlığından kaynaklanan hatalar yapmağa başladığını fark edince bürosunu kapattı.
Bir gün arkadaşlarıyla buluşmak üzere evden çıktı. İki saat sonra arkadaşı telefonla evi aradı: ‘Niye gelmedi?’ diye. Meğer her gün gittiği lokalin yolunu bulamamış.
Hastalığın başlangıcında arkadaşlarına ‘gelirim’ der ama gitmezdi. Çünkü briç oynarken yaptığı hataların farkına varmağa başlamış. Evimiz deniz kenarında o hep dağ tarafına giderdi.
O ince ve zarif adam küfreden, kabalaşan, doktor fobisi geliştiren, markette kasada kuyrukta beklerken öne geçmeğe çalışan biri oldu. Sıkça ağlardı. Doktor fobisi geliştirdi. Telefondan konuşmak istemezdi. Elektrik süpürgesinin, matkabın çıkardığı sesinden ürker oldu.
İstanbul’da mezarlıkta öldürülen bir iş insanının katilini gördüğünü iddia etti günlerce. Dolmuştan her inişinde ‘cüzdanım çalındı’ demeğe başlayınca evin belli yerlerine içinde aynı miktarda para olan aynı renk ve biçimdeki cüzdanlardan koymağa başladım.
Yıllarca karanlıkla uğraştık. Akşam üzeri biraz karanlık bastığında eğer kızım evde değilse kıyamet koparıyordu. Kaç kez kızımı dışarıda arkadaşlarıyla oturduğu yerden kaldırtıp eve getirttik. Kızım haklı olarak isyan ediyordu. Bu baba onun tanıdığı baba değildi. Kızımla babasının arasında kaldım uzun yıllar.
İnanın eşimle yaşadıklarımdan çok başkalarıyla yaşadıklarım beni yordu. Kanser değil ki hastanız. Kimse anlamıyor sizi. Durumu idare etmekte zorlanıyorsunuz. ALZ anlatılması çok güç bir hastalık.
Hastanenin nöroloji bölümü çalışanları bizim ailemiz oldu adeta. Sosyal dünyadan geri çekildik tamamen.”
Bu sözler de son 4 yıldır yatalak olan 16 yıllık ALZ hastası olan eşine bakan Necla Bal’a ait. Yaşadıkları üzücü, yorucu ve yıpratıcı, anlattıkları biz dinleyenlere öğreticiydi.
"Hayal edemeyeceğim şeyler oldu. Bana kanser teşhisi kondu. Ne kendi tedavimi, ne eşimin tedavisini hiç aksatmadık.
Kendim için bir şeyler yapmağa başladım. Beş yıl sonra yavaş yavaş sosyal ortamlara girmeğe başladım. Eşimin durumunu kabullendim. Kendime bir yardımcı buldum. Meditasyona, yogaya başladım. Kendimi tanıdım. Psikolojik destek aldım. Yakınlarımla daha çok beraber olmağa başladım. Tığ işi yapıyorum.
Kızımı yurt dışına gönderdiğimde evimizde bir üniversite öğrencisi kabul ederek, eğitimine katkı verdim. Şimdi de bana her anlamda büyük destek veren bakıcımızın dersleriyle ve sair işleriyle ilgileniyorum.
Kardeşim ve annem en zor günlerimde yanımda oldu. Şimdi de annem ‘vasküler demans’ hastası.
Bir hayat dersi alıyorduk. ALZ sayesinde kanseri yendim. Gücümün farkına vardım. Kendimle gurur duydum.
Eşimle ilgili hiçbir şeyi aksatmıyorum. Evde rahat edeceği bir ortam yarattık. Akşam saatlerinde ‘gün batımı fenomeni’ nedeniyle ALZ hastaları huzursuzlanır. Biz birlikte ‘of’ çeliyoruz onunla. Ofluyoruz. Bu aramızdaki bir oyun artık.
Sallanırdı durduğu yerde. Kafasını duvara çarpmasın diye yastık koyup birlikte sallanıyoruz. Aldığımız sallanan sandalye ona çok iyi geldi. Birlikte büyük bancuklar ı ipe diziyoruz. Kutuların içine bir şeyler atıyoruz. TRT-4 de Türk Sanat Müziği dinliyoruz. Rast ve nihavent makamını çok seviyor.
Dokunuyorum ona sıkça. Elimi başına koyuyorum. Elini tutuyorum. Geçen gün bana büyük bir zorlukla ‘her şey...’ diyebildi. Ben tamamlayamadığı cümleyi içimden tamamladım: Her şey için teşekkür ederim."
Makbule Hanım ve Necla Hanım sözcükleriyle ve gözleriyle daha öyle çok şey anlattı ki... Yukarıda aktardıklarım sadece benim tutabildiğim notlardan oluşuyor.
Yazıyı Necla Hanımın “Damdan düşen adam dermiş ya: ‘Bir tane damdan düşen adam getirin; beni en iyi o anlar. ALZ Derneği bizim için öyle oldu. Ben kendim gibi damdan düşenlerle beraber orada oluyorum“ cümlesiyle, Makbule Hanımın “Annem korunma altında yetişkin bir çocuk. Ben onu korumağa çalışan ‘eski bir çocuk’ Ben çocuk, o çocuk...” cümlesiyle sonlandırırken bir yandan da düşünüyorum.
“Hayat; üç nokta yan yana bir şey mi? “(ŞD/EÜ)
* Şadiye Dönümcü, sosyal hizmet uzmanı.
** Sevgili Makbule Hanım ve Necla Hanıma sevgilerimle göndermek istediğim bir not var: “Bu yazı ALZ Kampına katılamayan diğer ‘damdan düşen’lere de yararı olacağı inancıyla kaleme alınmıştır.”