Bu yazı; “Anayasa'nın sözüne açık bir şekilde aykırılık oluşturan ve dahası Anayasa hükümlerini hiçe sayan bir biçimde (…) karar veren” cümlesini Anayasa Mahkemesi kararına yazdırabilme becerisi gösteren ilk derece hakimlerinin ve devlet organlarının hal-i pür melali hakkındadır.
Yeniden yazalım, hatırlarsınız! Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 11 Ocak 2018 tarihli kararıyla Başvurucu Şahin Alpay için “kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine” karar vermişti (Şahin Alpay. Genel kurul B. No: 2016/16092, 11/1/2018, §§ 111, 147).
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ve 14 Ağır Ceza Mahkemesi AYM Genel Kurul kararı nedeniyle tutukluluk halinin kaldırılması için yapılan tahliye taleplerini iki kez reddetmişti. İlk derece mahkemeleri kendilerince koydukları tuhaf gerekçelerle Anayasa Mahkemesi kararını uygulamıyorlardı. Bunun üzerine başvuru Şahin Alpay hakkındaki ceza davası ve tutukluluk hali sürürken Avukat Aynur Yazgan Tuncel; Anayasa Mahkemesinin ihlal kararının ilk derece mahkemeleri tarafından uygulanmadığı için hakkın ihlal edildiği iddiasıyla ve ihlalin sürdürüldüğü görüşüyle Anayasa Mahkemesine yeniden bireysel başvuruda bulunmuştu.
Anayasa Mahkeme kararında bu durumla ilgili olarak demişti ki; “Anayasa Mahkemesi kararları kesindir. Bu kararlar yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin başvurucu hakkında verdiği ihlal kararının nihai ve bağlayıcı olduğunda kuşku bulunmamaktadır. Buna göre Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu ihlal kararları başka bir merci tarafından Anayasa'ya veya Kanun'a uygunluk yönünden denetlenemez. Başvurucunun tahliye taleplerini karara bağlayan derece mahkemelerinin aksi yöndeki değerlendirmelerinin anayasal veya yasal bir dayanağı bulunmamaktadır.”
İlk derece mahkemelerinin “Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkilerinin kapsamını değerlendirmek” görev ve yetkisi yoktur. Aksine AYM tarafından tespit edilen ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmakla görevlidirler. Çünkü Anayasa'ya göre verilen karar “mahkemelere verilmiş bir emir veya talimatın yerine getirilmesi değil, bir hukuk devletinde mahkemeye erişim hakkının hayata geçirilmesidir”. Sonuç olarak “mahkemeye erişim hakkının sağladığı güvencelerle de bağdaşmayacak şekilde Anayasa Mahkemesinin tutukluluğa ilişkin ihlal kararının uygulanmaması nedeniyle” kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ihlal edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi (B. No: 2018/3007) 15 Mart 2018 tarihli kararı ile gazeteci Şahin Alpay hakkındaki tutukluluk halinin sona erdirilmesi suretiyle ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine” göndermiş ve mahkeme Şahin Alpay’ın “tahliyesine” karar vermişti (2018/133 Değişik İş ve 16 Mart 2018 tarih).
Acaba bu karar bir emsal midir? Yerel mahkemeler yoksa dediğim dedik mi demişlerdi!
Anayasa Mahkemesi kararlarının ilk derece mahkemelerince “tanınmaması” ve uygulanmaması karşısında verilmiş olan 21.01.2021 tarihli Kadri Enis Berberoğlu (3) hakkındaki (2020/32949 B.B- R.G 3/2/2021-31384) Anayasa Mahkemesi Genel Kurul kararı; ilk derece mahkemelerinin alışkanlıkları ve yargının hali pür melali üzerinedir.
Mahkemelerin AYM tarafından verilmiş olan hak ihlalini gidermeleri gerekirken Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmaması ne anlama gelmektedir?
Enis Berberoğlu (3) kararına bakalım. Bu kararda AYM Şahin Alpay kararına atıf yaptığı gibi AİHM’sinin Mehmet Altan kararı da referans verilmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), başvurucu Mehmet Hasan Altan (B. No: 13237/17, 20/3/2018) hakkında Anayasa Mahkemesi tutuklamanın haksız olduğu ve başvuranın serbest bırakılması gerektiğine karar vermiş olmasına rağmen M. Altan hakkında son tahlilde karar vermeleri beklenilen İstanbul 26. ve 27. Ağır Ceza Mahkemeleri Anayasa Mahkemesi’nin kararının uygun karar vermediği için Türkiye hakkında mahkûmiyet kararı vermiştir. AİHM’sinin bakış açısına göre; Anayasa Mahkemesi’nin kararının 'gereğini' yapması için Ağır Ceza Mahkemesine göndermesine rağmen, Ağır Ceza Mahkemesi -Anayasa Mahkemesi tarafından tespit edilen ihlâlin giderilmemesi sonucuna yol açacak şekilde- başvurucuyu serbest bırakmayı reddederek Anayasa Mahkemesine direnmiştir.
AİHM’si; bu kararında özellikle Anayasa Mahkemesi’nin Sözleşme hükümlerinin ihlâl edildiğini tespit etme yetkisi olduğunu ve tazminat ödenmesi ve/veya ihlâlin telafisine ilişkin yolları belirterek; gerektiğinde, ilgili yargı makamına tespit edilen hak ihlâlinin sürdürülmesini yasaklama ve ilgilinin zararının mümkün olduğunca ihlâlden önceki duruma (statuquoante) getirilmesini isteme imkânı veren ve vermesi gereken uygun yetkilerle donatıldığını kaydetmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının, bağlayıcı niteliğini dikkate alarak (bu hükme göre, Yüksek Mahkeme’nin kararları, bütün Devlet organlarını ve gerçek ve tüzel kişileri bağlar), bireysel başvuruya ilişkin olarak Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uygulamada riayet etme hususunun, öncelikle (a priori) Türkiye’de sorgulanmaması gerektiği ve bu mahkemenin ihlâl kararlarının etkin bir şekilde uygulanmasından şüphe duyulmasına yer olmadığı kanaatine varmıştır.
Bu hal nedeniyle AİHM’si tutukluluğa ilişkin davalarda Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolunun etkinliğine ilişkin olarak ilk derece mahkemelerinin ciddi şüpheler yarattığının altını çizmiştir.
AİHM, ilk derece mahkemelerinin Anayasa Mahkemesinin hak ihlali kararında gösterilen tutuklamada keyfiliğini ortadan kaldırmamasını, AYM kararlarına direnmelerini reddetmektedir. İlk derece mahkemeleri de AİHM’sini reddediyor. Nasıl böyle bir kısır döngü yaratılarak Türkiye aleyhine hukuk tanımaz bir ülke algısı yargı kararlarıyla yaratılıyor ki; yurttaşlar başta olmak üzere herkes zarar görüyor. Nasıl ve neden?
Bu mudur güvenilir yargı?
Tartışmalı kararlarına rağmen AİHM şimdilik Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının, kişilerin özgürlükten yoksun bırakılma şikâyetleri için etkin bir hukuk yolu olduğuna dair kanaatini değiştirmiyor. Ama sadece ve sadece şimdilik…
AİHM’si bireysel başvuru için Anayasa Mahkemesine başvurunun iç hukukumuzda etkin ve sonuç alıcı bir hukuk yolu olduğu kanısını her an değiştirebilir.
AYM’nin Enis Berberoğlu (3) hakkındaki kararı, AYM’nin etkin ve sonuç alıcı başvuru yolu olmaktan çıkabileceği hakkındaki en önemli ipucudur…
Anayasa Mahkemesi esas yönünden tıpkı Enis Berberoğlu (2) kararındaki gerekçelerine dayanarak, tekrarlayarak ve kararı yeniden Mahkemeye göndererek Anayasa'nın 67. maddesinde güvence altına alınmış olan seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma hakkına ilişkin olarak hakkın ihlal edildiği görüşünden ayrılmamıştır.
Bu karardaki satır başları…
Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 17/9/2020 tarihinde verdiği kararında başvurucunun tekrar milletvekili seçildiği hâlde Anayasa'nın 83. maddesinin sözüne aykırı olarak yargılanmasına devam edilmesinin mümkün olmadığı göz önüne alınarak- başvurucu hakkındaki yargılamanın durmasına karar verilmesi gerektiğine işaret edilmiştir.(Kadri Enis Berberoğlu (2), § 140)
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi ihlal kararını kaldırmamış itiraz üzerine kararı inceleyen İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi "karar verilmesine yer olmadığına" karar vermiştir. Böylece Anayasa Mahkemesinin ihlal kararının gereği derece mahkemelerince yerine getirilmemiş, Anayasa Mahkemesi kararına karşı direnilmiştir.
Anayasa Mahkemesi, Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında bulunan temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasıyla yapılan bireysel başvuruları incelemek ve karara bağlamak durumundadır. Anayasa Mahkemesi, bu incelemeyi temel hak ve özgürlüklere ilişkin olarak Anayasa'da öngörülen güvencelere göre yapar. Bu bağlamda temel hak ve özgürlüklere müdahale söz konusu olduğunda derece mahkemelerinin takdir ve değerlendirmelerinin Anayasa'daki güvencelere etkisini nihai olarak değerlendirecek merci Anayasa Mahkemesidir. Aksinin kabulü durumunda Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları karara bağlama yetki ve görevi işlevsiz hâle gelecektir. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır Şahin Alpay kararındaki gerekçesini tekrarlamıştır.
Anayasa Mahkemesi kararlarına uyma ve bu kararları değiştirmeksizin yerine getirme hususunda yasama, yürütme ve yargı organları ile idare makamlarına herhangi bir takdir yetkisi tanınmamıştır. Hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu bir devlette, bireylerin hukuk sistemine olan güven ve saygılarını koruma adına vazgeçilemez bir görev ifa eden yargı kararlarının zamanında yerine getirilmeyerek sonuçsuz bırakılması kabul edilemez
Bir hukuk devletinde uyuşmazlıkların çözümüne ilişkin mahkeme kararlarının bağlayıcılığı ve dolayısıyla karar gereklerinin yerine getirilmesi konusunda kuşku bulunamaz. Aksinin kabulü hukuk devletinin varlığından söz edilmesini imkânsız kılar. Bu sebeple devlet, yargı kararlarının zamanında yerine getirilmesini sağlayarak bireyler aleyhine oluşabilecek hak kayıplarını engellemek ve bu yolla bireylerin hukuk sistemine olan güven ve saygılarını korumakla yükümlüdür.
Mahkeme kararlarının yerine getirilmemesinin ikinci sonucu hukukun üstünlüğü ilkesinin zedelenmesi nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Hukukun üstünlüğü sadece hukuka aykırılıkların tespit edilmesiyle değil, bunların tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırılması ve mahkeme kararlarının gecikmeksizin uygulanmasıyla sağlanabilir (AYM, E.2014/149, K.2014/151, 2/10/2014). Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamında temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine ilişkin kararlarının yerine getirilmemesi ise mahkemeye erişim hakkı bağlamında, hukukun üstünlüğü ilkesine aykırılığı daha da vahim hâle getirecektir. Zira bireysel başvuru, temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiğini iddia eden bireylerin olağan hukuk yollarını kullanarak sonuç alamadıkları bir durumda son çare olarak başvurdukları bir hak arama yoludur. Bu nitelikteki bir hak arama yolunda verilen kararların yerine getirilmemesi, bireylerin ve toplumun hukuk devletine olan inancını zedeler (Şahin Alpay (2), § 62) ve temel anayasal düzene zarar verir.
Anayasa Mahkemesinin Anayasa ile kendisine verilen temel hak ve özgürlükleri koruma fonksiyonunu yerine getiremediği durumlarda etkili bir yargısal mekanizma sağlanmış olamaz. Daha da önemlisi, "kesin" ve "bağlayıcı" oldukları yönündeki Anayasa'nın 153. maddesinin altıncı fıkrasının açık hükmüne rağmen kamu gücünü kullanan organların Anayasa Mahkemesi kararlarına uymamaları, bu organların kararlarının anayasal meşruiyetine gölge düşürdüğü gibi demokratik bir hukuk devletinde anayasa yargısının temel amacı olan ve kamu gücünü kullanan tüm aktörlerin anayasada belirtilen ilke ve normlara göre hareket etmesini ifade eden anayasanın üstünlüğü ilkesini de işlevsiz hâle getirir.
AYM kararındaki satır başları sadece Enis Berberoğlu hakkında değil, tüm yurttaşlar hakkında şu gerçeğin altını çiziyor:
“134. ilk derece mahkemesinin Anayasa'nın sözüne açık bir şekilde aykırılık oluşturan ve dahası Anayasa hükümlerini hiçe sayan bir biçimde başvurucu hakkında yargılamanın yenilenmesine yer olmadığına ve ayrıca mahkûmiyet hükmünün aynen infazına karar vermesi; bu karar uyarınca da başvurucunun ceza infaz kurumunda hükümlü statüsünün devam etmesi başvurucu yönünden Anayasa'da güvence altına alınmış olan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin tüm güvenceleri anlamsız ve işlevsiz hâle getiren bir niteliğe sahiptir. Zira bireysel başvuru, temel hak ve özgürlüklerin korunmasında kaynağını doğrudan Anayasa'dan alan nihai ve en etkili ulusal hak arama yoludur. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamındaki incelemesi, temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasında ve geliştirilmesinde bireylere en üst düzeyde koruma sağlar.
135. sonuç olarak Anayasa Mahkemesinin başvurucu hakkında verdiği hak ihlali ve ihlalin ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılması ve yargılamada durma kararı verilmesi gerektiği yönündeki kararına rağmen ilk derece mahkemesinin Anayasa'nın sözüne açıkça aykırılık oluşturacak ve kişilerin keyfî olarak özgürlüklerinden yoksun bırakılmalarını engellemeye yönelik anayasal güvenceleri işlevsiz hâle getirecek şekilde yargılamanın yenilenmesine yer olmadığına ve mahkûmiyet hükmünün aynen infazına karar vermesi (bu kararın itiraz sonucunda da kaldırılmamış olması) nedeniyle başvurucunun ceza infaz kurumunda hükümlü statüsünün devam etmesi -yasama dokunulmazlığını düzenleyen Anayasa'nın 83. maddesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarının yargı organları yönünden de bağlayıcı olduğunu belirten 153. maddesi ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin güvencelerin yer aldığı Anayasa'nın 19. maddesine de aykırılık teşkil etmektedir.”
Bu nedenle AYM hükmü şudur:
C. Kararın bir örneğinin Anayasa Mahkemesinin Kadri Enis Berberoğlu (2) kararı ve işbu Kadri Enis Berberoğlu (3) kararında tespit edilen hak ihlallerinin ortadan kaldırılması için başvurucunun yeniden yargılanmasına başlanması, mahkûmiyet hükmünün infazının durdurulması, ceza infaz kurumundan tahliyesinin sağlanması ve yeniden yapılacak yargılamada durma kararı verilmesi şeklindeki işlemlerin yerine getirilmesi için İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2016/205, K.2017/97) GÖNDERİLMESİNE,
Eğer daha başında yapmanız gerekeni yapmazsanız; İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin yapması gerekeni AYM söyler. O zaman Ağır Ceza mahkemesi hakimleri istese de istemese de sadece ve sadece Anayasa Mahkemesi kararını yerine getirmekten ibaret bir hakimlik görevleri vardır ve durum bundan ibarettir. Heyetteki hakimlerin siciline hak ihlalleri yazılmalıdır, bu kararlardan kararı veren hakimler sonuna kadar sorumludur.
Sadece 14. Ağır Ceza Mahkemesi mi sorumludur?
“145. dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin Kadri Enis Berberoğlu (2) kararı ve işbu Kadri Enis Berberoğlu (3) kararında tespit edilen hak ihlallerinin ortadan kaldırılması ve bahsi geçen ihlal kararının gereğinin yerine getirilmesi yalnızca ilgili derece mahkemelerinin değil, ilgileri olduğu ölçüde başta Türkiye Büyük Millet Meclisi ile Hakimler ve Savcılar Kurulu olmak üzere kamu gücünü kullanan diğer organların da görevidir. Bu sebeple ihlal kararının ilgili kurumlara da gönderilmesi gerekir.”
AYM kararın bir örneğinin bilgi için ve ilgileri nedeniyle Türkiye Büyük Millet Meclisine, Adalet Bakanlığına ve Hakimler ve Savcılar Kuruluna gönderilmesine karar vermiştir.
Bakalım Türkiye Büyük Millet Meclisi ne yapacak?
Anayasa Mahkemesi kararına direnecek mi?
Acaba Hakimler ve Savcılar Kurulunun ne yaptığını öğrenebilecek miyiz?
HSK, Anayasa Mahkemesi bu davada 446,90 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan 4.046,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verdiğine göre; önceki 17.9.2020 tarihli kararda yazılı giderler dahil tüm bu bedeller kararı veren hakimlerden tahsil edilmelidir, bizlerden değil…
Sadece yargı organları değil; demokratik hukuk devletinde, yargı ve/ya devlet, kamu gücünü kullanan devletin tüm organları ben ne dersem odur, sadece benim kararım doğrudur, kanunidir, başka doğru yoktur, ben yaparım, ben bilirim anlayışıyla davranamaz, davranmamalıdır.
Durmuş saat bile günde iki kez doğruyu gösterir. Yargıya daha kaç tane Anayasa Mahkemesi kararı kaç tane AİHM kararı gerekiyor ki; saati durmuş yargı iki tane değil hiç olmazsa bir doğruya ulaşılabilsin!
Yargı organlarının kendi içindeki tartışmalarından zarar gören sadece yurttaşlardır.
Devlet; yargı kararıyla hak ihlalini sürdüremez, temel hak ve özgürlükleri korumakla görevlidir. Yargı, bağlayıcı ve kesin olan Anayasa Mahkemesinin hak ihlalinin ortadan kaldırılması hakkındaki kararına uymakla yükümlüdür.
Tekrar yazalım; devletin ve yargının görevi insan haklarının korunmasıdır; hak ihlali değil! (Fİ/RT)