Biz küçükken; Ahmet Kaya, varla yok arasıydı.
Vardı; insanı bir yakasından çekip tutmayı başaran, dilden dile söylenen şarkıları ezbere bilinirdi.
Yoktu; bu "meşru" olmayan "kaçak" şarkılar, kıyıda köşede gizli gizli dinlenirdi.
Kuzenimden güç bela ödünç aldığım (ve elbette bir daha geri vermediğim) karışık Ahmet
Kaya kaseti için ne pazarlıklar yaptığımı, iade etmek üzere kaç kere tembihlendiğimi ben bilirim.
O, yaşadığı zaman dilimi süresince sayısız söz yazdı, bir o kadar beste yaptı. Bizse onun şarkılarıyla boy attık.
Çocukken anlamlandıramadığımız ama yine de gözümüz kapalı söylediğimiz bazı şarkı sözlerini, yaş kemale erdikçe anladık. Anladıkça öfkelendik. Öfkelendikçe büyüdük.
***
Sonra bir gün, "Ahmet Kaya öldü" dediler. Tabii ki inanmadık.
İnanamadık değil, gerçekten inanmadık.
Bir lise arkadaşımın, sınıfın arka sıralarında büyük bir günah işlermişcesine fısıldadığı, "Ahmet Kaya aslında ölmedi, babam öyle söyledi" açıklamasına can-ı gönülden inanıp başımızı bir aşağı bir yukarı sallarken, artık birer yetişkine evrildiğimiz için bu "sırra" evvelinden vakıf olduğumuzu belli etme telaşıyla, yüzümüze birer müstehzi gülüş yerleştirmeyi de ihmal etmedik.
Ahmet Kaya, onu anlayanlar için bir sanatçıdan fazlasıdır. İnsanın, toplumun, siyasetin içinden geçtiği buhranları onun gibi samimiyetle anlatabilmiş sanatçılar, değil Türkiye'de, koca evrende bir elin parmağını geçmez. Ahmet Kaya gibi sanatçı unvanını layıkıyla taşıyabilen kişilerin yapıtlarını sahiplenmekse dünyanın hiçbir yerinde devlet aygıtına düşmez. Ziyadesiyle klişeleşmiş bir tabir olsa da o, dünya halklarının sanatçısıdır.
Artık nefes bile alamayan bir değere, Cumhurbaşkanlığı ödülü verilmesi, benim gibi aziz hatırası önünde tereddüt etmeksizin saygı duruşuna geçenlerin nazarında, ona atfedilen itibarı yükseltmez. Gerçek bir sanatçının, "iade-i itibar"a ihtiyacı yoktur. Kaldı ki, böylesi bir "talep" yahut "ihtiyaç", eşyanın tabiatına aykırıdır.
***
8 yaşındaki Behzat Özer, önceki gün Hakkari Şemdinli'ye bağlı Altınsu köyünün İncesu mezrasında oyuncak niyetine kurcaladığı "bilinmeyen cismin" patlamasıyla yaşamını kaybetti.
"Konumuzla ne alakası var" değil. Çok alakası var
Ahmet Kaya yaşasaydı, Behzat gibi devlet tarafından katledilen el kadar çocukların sesi olmayı pek tabii sürdürecekti.
Pek tabii mazlumun yanında olacaktı, “hayının” değil.
Çocukların canına kastetmenin halen süreklilik gösterdiği bir sistem içinde, Ahmet Kaya'ya verilen devlet ödülünün nasıl bir kıymeti harbiyesi olabilir?
Ya da mevzu bahis ödül, "iade-i itibar" olarak görülüyorsa, içi boşaltıldıkça boşaltılan barış sürecinin henüz tesis edilemediği bir ortamda, ne geçti elimize Ahmet Kaya'yı yokluğunda "onurlandırmak"?
Kendisinden dinleyerek soralım son olarak:
"Leylakları yaktıktan,
bulutları gömdükten sonra
Elimize ne geçti?" (BK/HK)