Türkiye siyasetine dair yapılan analizlerin siyasal sosyolojiyi hem gözardı eden tutumu cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde de kendini gösterdi. İlginç olan, sahada reel politika yapan müesses siyasetin asli unsuru olarak partilerin bu ihmalkarlıkla malul olması.
Muhalefet partilerinin büyük ölçüde tabanın siyasal reflekslerini hesaba katamayacak kadar yerel örgütlerden ve sokaktan uzak duruşu ve politik hesapları masa başında kotarmaya çalışması bir kez daha onlar için hüsranın adı oldu.
Cumhurbaşkanlığı seçimine giderken AKP seçmeni dışındaki seçmen kitlesinde kayda değer bir ilgisizlik, bezginlik ve umutsuzluk atmosferi hakimdi. Erdoğan, daha önceki seçimlerde uyguladığı ve başarılı olduğu stratejiyi aynen takip etti ve kendini bitmeyen gündem maddesi kılmaya devam etti.
Çankaya’ya “milli irade”yi taşımak, “paralel yapı” ile savaşmak, “millet ile devleti barıştırmak” aslında hep bildiğimiz popülist-muhafazakâr siyaset yapma biçiminin güncellenmiş haliydi. Öte yandan cumhurbaşkanlığı seçimine giderken 30 Mart yerel seçimlerinde tecrübe edilen umutsuzluğun ve hayalkırıklığının izleri müesses siyasetin muhalif partilerini sarmıştı.
Toplumsal muhalefetin özeleştiri ve muhasebesi, cumhurbaşkanlığı seçimine giden yolda ortaklaşmış bir politik hat belirlemekte yeterli olmadı. Tayyip Erdoğan’ın bir şekilde seçimi kazanacağını öngören ya da sonucu değiştiremeyeceğini düşünen muhalif kitlelerin mobilize olmakta ciddi sorun yaşadığı da bir gerçekti.
Tüm bu nedenleri bir arada düşününce, toplumsal atmosferi boğan aşırı siyasallaşmadan bıkkınlık duyan seçmenin bir kısmının sandığa kayıtsız kalması ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turda Erdoğan lehine sonuçlanması kimse için sürpriz olmadı.
Türkiye siyasetinin sosyolojisi
Türkiye siyaseti uzun zamandır Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) bloku arasında sıkışmış bir biçimde tarif ediliyor; o yüzden de AKP’nin alternatifi olarak muhtemel CHP-MHP koalisyonu işaret ediliyordu.
Bu analizin aslında sosyolojik zeminde hiç de tutarlı ve isabetli olmadığını ve sadece AKP’nin hegemonyasını sürdürmesi için propagandif bir tahayyülün canlı tutulmasına yaradığını iddia ediyordum.
Cumhurbaşkanlığı seçimi, bahsettiği CHP-MHP taban yakınlığı savının sınırlarını bir kez daha gösterdi. Özellikle CHP’nin güçlü olduğu kıyı bölgelerinde CHP- MHP tabanı arasında Kürt meselesine bakışta ve yaşam tarzı üzerinden iktidara muhalefet etme konusunda yakınlaşma olduğu aşikar; ancak MHP’nin ‘kaleleri’ olan iç bölgelerde MHP ile AKP tabanı arasındaki geçişkenlik çok daha yüksek.
Hatta Kayseri, Yozgat, Sivas gibi illerde halihazırda AKP’li olarak bilinen isimlerin birçoğu zaten MHP kökenli. MHP’liliği devam edenler de CHP’den çok AKP’nin muhafazakâr siyasetine yakın. Cumhurbaşkanlığı seçiminde kendi propagandasını “Türkiye’ye güç vermek” üzerine kuran; Yeni-Osmanlıcı motifleri tekrarlayan Erdoğan’ın, devlet fetişizmine aşina MHP tabanından oy alması şaşırtıcı değil. Erdoğan’ın MHP ve muhtemelen Büyük Birlik Partisi (BBP) tabanından aldığı oy, Kürt sorunun demokratik çözümünde iktidarın bundan sonra da tatminkar bir reform çizgisi izlemeyeceğinin kanıtı gibi de okunabilir.
CHP-MHP çatı adayı operasyonunda asıl kaybedenin CHP olduğu ise açıktır. Toplumda karşılığı olmayan, siyaseten var olanı korumak dışında bir şey söylemeyen, sahada Erdoğan ile rekabet edemeyecek bir adayın MHP’den oy alacağını, CHP’nin ise zaten kimi gösterse seçmeninin oy vereceği tahmini çökmüştür.
Ekmeleddin İhsanoğlu, kendi tabanından çok MHP seçmenini düşünen siyaset mühendisliği için iflasın kanıtıdır. MHP ise bu süreçte iddia edildiği gibi kaybeden değil aksine AKP’nin tek başına iktidar olamaması durumunda potansiyel koalisyon ortağı olarak kısmen kazanan taraftadır.
Parti yönetim kadrosunun muhtemelen değişmesiyle bu daha net biçimde görünecek gibi. Ve orta vadede bu durum, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve özgürleşmesi önündeki potansiyel engellerden biri olacak.
Muhalefetin hattı ve Demirtaş
Cumhurbaşkanlığı seçimi, muhalefetin izlemesi gerektiği strateji hakkında da fikir veriyor. Demirtaş’ın adaylığının Kürt siyasetinin kemik oyu dışında kazandığı yüzde iki- iki buçukluk oy getirmesi zaten beklenen bir sonuçtu. Ancak Demirtaş’ın adaylığı oy oranının ötesinde bir etki yaratarak CHP seçmeninin (CHP’li değil) bir kısmındaki psikolojik bariyerleri yıktı. Oy verseler de vermeseler de bir çoğunun gözünde Demirtaş, Kürt siyaseti ile Türkiye’nin laik, kentli, iyi eğitimli Türkleri arasındaki kalın çizgiyi kısmi ölçüde silikleştirecek bir isim olarak benimsendi.
Bu sonuçta Demirtaş’ın başarılı seçim kampanyasının ve kişisel karizmasının muazzam etkisi yadsınamaz. Muhalefeti eleştirmekten çok AKP’yi siyaseten zor durumda bırakan bir propaganda izlemesi, Ekmeleddin İhsanoğlu’ndan daha atak bir biçimde Erdoğan’ı zorlaması, CHP seçmeni üzerinde şüphesiz tesir yarattı. Kürt siyasetinin daha sivri dilli aktörlerinin bu süreç içinde ortada olmamayı tercih etmesi siyaseten doğru bir hamleydi. En kritik anlarda dahi sükunetle kenarda durmayı seçtiler ve Demirtaş’a yapabilecekleri en büyük yardımı yaptılar.
Selahattin Demirtaş’ın kampanyasının şifreleri ve elde ettiği başarı aslında Halkların Demokratik Partisi (HDP) çizgisinin ne olması gerektiğine dair ipuçları sundu. Sol değerlere vurgu yapmanın, iktidarla kendi menfaati adına pazarlık yapan bir siyasetin temsilcisi gibi görünmekten uzak durmanın, bugün için HDP’ye mesafeli olan sol sosyalist aktörleri de yeniden motive etmesi mümkündür.
Ancak bunun için her iki tarafın da siyaseten ortak ilkeler etrafında yeni bir müzakere sürecine girmesi, ezilenleri merkeze koyan ancak mağduriyetler arasında öncelik sonralık ilişkisi kurmayan bir politikanın tesisi elzemdir. CHP seçmeni içindeki demokrat unsurları, CHP’den kurtarmak ve yeni bir dinamizmin parçası kılmak, Kürt sorunun çözümünde de genel olarak Türkiye’nin demokratikleşmesinde de muhteşem bir fırsattır.
Bizi Bekleyen
Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında AKP’nin siyaseten yoluna nasıl devam edeceği önümüzdeki sorulardan biri. Bir anayasa krizi yaşayacağımızı tahmin etmek ise güç değil. Bu oy oranıyla genel seçimlerin 2015’e bırakılacağı ve bu süreçte Erdoğan’ın partiyi Çankaya’dan yöneteceğini düşünebiliriz.
2015 seçimlerine giderken CHP ve MHP’de de parti yönetiminin değişme olasılığı oldukça kuvvetli. Önümüzdeki süreçte, küskün ve hatta sinizmin pençesine düşmüş kitleyi yeniden politik bir ajanda etrafında örgütlemek gerekiyor.
Üç cephede yapılacak bir mücadele; (ilki anayasa krizinin önlenmesine ilişkin hukuki bir mücadele, siyaseti yerelde ve sokakta yeniden canlı tutacak çok yönlü bir mücadele ve inancını kaybetmiş kitleye motivasyon sağlayacak bir hedef koyma iradesi) eşanlı gerçekleştiğinde bu seçimden hayır çıkarmak mümkündür. (GGÖ)