9 Ekim 1989 tarihli mektubunu Nasuh, Bursa cezaevinden, oğlumuz Ertan'ın 10. doğum gününü kutlamak için yazmıştı:
"Canım Oğlum,
Bu satırları doğum gününü kutlamak için yazıyorum. Yıllarca Mamak'tan yazıyordum doğum günlerinde. Şimdi Bursa Özel Tip Cezaevi'nden yazıyorum.
Burası Mamak gibi değil. Sen de gelip gördün ya oldukça farklı. Güzel bir görüş yapmıştık. Gerçi sen yine de az konuşabildiğimizden yakınıyordun. Ben de öyle. Senle uzun uzun konuşabilmeyi o kadar özledim ki... Sanıyorum bundan sonra buna olanak bulacağız. Bursa, sizin gelip gidişleriniz için Ankara'dan daha yakın ve burada görüşler Mamak'takinden daha iyi.
Senle uzun, çok çok uzun, doya doya konuşabilmek, her şeyden söz edebilmek; yılların birikmiş özlemini gidermek (bu olası değil ya) ne kadar güzel olacak benim için. Seni daha yakından tanımak, sorunlarını, isteklerini, zevklerini paylaşmak; seni sevmek, kucaklamak, doya doya öpmek, yıllarca içimde birikmiş bir özlem.
Bursa'ya sevkimiz sırasında ve buraya geldikten sonra kafamda en çok bu vardı.
Sizleri düşünüyordum hep ve içimden bir sevinç yükseliyordu sizlere yaklaştığım için, canım oğlum."
***
Bir kaç gündür, Nasuh’la aramızdaki, yılları kapsayan mektuplarımızı, bana bıraktığı cezaevi günlüklerini, tekrar, satır satır okumaya çalışıyorum; hayatımız, bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyor...
Oğlumuz Ertan, 10 Ekim 1979'da Ankara'da, o zamanki adıyla Doğumevi Hastanesi'nde dünyaya gelmişti. Sanırım Cebeci-Dikimevi tarafındaydı bu hastane. O günün koşulları gereği, hastanede ne doğuma ilişkin bir kayıt ne de çekilmiş bir tek fotoğrafımız vardır... Nasuh'un "gizlilik" konusundaki büyük özeni ve dikkati, tüm yaşamımızı belirliyordu.
Bir buçuk yaşındayken, annem onu cezaevine, görüşümüze getirebilmek için kimlik çıkartmaya çalıştığında, -doğum yaptığım- bu hastanede, Ertan’ın doğumuna ilişkin hiçbir kayda rastlanamadığını anlatmıştı bana.
***
Ertan 8 aylık. (30 Haziran 1980) |
Arkadaşlarımız ve biz (Nasuh ve ben), Ankara’da Derin Araştırma Laboratuvarı (DAL) denilen işkence merkezinde aylarca tutulduk. O yeraltı cehennemindeki hücremde, bir yandan Nasuh’a ve orada bulunan tutsaklara uygulanan işkence seslerini işitirken bir yandan da henüz 15 aylık olan oğlumun kokusunu duyuyordum. Oysa Ertan, Salihli'de anneannesindeydi. Bir anne, 500 km uzaktan, bebeğinin kokusunu duyabilirmiş meğer. Orada bunu öğrenmiştim...
Nasuh, DAL'a götürüldüğümüz sırada bir fırsatını bulup kulağıma şunu fısıldamıştı: "Hücrede yürümeye çalış; hareket et." Bunu hiç aklımdan çıkarmadım. Hücremde voltalar attım; iki adımlık hücrede uzun voltalar(!)...
12 Eylül Faşist Darbesi'nin karanlığı, ülkenin üzerine perde perde çökerken bizler, o karanlık hücrelerde dış dünyadan koparılmıştık; yok edilmeye çalışılıyorduk. Her şeye karşın moralimiz yüksekti. Bizim gücümüz haklılığımızdan geliyordu. Tüm yaşamımızı adadığımız büyük mücadelede böyle zor günlerimizin de olabileceğini önceden biliyorduk. Gerek kendi ülkemizin gerekse diğer ülkelerin devrimci mücadele tarihlerinde ne çok zulümler, işkenceler uygulandığını, yaşanmışlıklardan, romanlardan, kitaplardan biliyorduk.
DAL'da, bana işkence yaparak Nasuh'un direnişini kırmaya çalışmalarından çok korkuyordum. Bu nedenle ilk günlerde hiç yemek yemedim. Zayıflarsam bana işkence yapmazlar diye düşünüyordum. Gerçi onun asla konuşmayacağından emindim ama bir de benim için üzülmesini istemiyordum.
Gene de üç dört kez, hücremden alınıp işkence odasına götürüldüm. Beni itip kakarak, tehditler savurarak onu etkilemeye çalışıyorlardı. Hiç sesimi çıkarmıyordum. Gözlerim bağlı olduğu için göremiyordum; ama Nasuh'un güçlükle nefes alıp verdiğini işitiyordum. Büyük olasılıkla askıya alınmış durumdaydı o sıralarda. Sonra işkenceciler beni hücreme geri götürüp, kötü kötü söylenerek fırlatıp atıyorlardı...
***
Bursa'da görüş. Annem ve Sedat Göçmen var yanımızda. |
İşkence sonucu uzun süre yürüyemedi Nasuh. Belinde ve kulaklarında ciddi arazlar kaldı. 12 Mart dönemindeki iki yıllık tutsaklığının ardından, 12 Eylül sonrasında Mamak ve Bursa Cezaevlerinde 11 yıl tutsak oldu; ama yüreğindeki mücadele ateşini; insan ve doğa sevgisini yok edemediler.
Nasuh'un 21 Eylül 1989 günü kaleme aldığı satırlar, dokuz buçuk yıl tutsak kaldığı Mamak'tan Bursa Cezaevi'ne sevk edilişlerini anlatıyor:
"Sabah sayımdan sonra eşyaları çıkarıp kafese götürdük. Arkadaşlarla vedalaştık. Saat 9'a kadar çıkış işlemleri tamamlandı. Arabayı bekledik. Saat 11'de araba geldi. Eşyaları içeri koydular. Dış kafeste son işlemler yapılıp kelepçelendik. Saat 11.40'ta arabaya binip hareket ettik.
Yolculuk çok önemli bir değişiklikti tabii. Ring aracının üç penceresinin camı yoktu. Tel kafeslerden dışarıyı seyrederek yolculuk yaptık. Arabanın tavana yakın ve daracık penceresinden dışarıyı görebilmek için yukarı doğru dikilmek ve boynumu çevirmekten boynum tutuldu. Yol boyunca hep böyle pencereden bakarak geldik. Eskişehir'de şehir içine girdik. Bursa'ya devam ettik. Tabiatın görünüşü Eskişehir'den sonra güzelleşti, yeşerdi. Bursa'ya kadar böyle, güzellikleri doya doya seyretmek için gayret ettim. Bursa'nın içine saat 19'da girdik. Şehrin içini de dolaştırdılar. Adliye'ye uğradılar. Herhalde evrak vs gereği için. Bir saat kadar sürdü Bursa içi dolaşmamız. Özel Tip Cezaevi kapısına geldiğimizde saat 21'e geliyordu. Eşyalarımızı girişte arama için bırakıp bizi içeri aldılar... Çok değişik bir cezaevi... Hoş geldiniz kucaklaşmaları, sohbetler, sohbetler..."
***
Bursa Cezaevi'nden Nasuh'un tahliye olmasını beklerken (1 Agustos 1991) |
Nasuh'la 1973'te, Siyasal'ın koridorlarında başlayan arkadaşlığımız, çeyrek asrı aşan bir evlilikle devam etti. Evliliğimizi barışçıl bir biçimde noktaladıktan sonra da dostluğumuz, yoldaşlığımız, o son nefesini verinceye dek sürdü. Şefkatli kanatlarını her an üzerimde hissettim. Hem bana, hem de arkadaşlarımıza yaşamı boyunca abilik etmeye çalıştı... Kendi ayaklarımın üzerinde durabileceğimi biliyordu bilmesine ama gene de o, sanki doğuştan böylesi bir özelliğe sahipti; yüreği koruma duygusuyla, sevgi ve şefkatle doluydu.
1 Ağustos 1991 günü, Bursa Cezaevi'nin kapısında, 11 yıllık tutsaklığının ardından tahliye olmasını beklerken, Ertan, "Babam gerçekten çıkacak mı anne?" diye soruyordu... Beklentileri öyle çok hüsranla sonuçlanmıştı ki... Neyse ki o gün tahliye oldu Nasuh. Hep birlikte İzmir'e, evimize hareket ettik.
Ertan 12 yaşındaydı ve babasıyla ilk kez bir otomobilde yolculuk yapıyordu… (AYM/EKN)