Balet Aydın Erol 24 Ekim 1987 günü Almanya’da çocukluk ve mahalle arkadaşı Taner Akçam’ın doğum günü kutlamasının yapıldığı Emek Lokantası’nda kaza kurşunuyla vuruldu ve hayatını kaybetti. Erol siyasi mülteci olarak Almanya’da yaşıyordu. 12 Eylül Darbesi sonrası tutuklanmıştı. İstanbul Devrimci Yol Davası’ndan yargılanıyordu. Hamburg’da Türkei Info, Göçmen Dergisi ve Devrimci İşçi gibi Almanya’da kurulan dergi ve derneklerde çalışıyordu.
Ankara Devlet Konservatuvarı Bale Bölümü mezunu olan ve 1978’de Royal Ballet’den kazandığı burs ile İngiltere’de eğitimini sürdürmüştü. Siyasi mücadelesinin yanı sora sanatından kopmamıştı. Sürgünde Yakamoz adını verdiği bir dans grubu kurmuştu. Nazım Hikmet’in şiirlerinden oluşturduğu bale gösterisini bu dans grubuyla 18 Kasım 1987 akşamı Hamburg Kampnagel’de yapılacak Sürgünde Sanat Gecesi’de sergilemeye hazırlanıyordu.
Arkadaşı Alime Yalçın Mitap’ın 22’nci ölüm yıldönümü için kaleme aldığı yazısını 31’inci yıldönümü vesilesiyle yayınlıyoruz.
***
Bugün SBF-DER iletişim grubuna gelen mesajlardan öğrendiğime göre Ankara’daki arkadaşlar yarın (24 Ekim 2009) Aydın’ın mezarını ziyaret edecekler.
Aydın öleli tam 22 yıl olmuş. Oysa daha dün gibi, o acı haberin bir kor olup yüreklerimize düşüşü…
“Sevgili Arkadaşlar, Aydın'ın mezarına benim için de bir karanfil bırakın lütfen” diye yazdım gruba.
Arkadaşlarımın benim için de bir karanfil bırakacaklarından emin olsam da saatler geçtikçe yüreğim bir volkana dönüştü... Gözyaşlarım dinmiyor bir türlü. Aydın’ın yasını yeterince tutamamışız sanırım. İçimize gömmüşüz bu acıyı da, diğer birçokları gibi…
Yıllar önce bir gün Cumhuriyet gazetesi’ni okurken iç sayfasında şöyle bir haber ilişmişti gözüme:
“Almanya’da bir tartışma sırasında Erol Aydın hayatını kaybetti!..”
O an biraz kafam karıştı, fakat, “Bu, bizim Aydın olamaz.” dedim kendi kendime.
Hem isim ve soy isim farklı yerlerdeydi hem de “Aydın Erol” ve “Ölüm”, bir arada asla düşünülemezdi.
O gün her şey olağan akışı içinde sürmekteyken telefon acı acı çaldı. Almanya’dan İbrahim Sevimli arıyordu. (Onu da 2002’de yitirdik ne yazık ki.)
Tarifsiz bir kederle titreyen sesiyle,
“Aydın’ı kaybettiğimizi ” söylüyordu İbrahim…
Beynimden vurulmuşa döndüm. İlk otobüsle Salihli’den Ankara’ya hareket ettim. Ertesi gün Mamak’ta görüş vardı. Bu haberi içeriye vermek hiç de kolay olmayacaktı ama bunu yapmam gerekiyordu.
Mamak A Blok’ta, kısacık görüşte Nasuh’a “Aydın’ı yitirdiğimizi” anlatmaya çalıştım. Kabul ettirebilmem kolay olmadı. Gazeteyi onlar da okumuştu ama orada söz edilen, “Erol Aydın”dı; bizim Aydın olamazdı…
Görüş bittiğinde -dışarıya çıkarken- Mamak Askeri Cezaevi’nin sarsıldığını hissettim. Bu, sessiz ama büyük bir sarsıntıydı. Aydın’ın ölüm haberiyle sarsılıyordu A Blok… Aslında hiç ses çıkmıyordu. Bir kargaşa da yoktu. Her şey olağan akışında gibiydi ama gerçek durum farklıydı. Derinden hissediyordum ki bu acı haber, hücreden hücreye ve koğuşlara yayılan büyük bir yangın olup dağlamıştı arkadaşlarımızın yüreklerini…
Sonradan Aydın’ın, sorumsuzca sıkılan bir silahla – kazayla- öldürülmüş olduğunu öğrendik fakat bu bizim üzüntümüzü hiç hafifletmedi.
Benim devrimci kardeşim Aydın, 1974-75 yıllarında, Siyasal’ın geniş salonunda, koridorlarında bize en güzel bale figürlerini sergilerdi… O büyüleyici dansı yıllarca faşistlerin kurşunlarından korudu sanki Aydın’ı. Dikimevi’nin kolay kolay geçilemeyen tehlikeli caddelerinden zıpkın gibi geçerdi.
12 Eylül faşist darbesinin ardından gitmek zorunda kaldığı Almanya denilen yaban elde onu böylesine yitireceğimiz, kimin aklına gelirdi?..
En son görüşmemizi hiç unutamam:
12 Eylül zindanından yeni çıkmıştım (1983 yılıydı)… Arkadaşlar, “Yavuz İstanbul’a geldi, seni görmek istiyor.” dediler. Atlayıp gittim. (Aydın’a yurt dışında “Yavuz” dendiğini duymuştum.)
Güzel kardeşim, işte karşımdaydı. Kıvırcık saçları hafiften dökülmeye yüz tutmuştu. Gözlerinden öptüm onu.
Uzun uzun konuştuk. Dertleştik, gülüştük; birilerini tatlı tatlı çekiştirdiğimiz bile oldu. Ama hep sevgiyle… Başka bir duyguyu bilmezdi Aydın…
Aydın’ı vuran kurşun, beni ve benim gibi onu yakından tanıma şansına sahip olan arkadaşları da vurmuştu. Aydın ölmüştü ve biz ağır bir şekilde yaralanmıştık. O kurşunun yara izi, hâlâ acır durur bedenimizde…
Sevgili Aydın, benim güzel kardeşim, senin o büyüleyici dansın hiç bitmeyecek...
Bugün, 12 Eylül faşizminin yarattığı enkazın tozu dumanı içinde boy verip büyüyen ve bir hayli çoğalmış olan onca sevgisizlikler, duyarsızlıklar ve hoyratlıklara inat, pırıl pırıl hatıran, bir huzme gibi büyüyor içimizde.
Rahat uyu Sevgili Kardeşim…
Kayan bir yıldız gibi geçiverdin hayatımızdan ama bir güneş gibi aydınlatıyor bizi hatıran… (AMY/HK)