Dünya, 2010 yılına girmeye hazırlanıyordu. Işıltılı vitrinlerde plastik çam ağaçları, Noel Baba heykelcikleri renkli bir görünüm veriyor; büyük süpermarketlerde alışveriş çılgınlığı yaşanıyordu.
İnsanlar yakınlarına, arkadaşlarına hediyeler alıyor; bunları parlak kâğıtlara sardırıp kurdelelerle bağlatıyorlardı...
Bu sırada bir yandan da Türkiye'nin batısındaki Selendi ilçesinde, farklı bir süreç yaşanıyordu. Hayatlarını bu kentte sürdüren az sayıdaki Roman vatandaşa karşı nefret duyguları içindeki bazı kimseler, uzun bir süredir bir cadı kazanı kaynatıyordu.
Yılbaşı akşamı, bu tahriklerin ilk kıvılcımı parladı. Kahvede çay içmek isteyen Roman genç, çıkan kavga sonucu karakola götürüldü; kendisini aramaya gelen babası karakolda kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi.
Yorgun yüreği, oğlunun yılbaşı akşamı karakola düşmesine dayanamamıştı. Bu olay, kamuoyunun pek dikkatini çekmedi.
Aradan birkaç gün geçmişti ki -2010'un ilk haftası içindeydik henüz-, televizyonlardan verilen şu inanılmaz haberle sarsıldık:
Manisa'nın Selendi ilçesinde, yılbaşı gecesi bir kahvede çay yüzünden çıktığı belirtilen tartışma, 5 gün sonra etnik çatışmaya dönüştü. 1000 kişiyi bulan grup, Romanlara saldırdı. Selendi'den 'sürülen' Roman vatandaşlar mikrofona konuştu: "Vurun Çingenelere dediler..."
"Vurun Çingenelere!"...
Bu nefret dolu cümle, insanlık tarihinin karanlık dehlizlerinden yankılanarak geliyordu kulaklarımıza.
Tarihin kanalizasyonları zaman zaman patlıyordu. İşte bir kez daha pis kokular sarmıştı ortalığı.
" Vurun Yahudilere!", "Vurun eşcinsellere!", "Vurun Komünistlere!"
"Vurun kahpeye!"...
Faşizmin çirkin eli bu kez Selendi'deki Romanlara uzanmıştı.
Kendilerini üstün zanneden, Romanları aşağılayan, küçümseyen hatta onlardan nefret eden; -kışkırtmaların da etkisiyle sayıları bine ulaşan- bir güruh, Selendi'de 5 Ocak günü insanlık tarihine bir kara sayfa daha eklemeyi "başardı".
Saatlerce saldırılara ve linç girişimine maruz kalan; evleri taşlanan, arabaları yakılan Romanlar, kentten göç etmek zorunda bırakıldı.
Önce Gördes'e sevk edildiler. Daha sonra bu ailelerden çoğu Salihli'ye yerleşmek istediklerini bildirdiler. Ve oraya taşındılar.
Korkmuşlar, kırılmışlar, örselenmiş, incinmişlerdi. Basında çıkan fotoğraflarında, gözlerinden okunuyordu bu.
Bir yandan Romanların Selendi'de uğradıkları aşağılamanın utancını duyarken bir yandan da bir Salihlili olarak, Romanların yaşamak için memleketimi seçmiş olmalarından gurur duyuyordum.
Evlerine yerleştikten sonra ilk fırsatta ziyaret etmek istedim. Bu düşüncemi arkadaşlarımla da paylaştım.
31 Ocak 2010 Pazar günü ziyaretimizi yapmak üzere yola koyulduk.
Salihli'deki Romanlar, yıllardır Şehitler Mahallesi'nde oturur. Selendi'den gelenlerin de aynı mahalleye yerleştiklerinin haberini almıştık.
Memleketlim Zehra Tan, mahallenin girişinde bizi bekliyordu. Erhan İçöz de katılmıştı bu ziyarete. Üçümüz birlikte yola koyulduk.
Zehra, bir ön çalışma yapmış; Aşkın isimli Roman genci bulmuştu.
Aşkın, bizim önümüze düştü. Elimizde çiçeğimiz ve bir kutu çikolatamız; yüreğimizde karışık duygular, Aşkın'ın ardı sıra yürüdük.
Ailelerin bizim ziyaretimiz nedeniyle bir evde toplandıklarını öğrenmiştik.
O evin bahçe kapısından girdiğimizde sevgi dolu kadın, erkek ve çocuklarla karşılaştık. Bizi bir anda sarıp sarmalayan bu güzel insanların kendi aralarında, "Solcu derneklermiş bunlar" diye konuşmaları kulağımıza çalındı.
"Salihli'ye hoş geldiniz. İyi ki geldiniz. Çok sevindik!" diyerek çiçeğimizi verdik.
Çay demlemişlerdi. Hep birlikte çaylarımızı içtik. Yaşadıkları travmayı depreştirmemek için Selendi'den pek söz açmamaya gayret ettik.
Çocuklar vardı. Meraklı bakışlarla olanı biteni anlamaya çalışıyorlardı. Can sıkıcı konulara girmedik.
Yeni evlenmiş bir delikanlı, "Eşimin yaşını büyütmek için Selendi Adliyesi'ne gitmem gerekiyor. Nasıl gideceğim ben şimdi!" diye kaygılı kaygılı söyleniyordu.
Orada bulunan Roman Derneği yetkilisi, ona bir çıkar yol önerdi. Rahatladı delikanlı.
Salihli'de yeni evlerinde, yeni bir hayata başlayacak olan Roman kardeşlerimize sarılarak veda ettik.
Dönüş yolunda içten içe faşizmi, ayrımcılığı, hoşgörüsüzlüğü, önyargılı yaklaşımları lanetlerken, bu nefreti yaratan "karanlığı sorgulamak" gerektiğini bir kez daha düşünmeden edemedik.(AM/BB)