İki odalı bir evde oturuyorduk. Odalar ortadaki salona açılıyor. Salon da denmez ya işte küçücük önü balkonlu bir mekan. Bir oda bizim yatak odamız karşıdaki oda ise 4 yaşındaki oğlumuz Altan’ın odası. İkimiz de çalışıyoruz. Sabah oğlumu anneme bırakıyorum akşam alıp geliyorum.
70’li yıllar. 12 Mart’ın vahşi günleri. Devrimciler sokaklarda kurşunlanıyor. Bu günlerde bir misafirimiz oldu. Nasuh Mitap. Ufak tefek, az konuşan, güleryüzlü, sevimli, sıcak bakışlı, dost bir insan. Her gün TV'de ve radyoda yayınlanan “arananlar listesi”nde adı yok ama SBF’nin [Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi] polisin iyi tanıdığı devrimcilerinden olduğu için sokakta bulunsa hemen yakalanacak ve doğru işkenceye...
Altan’ın odasına bir divan daha ilave ettik. Orada kalıyor. Tabii oğlumuz onu kod adı ile biliyor. Zaten pek ufak olduğu için konuşup deşifre etme imkanı yok. Ancak çocuk zeki. Eve birisi geldiğinde odasının babası tarafından özenle kilitlendiğinin farkında. Bir gün ben onu annemden aldım eve geldim. Nasuh da Altan’la birlikte kaldıkları odada oturuyor. Ben mutfaktayım. Derken kapı "tık tık". Ben hemen odanın kapısını kilitlemeye koştum ama "tık tık" eden kapı, sokak kapısı değil meğer odanın kapısıymış.
- "Ne oldu açsana kapıyı" diye seslendim.
Nasuh içerden kilitledi zannettim. Meğer Altan kapıyı dışarıdan kilitlemiş.
- "Altan beni buraya kilitledi" diye sesleniyor.
Bakıyorum kapının üstünde anahtar yok. Basit bir oda kapısı, anahtarı yok ama.
- "Oğluşum anahtarı ver bakiiim…" diyorum Altan’a. Yanıt yok..
- "Nerede anahtar?"
- "Attiiii."
Meğer oğluşum pek sevdiği eline geçeni balkondan aşağı atma huyunu anahtar için de gerçekleştirmiş. Nasuh’u odaya kilitledikten sonra anahtarı balkondan aşağı atmış.
Eyvah ki eyvah. Ne yapacağım şimdi. Nasıl açacağız kapıyı. Derhal dört kat aşağıya koşup bahçede anahtar aramaya başlıyorum. Yok yok. Babası da henüz gelmedi, çocuğu uzun süre evde yalnız da bırakamam. Nasuh da kilitli. Yine yukarı koşuyorum kan ter içinde. Nasuh sakin. Bana sesleniyor.
- "Evde bir başka kapı anahtarı bul, balkondan benim odanın penceresine uzat.
Dediğini yapıyorum. Bir süre sessizlik. Sonra Nasuh içerden kapıyı açıp çıkıyor. Elinde çakısı. Anahtarın yivlerini kazımış boş anahtarı çevirip kapıyı açmış. Gülüyor. Altan’ın başını okşuyor. Çok soğukkanlı. Tedbirli bir devrimci.
Uzun süre kaldı bizim evde. Sessizce sokağa süzülür dışarıda arkadaşlarına yardımcı olur onların saklanmalarına yardım eder sonra yine sessizce dönerdi. Sonra giderek saklanmaları gereken başkaca arkadaşlarını da getirdi. Zafer Kutlu, Oğuzhan Müftoğlu, Ertuğrul Kürkçü, Sinan Kazım Özudoğru.
Ankara’da devrimcilerin saklandıkları evler zaten sayılıymış. Genç devrimci aileler saklıyormuş onları. Biz birbirimizi elbette bilmiyorduk. Sonunda hepimiz Sağmalcılar Ceza ve Tutukevi’nde bir araya gelip tanışmış olduk.
Nasuh’la hapisten çıktıktan sonra birkaç kez görüşebildim. En zor karşılaşmamız Ankara Mamak Cezaevi'nde olanıydı.
Aradan 10 yıl geçmişti. 12 Eylül darbesi ve müthiş işkence dönemlerinden sonra iktidara gelen Turgut Özal, galiba dış kamuoyunun da baskısı ile cezaevlerine gazeteciler için bir tur düzenlenmesine izin verdi. Türkiye’nin belli başlı cezaevlerini bu tur ile gezerken Mamak’ta (Gözlemlerime göre Diyarbakır Cezaevi’nden sonra en vahşi cezaevi burasıydı) bir koğuşta Nasuh ve Oğuzhan ile karşı karşıya geldim. Onlar içerde, ben dışarıda. O acıları çekmesinler diye biz 10 yıl önce cezaevine girmeyi göze almıştık ama işte devrimcilerin kaderi değişmiyor. Yine hapisteydiler.
Sen ki halkın için kendini feda mı ediyorsun hadi bakalım cezaevine. Mahkemede şöyle demiş Nasuh:
“Evet ben Devrimciyim, halkıma ve bütün insanlara sömürüsüz, baskısız, özgürlük, bolluk ve mutluluk dolu bir gelecek sağlamak için mücadele etmeyi insanlığın ulaşabileceği en yüce ideal ve dava olarak görüyorum.”
Böyle sözler söyleyenleri hapsederler ve işkence ederler bizim ülkemizde.
Devrimci olma kardeşim. Karşı devrimci ol.
Halkı sömür, yalan söyle, din iman diye kandır. Onların etini kemiğini sat ve kendine saraylar yaptır. O zaman kimse seni cezaevine koymaz. Uluslararası sömürü sisteminin elemanı ol. Aracılık et kendi halkını sömürt. Seni el üstünde tutarlar. İktidara getirirler.
Bilirim devrimci vicdanın, yaşamın, inançların, insanlık onurun böyle davranmana izin vermez. İzin vermek ne demek, aklından bile geçirmeyip bunlarda mücadele ederek yaşar ve ölürsün.
Onlar saraylarda otursun hiç önemli değil. Sen de devrimcilerin "Nasuh abi"si olarak yaşayacaksın gönüllerde. Gönül sarayından daha yücesi yoktur.
Pırlanta gibi bir yürek ile çamur gibi bir vicdansızlık arasındaki farkı herkes bilir. Gün gelir vicdansızların iktidarları yıkılır ama sen hep gönüllerde yaşarsın. (FÖ/HK)
Füsun Özbilgen, gazeteci, İletişim Araştırmaları Derneği (İLAD) Başkanı. IPS İletişim Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi. |