Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Deniz Gezmiş... Üçünü de ODTÜ'de tanıdım, 201 ve 202 numaralı yurt odalarında bir sene boyunca birlikte kaldık.
Yusuf'la Snack Bar boykotunda
Yusuf'la İngilizce hazırlık sınıfını birlikte okuduk. İlk karşılaştığımızda Yusuf, günde beş vakit namaz kılan bir şeriatçıydı; ben ise politikaya uzaktım.
Ancak o da ben de pek çok kişi ile birlikte çok hızlı bir dönüşüm yaşadık.
Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın da aralarında bulunduğu 10-15 kişilik bir arkadaş grubuyla birlikte, hazırlık sınıfındaki ilk boykotu, Snack Bar (kantin) boykotunu örgütlemek bizi inanılmaz bir hızla değişmeye zorladı.
Boykotumuz Hazırlık Okulu barakalarındaki Snack Bar'ın tost ve meşrubat fiyatlarına karşıydı. Fiyatların düşürülmesi talebiyle ayaklanmıştık.
Yusuf bir "devrim hamalı"ydı
Yusuf'la sürekli bir koşuşturmaca içindeydik. Çok kısa sürede hemen her işin en ağırlarını üstlenmeye başlamıştı.
Yusuf'a dair en belirleyici özelliğin, hızlı ve çok büyük bir değişimin yanı sıra kimsenin yapmak dahi istemeyeceği işleri üstlenmesi olduğunu söyleyebilirim.
Yusuf'u "devrimin hamalı" olarak tanımlamak sanırım yanlış olmaz.
Filistin'de muz bahçelerinde
Filistin'de Yusuf'la birlikteydik. Sınırı birlikte geçtik, eğitim aldık, sonra da İstanbul'a döndük.
Filistin'e okulumuzdaki mücadeleyi farklı bir boyutta sürdürmek üzere gitmiştik ve orada birçok kez ölümle burun buruna geldik.
Muz bahçeleri içindeki yıkık dökük evlerde üstlenmiştik. Bir seferinde, İsrail uçaklarının bombalı saldırısına uğradık.
Bulunduğumuz yerde uçaksavarlar filan da vardı ve önce onları kullanmaya teşebbüs ettik. Ancak uçaksavarların çok yetersiz kaldığını deneyerek gördük ve onları bırakıp muz bahçelerinde kazılmış çukurların içinde yatarak korunmaya çalıştık.
Sonra uçaklar gitti, biz saklandığımız yerden çıktı, üzerinde de fazlaca konuşmadık. Ertesi gün bir başka benzer olayla karşılaşacağımızı biliyorduk.
Yusuf acı biberi, çikolatayı çok severdi. Her fırsatta bu ikisini ısmarlar, yemekten büyük keyif alırdı.
Yusuf ve Deniz birbirlerine çok yakışırlardı
Yusuf ve Deniz, birbirlerine çok yakışırlar, birbirlerini tamamlar, bütünlerlerdi. Teknik - pratik işleri daha çok Yusuf örgütler, Deniz geneli planlar, bunun için uğraşırdı.
Deniz araba kullanmayı bilmezdi, Yusuf bilirdi. Şarkışla'ya giderken otomobil bulamadıkları için motosikletle yola çıkmışlardı ve motoru Yusuf kullanıyordu, Deniz arkasında oturuyordu.
Çünkü Deniz ne otomobil ne de motor kullanabilirdi.
Taylan öldüğünde hüngür hüngür ağlamıştı
Gözükara, her türlü zorluğa göğüs geren, tehlikenin üzerine yürüyen bir insandı ama bu duygusuz olduğu ya da çok katı bir insan olduğu anlamına gelmiyordu.
Yusuf, Alpaslan, Taylan, Özgür ve ben, 1969 yılının Eylül ayında İstanbul Üniversitesi Öğrenci Birliği'nin Beyazıt'taki Kongresi için İstanbul'a gitmiştik.
Kongre ertelenince biz geri döndük, Taylan İstanbul'da kaldı. Döndüğümüzün ikinci günü, 23 Eylül'de, ölüm haberini aldık. Beyazıt'ta kurşunlanarak öldürülmüştü.
Taylan'ın ölüm haberini aldığımızda, ODTÜ yurtlarında Yusuf'la beraberdik. Onun çok uzun süre, hüngür hüngür ağladığını hiç unutamam.
Çok, çok yakın arkadaştık ve ölümünden olağanüstü etkilenmiştik.
Yusuf'un o gözükara, her türlü zorluğa göğüs geren, tehlikenin üzerine yürüyen tutumu, yakın arkadaşının ölümü karşısında hüngür hüngür ağlamayı dışlayan bir şey değildi.
Sonra ikimiz çıkıp Ankara'da Amerikalı askerlerin filan gittiği lokalleri dolaşmış, buralarda gördüğümüz Amerikalı askerlere saldırmıştık.
Hüseyin İnan THKO'nun beyni: O savunmayı yapmasaydı belki de idam edilmezdi
Hüseyin İnan, ODTÜ'de gerçekleşen hemen bütün öğrenci eylemlerinin yalnızca içinde yer almamış, bu eylemlerin birincil örgütçülerinden de olmuştur.
Sosyalist Fikir Kulübü'nün (SFK) üyesidir, Türkiye İşçi Partisi'nin (TİP) kurucularından, Çankaya ilçesi çalışanlarındandır. Daha sonra TİP'ten ayrılma mücadelesini örgütleyenlerdendir.
Bu süreçte Deniz'le elele verip Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu'nu (THKO) örgütleyen de Hüseyin'dir.
THKO'nun beyni Hüseyin İnan'dır demek, hiç de yanlış olmaz. Beni devrimcileştiren de Hüseyin'dir.
Hüseyin çok etkileyiciydi
Onunla aynı dönemde ODTÜ'ye gelmiş, boykotla başlayan mücadele sırasında birbirimizi tanımıştık.
Bu mücadeleyi derleyip toparlayan Hüseyin idi. Kişisel özellikleri müthişti. Çok etkileyici bir insandı. Gözleri çok derindi. Kolay kolay gözlerine bakamazdınız. İkna kabiliyeti çok yüksekti.
O gün içinde bulunduğumuz ve inandığımız davayı tasarlayan, en ileri boyutlarını kurgulayan, en uzun vadede şekillendiren ve ifade edebilen de Hüseyin'di.
THKO davasının savunmasını öğrenciler kendi aralarında paylaşmışlardı. Hüseyin de son bölümü almıştı.
O savunmayı yapmasa belki de yaşıyor olacaktı
Savunmanın son bölümünü yapıp neden böyle bir mücadeleye giriştiğimizi anlattı. Yakınlarda yaşamını yitiren Mahkeme Başkanı Ali Elverdi de dahil olmak üzere salondaki herkes bu savunmayı ağzı açık, çok etkilenerek izledi.
Bu savunma belki de Hüseyin'in idam kararının gerçek nedenidir. Hüseyin, bu savunmayı yapmasaydı belki de idam edilmezdi.
Ama o, bu savunmayı yapmayı görev bildi. O savunma sırasında, onun hepimizden ileride bir rolü olduğu da anlaşılmış oldu. O savunmayı öylesine etkin yapabilecek bir başka kimse yoktu.
Grup devrimcisiydi
Hüseyin, Türkiye'nin gördüğü en kararlı, ne yaptığını en iyi bilen ve bildiklerini hayata çok başarılı bir şekilde geçirebilen devrimcilerden biriydi. Çok az tanınırdı, kendisini hiç öne çıkartmazdı.
Deniz, Yusuf ve Hüseyin arasında en az tanınan Hüseyin'dir. Hep perde arkasında kalmış, hiç ön plana çıkmamıştır. Halbuki THKO örgütlenmesinin başlatıcısı, örgütleyicisi, teorisyeni oydu.
Olağanüstü soğukkanlıydı. Grup devrimcisiydi. Dar gruplarda çok iyi çalışan, onları çok iyi sevk, idare eden birisiydi.
Komer'in arabasını Hüseyin ateşledi
Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) Ankara Büyükelçisi Robert Komer'in arabasını, ODTÜ rektörlüğü önünde ateşleyen de Hüseyin'di.
Büyük bir soğukkanlılıkla benzin deposunun kapağını açmış, Sinan'ın atkısını içine sarkıtmış ve tutuşturmuştu. Sonra herkes otomobilin önünde fotoğraf çektirirken, poz verirken, birbirlerine heyecanla olayı anlatırken Hüseyin işini bitirdikten sonra gidip odasında uyumuştu.
Onun bu işle bağlantısını da hiç kimse bilmemiştir. Çok kişi bu olay dolayısıyla gözaltına alınıp tutuklanmıştır ama bu kişiler arasında Hüseyin yoktur. Hüseyin hiç bir zaman hiçbir iş için "Ben yaptım" tutumu takınmamıştır.
İlk banka soygununda
THKO örgütünün ilk eylemi olan İş Bankası Emek Şubesi'nin kamulaştırılması eyleminden sonra da Hüseyin ODTÜ yurtlarındaydı.
Eylemcilerin bankaya gidip çıkarken kullandıkları otomobil ODTÜ'ye çok yakın bir yerde bulununca ODTÜ basılmıştı.
Yoğun güvenlik önlemleri alınmış, pek çok gözaltı yaşanmıştı. Eylemciler arasında Hüseyin de vardı ve bütün bunlar olurken, son derece soğukkanlı bir biçimde, elini kolunu sallayarak dışarı çıkmayı başarmış ve kimse ondan şüphelenmemişti.
Çimenlerde Filistin teklifi
Filistin'e gitmemi, bana Hüseyin teklif etti. Tanışmamızın üzerinden üç sene kadar geçmişti. ODTÜ İkinci Yurt'un önündeki çimenliklerde uzanmıştık. Beni alıp biraz ileriye götürdü.
Yalnızdık.
"Filistin'e gidelim, ne diyorsun?" dedi. Ben de "Tamam" dedim. Karar vermemiz, yarım dakika kadar sürmüştü. Bu çok önemli bir karardı ve ben teklif eden bir başkası olsaydı bu kadar çabuk karar veremezdim.
Deniz Gezmiş: Bursa Cezaevi'nden sonra
Ayaküstü karşılaşmalarımı saymazsak, uzun boylu biraraya gelişimizin başlangıcı, Deniz'in Bursa Cezaevi'nden çıkıp ODTÜ'ye geldiği günlerdir.
Bursa Cezaevi'nde bir seneye yakın kalmıştı. Yusuf onu ziyaret etmiş, cezaevinden çıkınca ODTÜ'ye gelmeleri konusunda anlaşmışlardı ki öyle de yaptı.
Onunla ODTÜ'nün büyük kampusu içinde karşılaştığımda dikkatimi çeken en önemli özelliği, canlılığıydı. İlişkimiz, kırk yıllık arkadaşmışçasına bir samimiyetle başladı.
İlişkimizi Deniz yönlendiriyordu ama Deniz zaten bütün ilişkileri kendisi yönlendirirdi. Müthiş bir çekim gücüne sahipti. Çevresindekilerden daha bilgili, öngörülü bir insandı.
Biraraya gelip de etkilemediği tek bir insan bile tanımıyordum. Onun bulunduğu yerde bir başkası konuşmaz, konuşmalar hep onun açtığı konular etrafında gelişirdi. Volta atarak konuşurdu.
Deniz'le ağız dolusu gülmek
Ya bakışlarınızla onu izler ya da bir şekilde takılır siz de onunla yürümeye başlardınız. Deniz'in bulunduğu bir toplulukta pasif kaldığı, konuşmalara katılmadığı ya da yönlendirmediği tek bir olay bile hatırlamıyorum. Çok dominant bir kişilikti.
Bütün o olağanüstü yaşamı içinde şakacı, yaşamı alaya alan, kendisiyle ve yaşadığı hayatla dalga geçmesini bilen, olayları ve yaşadıklarını kendisini de içine alacak bir şekilde ince esprilerle eleştirebilen bir kişilikti.
Çok canlı, çok hoştu. "Devrimciliği sonuna kadar ciddiye alırdı ama asık suratlı değildi.
Denizle bir arada bulunduğunuzda ağız dolusu gülerdiniz. Her şeyi yapabilirdi, yaşamı alaya alırdı. Bir gün ODTÜ'de başını alıp bir yılkı atının üstüne binmiş görürdünüz. Yurdun kapısına atı bağlar girerdi içeri.
Bu, "çocukluk" filan denmeyecek türden bir şeydi. Eline silah asıp tetiğe de basabilirdi, Dev Genç örgütünü de yönlendirebilirdi. Birini başkan da seçtirebilirdi.
Hayatı dolu dolu yaşardı, yaşamı ölesiye severdi, ölümden hiç söz etmezdi. Fakat ölümden hiç korkmadığını da gösterdi.
"İlk hedefiniz Dolmabahçe!"
6. Filo eyleminin gerçekleşebileceğine tek inanan Deniz'di. Başlangıçta hemen herkes bu eyleme karşıydı, olamaz diye düşünüyordu. Deniz o zaman Devrimci Öğrenci Birliği'nde (DÖB) örgütlüydü.
Aktif, militan devrimcilerden oluşuyordu ve onun Deniz dışındaki hiçbir üyesi, böyle bir eylemin yapılabileceğine inanmıyordu.
Deniz, arkasındaki 10 bin kişilik kalabalığın gözlerindeki öfkeyi okudu, neyi yapıp neyi başaramayacağını ölçüp bireysel bir kararla "Akın var akın, güneşe akın" sözleriyle başlayan konuşmayı yapıyor. Konuşmasını, "İlk hedefiniz Dolmabahçe" sözleriyle bitiriyor.
O kalabalıkta yalnızca sekiz, dokuz kişi, "provokasyon olur, faşizme davetiye çıkarırız" diyerek kalabalığı engellemeye çalışıyor ama bu barikat da kolaylıkla aşılıyor.
Amerikalılar, iki, üç dakika içinde denize dökülüyorlar. Bu çok kolay tanık olunabilecek bir şey değildir.
Deniz'in peşinde yürümek
Deniz'in kişisel kararlılığından söz etmiyorum. Deniz kovboylar gibi tek başına hareket eden, 'Ben yaparım olur' diye düşünen bir insan değildi.
Yürüdüğünde, kalabalığı arkasından götürmeyi bilirdi. 6. Filo eylemi benzeri tutumlarında daha sonra da çokça şahit oldum.
İnsanlar Deniz'in peşinden yürümeye alışmışlardı. Sanırım bunun nedeni, onun kendilerini yenilgiye götürmeyeceğine duydukları inançtı.
Ben Ankara'daydım ve biz Ankara'da polislerle kavga ettiğimizde genellikle püskürtülürdük. Oysa İstanbul'da Deniz'in de bulunduğu eylemlerde hep polis öne katılıp kovalanırdı.
Deniz'in eylemde bulunması, kazanmak demekti.
Çünkü Deniz nerede duracağını, geri çekileceğini, ileri gideceğini bildiği için böyle oluyordu.
Düşünerek, insanların tepkisini doğru ölçerek belli bir yerde durmayı da bilirdi.
Maceracı değildi. Olmayacak şeyleri istemez, dayatmaya çalışmazdı. Kör bir inatçılığı yoktu. "Haydi" dediği, çağrı yaptığı olaylarda öğrenciler kaybetmezdi.
Bundan dolayı insanlar, Deniz'in artık bildik el işareti ile peşinden gitmeye koşullanmışlardı.
Yakalandıklarını radyodan öğrendik
Deniz güçlükleri aşmak, olmazları oldurmak konusunda da çok kararlıydı. Şarkışla'ya gelişi de güçlükleri aşmak konusundaki kararlılığına çok güzel bir örnektir.
Pek çok başka araç bulmaya çalışmışlar, ancak kimine şoför bulamamışlardı, kimi arıza yapmıştı. Onca olmaz karşısında kış soğuğunda motosikletle yola çıkmaya karar vermişlerdi.
Ben o zaman dağdaydım ve onları bekliyorduk.
Deniz'le Yusuf'un yakalandıklarını radyodan öğrendik. Kendimizi hiç onlar olmadan kurgulamamıştık. Hemen onları kurtarmak için neler yapabileceğimizi planlamaya giriştik.
Onları kurtarmak için Nurhak
Ben Ankara'ya döndüm. Alpaslan Özdoğan'la buluşup neler yapabileceğimizi gözden geçirdik.
Bir şey yapamayacağımıza kanaat getirince Nurhak Eylemi'ne yöneldik. Tepkimiz onların yokluğuna dair bir kurgu yapmak yerine doğrudan onların kurtarılması için yol almaktı.