Fotoğraf: Daniel Garcia-Sala
Ayvalık Uluslararası Film Festivali'nde "Yeni Bir ..." ödülünü "Sanki Her Şey Biraz Felaket" filmiyle alan Umut Subaşı, "Bu filmi yapmak riskliydi" diyor. Gerçekten de senaryosu, oyuncu seçimi, anlatım şekli, kurgusuyla pek çok riski barındırıyor film.
İlk gösterimini bu yıl Rotterdam Film Festivali'nde yapan film, son yıllarda belki de hepimizin içinde olduğu sıkışmışlık, çıkışsızlık hissini mizahla anlatıyor.
İşsizlik, ilişkisizlik, torpil, kimlik ve memleketle ilgili dertlerimiz ve sanki hep bir ağlama hissi filmin odağında. Ve sanki... Ve biraz... Ama bir yandan da her şey... İçinde bulunduğumuz belirsiz hâl gibi. Herkes biraz kendine üzülüyor filmi izlerken ama gülmek daha ağır basıyor.
Umut Subaşı, şu sıralar Adana Altın Koza Film Festivali'nde yarışan ilk uzun metraj filmi "Sanki Her Şey Biraz Felaketi" anlattı.
"30 yaşındakiler nasıl var olacağını bilmiyor"
Kendi sıkışmışlığınız üzerinden mi yazdınız hikayeyi yoksa Türkiye'nin gidişatıyla, günümüz genç jenerasyonunun içinde bulunduğu durumla ilgili bir hikaye mi yazmak istediniz? Çıkış noktanız neydi?
Artık jenerasyonlar çok karıştı. Fimde de benzer bir replik var; şu an mesela 30 yaşındaki biriyle eskinin 30'u aynı değil. Ne benim hissettiğim olgunluk öyle bir olgunluk ne dönem öyle bir dönem. Eskiden 30 yaşındaki insan olgun, birkaç çocuğu olan hayatını kurmuş insanlardı. Şimdi nasıl var olacağını bilmiyor ya da iş bulamıyor.
Nereden çıktı bu hikâye derseniz de yani ben de bu ülkede yaşıyorum. Daha doğrusu ben de bu dünyada yaşıyorum. Çünkü bu sıkışmışlık dünyanın genel gidişatı. Türkiye ile sınırlandırılacak bir durum değil. Bu yüzden film yurtdışındaki gösterimlerinde de çok ilgi gördü.
Herkes bir şekilde benzer bir sıkışmışlığın içinde. Dolayısıyla benim hissettiğim, yaşadığım ve kolay kolay başka da bir şey üretemeyeceğim genel bir durum bu. Sadece bunu nasıl anlatacağım önemliydi.
"Herkes beğeniyor, acaba yanlış mı yaptık!"
Filmin Ayvalık'taki gösterimi sonrası salondaki ebeveynlerin tepkisi ilginçti. "Çocuğumun geleceği için kaygılıyım" diyerek ağlayanlar vardı. Aslında belli bir jenerasoyonun sıkışmışlığını anlatıyorsunuz...
Anne baba düzeyinde yoğun bir tepkiyi aslında ilk kez burada gördük. Daha çok gençler özdeşlik kuruyorlar filmle ilgili. Genel olarak biz filmle ilgili olumlu şeyler duyuyoruz. Güzel bir şey bu tabii ama bir yandan da herkes beğeniyor bir yerde bir yanlış mı yaptık diyoruz. (gülüşmeler.)
"İnceliklerden yanayım"
Arkadaşınız demiş ya 'kendine benzeyen film yapmışsın' diye. Şimdi bu dediğinizden yola çıkarak aklıma geldi. Filmde de öyle bir hava var. Hafif sarkastik, absürt haller. "Çaktırmadan" bir espri anlayışınız var gibi.
Ben genel olarak hayatta ince şeylerden yanayım. Direkt şeylerdense böyle daha dolaylı, daha nazik anlatımları seviyorum. Kabaca yapılan herhangi bir şey benim çok ilgimi çekmiyor. Bazen birine dokundurma yapıyorum iğneleyici sözlerle... Kişinin onu anlaması biraz zaman alıyor. Daha dolaylı bir yerden yapıyorum ve sinemada da bunu yapmaya çalışıyorum. Bir şeyin gözüme sokulmasından hoşlanmıyorum. Seyirciden de biraz efor bekliyorum.
Oyuncular da yeni yüzler
Filmin aralardaki deniz kenarı sahneleri filmi bölüyor, izleyeni uzaklaştırıyor gibi oluyor. Özellikle izleyenle mesafe koymayı neden tercih ediyorsunuz?
Sadece o sahneler değil aslında. Onun dışında izleyeni yabancılaştıran pek çok sahne var. Zeynep karakterinin ses bandına okuduğu Türkiye gündemi haberleri, daha genel bir çerçevede filme yaklaşmak gerektiğini işaret ediyor.
Zeynep'i oynayan Melisa Bostancıoğlu yeni mezun bir oyuncu. Diğer karakterleri oynayan; Melis Sevinç, İbrahim Arıcı, Mert Can Sevimli de yüzlerine aşina olmadığımız oyuncular. Özellikle mi bunu tercih ettiniz?
Baştan beri istediğim bir şeydi bu. Aldığımız bir karardı bu yani. Filmimin her şeyinde olduğu gibi oyuncuların da taze, yeni yüzler olmasını istiyordum. Oyuncu kast'ının da hiçbir şeye benzememesini istiyordum. Çok şanslıyız ki dört yetenekli oyuncuyla kesişti yolumuz.
"Bağımsız sinemacılar seyirciden korkmamalı"
Anaakım izleyicinin çok alışkın olduğu bir anlatım değil. Kurgu süreci nasıldı? Kafanızda net miydi?
Hem ekonomik sebeplerden hem çalışma şeklimden dolayı yazarken çekim ve kurguyu düşünüyorum. Biraz onları düşünerek yazıyorum. Çekim takvimi için 13 gün çok kısa bir süre. Ama planları kuruyorum kafamda. Son tahlilde bir uzun metrajda nasıl çalışır bu yöntem, bunu ben de tam bilmiyordum.
Dolayısıyla bu da bir riskti yani. İlk kez uzun metrajlı bir filmde yer alan oyuncularla çalışmak, böyle bir filmin 90 dakika olması da riskti. Artistik kaygılarıma rağmen, seyirci de benimle sıkılıyorsa sıkılsın noktasında değildim. Filmin tahammül edilebilir olması önemli. Filmi kurgularken ilk gelen yorumlar filmin bir şekilde akıp gittiği yönündeydi ve çalışmış oldu bu parçalı ve agresif kurgu. İyi bir şey çıkacağını biliyordum, ama riskti.
Ama tabii ben şöyle düşünüyorum; arthouse/bağımsız sinemacıların seyirciden korkmaması lazım. Seyirciye bu yeniliği, yeni yolları göstermeden ondan bunu anlamasını nasıl bekleyebiliriz ki. Belki bir sonraki bu tarz filmi daha kolay izleyecek ve iletişimi daha rahat kuracak, kim bilir.
Umut Subaşı kimdir?
1990 yılında Ankara'da doğdu. Lisans eğitimini Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Film Tasarımı Bölümü'nde tamamladı. İstanbul Film Festivali ve SİYAD Ödülleri'nde En İyi Kısa Film Ödülü'nü kazanan "Sana İnanmıyorum Ama Yerçekimi Var"ın da aralarında bulunduğu dört kısa film yönetti. İlk uzun metrajlı filmi "Sanki Her Şey Biraz Felaket" dünya prömiyerini 2023'te Rotterdam Film Festivali'nde, Kuzey Amerika prömiyerini New Directors/New Films'te yaptı.
Filmin KünyesiSenarist: Umut Subaşı | |
(AÖ)