Adana, Çukurova’da, her hanesinde en az bir teşhisli majör depresyon hastası olan bir köy: Çetirevli.
Köyde domatesler, biberler ve diğer tüm bitkiler ilaçlarla ayakta dururken köyün yarısı da depresyon ilaçlarına çok aşina.
İlk uzun metrajlı belgeselinde Aybüke Avcı, biber hasadına denk gelen bir yaz mevsiminde, çocukluğunun yaz anılarının izini sürüyor.
Yönetmenin kamerası, depresyon hastası dayısı Mehmet, eşi Naziye ve yine depresyon hastası olan büyük dayısı Yakup’u takip ediyor. Depresyon ve pestisitle tarım gibi konuları birbirine bağlayan esprili bir dil yakalamış Avcı.
Yemek sonrası akşam sefalarında en çok konuşulan konunun depresyon olduğunu belirten yönetmen Avcı, “Depresyonu bir burjuva hastalığı olarak bilip, kentliliğe lanet okuyarak köye gidip domates yetiştirmek istiyoruz ya hani, kendi ürettiğimizi tüketmek falan. İşte gitmediğimiz görmediğimiz o köylerden birinde en çok tüketilen şey Prozac” diyor.
43. İstanbul Film Festivali'nde Ulusal Belgesel Yarışma bölümünde yer alan "Domates Biber Depresyon"u yönetmeni anlattı.
"Hayat köyde çok değişmiyor"
İlk belgesel filminiz için içeriden, size ait bir hikâyeyi anlatmanız sizi ne kadar zorladı? Ya da daha mı kolay oldu? Çocukluktan aklınızda neler kalmıştı Çetirevli’deki günlerinizle ilgili?
Belgeselin beni en zorlayan tarafı, annemi kaybetmemin ardından başlamam oldu, çünkü köye annemsiz hiç gitmemiştim, köyün varlığı benim için hep onla bağlantılıydı. Köyünü çok sevdiği için köye dair bir belgesel yapmam onu çok mutlu ederdi ve bunu onsuz yapıyor olmanın eksikliğini hep hissettim.
Akrabalarımı daha yakından tanırken kendi hayatımda gördüğüm benzerlikler, bazı travmalarımı yeniden yaşamam da duygusal olarak biraz yıpratıcı oldu ama kesinlikle bir tedavi etkisi de olduğuna inanıyorum.
Tabii ki, bildiğin bir hikâyeyi anlatıyor olmanın verdiği kolaylıklar da var; karakterler arasında zaten bir bağ ve güven olduğu için doğallığı yakalamak daha rahat oluyor. Çocukluk anılarım da belgeselde gördüklerinizden çok da farklı değil; kayıpların ve gidenlerin dışında hayat köyde çok da değişmiyor.
İlk tanı 25 yıl önce
İlk depresyon tanıları ne zaman konulmaya başlamış köy halkı için?
20-25 yıl öncesine kadar uzanıyor. İlk olarak köyden artık hareket edemez halde olan birisi doktora gidiyor. Daha sonra, bu durumun bir duygu durumu ya da karakter olmadığı, bir hastalık olduğu yavaş yavaş öğreniliyor ve aynı belirtileri yaşayan diğer insanlar da gitmeye başlıyor.
Film için çekim yapmaya ailenizin fertlerini nasıl ikna ettiniz?
Hiç zor olmadı, onlara film yapmak istediğimden ve konusundan bahsettim; bu onlar için yeterli oldu. Zaten göründükleri gibi olan samimi, doğal insanlar, evde nasıllarsa dışarıda da öyleler, başka bir imaj oluşturmaya çalışmıyorlar. O yüzden filmde dışarıya karşı açılmak onları hiç endişelendirmedi.
Tarım ve depresyon
Köydeki tarım ilaçsız yapılamıyor. Bir yandan da köyün yarısı da depresyon hastası ve ilaç kullanmaya çok aşinalar. Köyün ruh hali, yalnızlık, sıkışmışlık hali ve bir çiftçi için ağır koşullarda pestisitle tarım yapmak zorunda kalmak sizce köydeki depresyonlu nüfusunu ne kadar tetikliyor?
Belgeselin zamansal yapısını biber salçasının yapım aşaması üzerine kurarken, tarım ve depresyon arasındaki ilişkiyi göstermeyi amaçlamıştım. Depresyona genetik olarak da bir yatkınlık söz konusu, ancak hayat şartlarının da bunu tetiklediğini düşünüyorum. İklim değişikliğinden ötürü tarımsal ürünlerde çıkan hastalıklar giderek artıyor, yıllardır bildikleri yöntemler de mevsimler değiştiği için değişiyor ve çok riskli bir işle uğraşıyorlar. Bir de çok derin bir yalnızlıkları var; hem köyün nüfusu çok az, hem de akrabalık bağı olarak çok yakın olan insanlar aslında birbirlerine çok uzaklar. Ben en tetikleyici unsurlardan birinin bu olduğunu düşünüyorum.
Tabii ki, pestisit kullanımının da etkilediğine dair araştırmalar var, onun da etkisi olabilir; ancak depresyon tanısı çok eski yıllara dayandığı için ben esas sebebin bu olduğunu düşünmüyorum. Zaten filmi yaparken de nedenine dair bilimsel bir araştırmanın peşine düşmektense, nasıl yaşandığını gösteren ve neden olduğuna dair benim hislerimi gösteren bir belgesel yapmayı amaçladım.
"Kadınlar köye sıkışmış"
Kadınlar ve erkeklerin hayat içindeki rolleri net bir şekilde filme de yansıyor. Sizin
gözlemleriniz nelerdi?
Pek çok köyde olduğu gibi kadınlar hem tarlada hem de evde sürekli çalışıyorlar. Erkekler zaman zaman çevre kasabalara, şehre gidebilirken kadınlar çok daha fazla köye sıkışmış durumdalar. Tabi her evde durum böyle değil, ama ağırlıklı olarak bu şekilde maalesef.(AÖ)