*Bu haber, Atölye BİA İletişim Platformu atolyebia.org'da yayınlandı.
Türkiye'de son dönemde iyice artan enflasyon, hayatın her alanında fiyatları arttırırken, ruh sağlığı hizmetlerini de ciddi anlamda etkiledi. Özel sağlık hizmeti veren kurumların psikoterapi seansı ücretleri yükseldikçe, tedavisini bırakmak zorunda kalanların ya da tedaviye hiç başlayamayanların sayısı da her geçen gün artıyor.
Son enflasyon oranlarıyla birlikte, yüz yüze gerçekleştirilen profesyonel terapilerin seans ücretleri ortalama 500-1000 TL arasında değişiyor. Uzmanlar, iki yıl önce bu fiyatların 250-400 TL civarında olduğunu söylüyor.
Dünya Sağlık Örgütü'nün (DSÖ), Dünya Sağlık Raporu’na göre, 2019’da dünyada ergenlerin yüzde 14’ü dâhil olmak üzere yaklaşık bir milyar insan bir ruhsal bozukluk yaşadı. Yayınlanan incelemede, sosyal ve ekonomik eşitsizlikler, halk sağlığı acil durumları, savaş ve iklim krizi ruh sağlığına yönelik yapısal tehditler arasında. Depresyon ve kaygı bozukluğu yalnızca pandeminin ilk yılında yüzde 25’ten fazla arttı. Ancak Türkiye'de bu konuya dair herhangi bir veri yok.
Tedavisini yarım bırakanlar, ihtiyacı olduğu halde başlayamayanlar ve uzmanlar, bianet'e anlattı.
"Terapimi KYK kredimle ödedim"
Ekonomik sebeplerle tedavisini yarım bırakanlardan biri Büşra T. Üniversiteden yeni mezun ve şu an işsiz. Psikoterapiye geçtiğimiz yıl üniversite öğrencisiyken başladığın ve 6 ay süreyle seans ücretlerini KYK kredisinden karşıladığını aktarıyor.
Büşra T., terapiyi bırakma sürecini şöyle anlatıyor: "Mezuniyetim yaklaşırken başka giderlerim de araya girince yalnızca aldığım krediye güvenip devam edemedim, ödeyemeyeceğim endişesine kapıldım. İlk iki ay haftada bir gün gitmeye, sonra daha uzun aralıklar vermeye başladım. Düzenli gidebildiğimde bana gerçekten iyi geldiğini hissetmiştim, iyileşebileceğime de inanıyordum artık, ancak seanslarımın sıklığını azalttığım dönemlerde ve son olarak tamamen bırakmak zorunda kalınca yeniden aynı belirtileri hissetmeye başladım. Terapi sürecimi tamamlayamadım, imkânım olsa devam etmek isterdim.”
"Enflasyon oranlarıyla birlikte oldukça yüksek rakamlara ulaşan seans ücretlerini, şimdilerde karşılamak geçen yıldan çok daha zor" diyen Büşra T., bu süreçte neden devlet hastanelerine başvurmadığını ise şu sözlerle açıklıyor: “Hiç düşünmedim çünkü yakın çevremin bu konudaki deneyimlerinden, randevu almanın çok zor ve muayene sürelerinin çok kısa olduğunu biliyorum. 10 dakikalık bir muayene süresi yaşadıklarımı anlatmam için yeterli değil."
Büşra T., şöyle devam ediyor: "Enflasyon oranları hayatın her alanında maliyetleri artırdı, bu yüzden özel kliniklerdeki psikolog ve psikiyatristleri sorumlu görmüyorum. Onlar da emeğinin karşılığını almalı. Ekonomik güvencesi olmayanların ruh sağlığı hizmetlerine gerektiği şekilde ve ihtiyaçları ölçüsünde erişebilmesi, devletin sorumluluğunda. Bizi özel sektör karşısında yalnız bırakmaması gereken devlet, bu koşulların oluşturulması için çalışmaları gerekiyor.”
“Mevcut ekonomik durumumla karşılamam zor”
Serap S.'nin tanısı Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB). Bu yüzden iki yıl öncesine kadar düzenli olarak hem psikiyatriste gittiğini hem de özel bir klinikte psikoterapi aldığını söylüyor.
2020 Mart ayında şehir değiştirince terapiyi bırakmak zorunda kaldığını aktaran Serap S., başlangıçta doktorundan uzak mesafede olduğu için bıraktığı tedavisini, son iki yıldır, artan enflasyonla beraber, tamamen ekonomik sebeplerle sürdüremediğini söylüyor.
Kendisinin durumunda biri için ilaç ve psikoterapinin beraber alınması gerektiğini, bu tedavilerden birinin tek başına yeterli olmadığını aktaran Serap S., “Geçen Haziran'da işten istifa ettim. Bu yüzden, hala ihtiyaç duyduğum halde, şu anda da psikoterapi alamıyorum. Seans ücretleri bu kadar yüksek olmasa, sürece başladığım doktorumla devam etmek isterdim. Devlet hastanelerinde muayene süreleri çok kısıtlı ve yalnızca ilaç almak da benim için çözüm değil. Ancak mevcut ekonomik durumum ile ikisini birlikte karşılamam zor” diyor.
Ne ilaç ne psikoterapi erişilebilir
Daha önceleri çalıştığı işyerinin özel sağlık sigortası sayesinde tedaviye bütünlüklü olarak erişebilmiş Serap S., fakat özel psikoterapi alamadığı son iki yıllık süreçte, birkaç defa devlet hastanelerine başvurduğunu ve orada karşılaştığı zorlukları ise şöyle aktarıyor:
“Terapiye başladığımda, 2018-2020 arası, ortalama 400 lira ücreti vardı. Önceki işimde özel sağlık sigortam psikiyatri ve psikolog ücretlerini karşılıyordu. Bu sebeple iyi doktorlara ücret ödemeden ulaşabiliyordum. Terapiyi bıraktıktan sonra, son iki yıllık süreçte devlet hastanelerinden iki üç kez randevu almaya çalıştım. Aldığım tanı nedeniyle devlet hastanelerinde doğrudan ilaç almak için başvurduğuma dair bir önyargı oluyor. Oysa terapiyle birlikte götürmem gerekiyor. Zaten bu ilaçlar da genellikle kırmızı reçeteli olduğu için yazmaya çekiniyorlar, haliyle devlet kurumlarından bu reçeteyi hiç alamadım. Kaldı ki reçete yazılsa dahi, ilaçların çok yüksek fiyatlarla satılması sebebiyle bunu her ay karşılamak da maddi olarak beni sıkıntıya sokacak. Şu an, reçeteyi yazmadıkları için ilaçları alamadığım gibi, ücretler nedeniyle artık özel psikoterapi de alamıyorum."
“Ya hiç başlayamıyor ya da bırakıyorlar”
Derya E., devlete bağlı bir projede işçi statüsünde psikolojik danışman olarak görev alıyor, bir yandan da bağımsız olarak danışan görüyor. Ona göre terapi almak insanların ihtiyaç listelerinden çıkmış durumda. Maddi kaygılar nedeniyle başta öğrenciler olmak üzere, beyaz yakalı kesimin de son zamanlarda terapiye hem para hem de zaman ayırmasının gittikçe güçleştiğini aktaran Derya E., “insanlar maddi kaygılar nedeniyle psikolojik olarak en dayanılmaz noktalara gelmedikçe tedaviye başlamıyorlar. Başladıklarında da ücretleri nasıl karşılayacaklarına dair çok büyük endişeleri oluyor ve birçoğu da terapiyi tamamlamadan bırakmak zorunda kalıyor ya da seanslarını çok seyrekleştiriyor” diyor.
Son zamanlarda ekonomik sebeplerle yaşadığı danışan kaybına dair gözlemlerini ise şöyle ifade ediyor:
“Bir sayı vermem gerekirse 10 kişiden 8’i ücret konusunda zorlanacağını söyleyerek ya başlamıyor ya da çok seyrek geliyor.”
Mevcut ekonomik koşullar nedeniyle çok makul ücretler belirlemeye çalıştıklarının altını çiziyor ancak yine de hayat pahalılığı her alanda çok arttığı için insanları zorladığını söylüyor.
Terapist Sibel Ö. de bağımsız çalışıyor, diğer yandan da klinik psikoloji doktorasını sürdürüyor. Ona göre danışan kayıplarını iki türlü düşünebiliriz: “Bir grup terapiye başlamış ve süreci devam ederken zamlardan dolayı bırakanlar, diğer grup ise bu sebeplerden dolayı hiç başlamayanlar. Normalde yılda bir zam yapıyorum ancak bu sene enflasyon sebebiyle iki kez zam yapmak zorunda kaldım. Kendi deneyimimde doğrudan zamlardan dolayı bıraktığını söyleyenler olmadı ancak ön görüşme yaptığım kişilerden bazılarının ücreti duyunca zaman istediğine, tekrar yazacağını söylediğine ve sonra başlamadığına tanık oldum.”
"Alt gelir grupları daha fazla ihtiyaç duyuyor"
Başkent Üniversitesi Stres Yönetimi Uygulama ve Araştırma Merkezi Başkan Yardımcısı, uzman klinik psikolog Didem Sevük, enflasyonun terapi ücretlerine yansıması nedeniyle ortaya çıkan erişim güçlüğüne dair şunları söylüyor:
“Yaşadığımız ülkenin koşulları düşünüldüğünde, yoksulluk terapiye erişim koşullarında ciddi zorluklar yaratıyor. Hala psikoterapi bir orta gelir hatta orta gelir üzeri bir sınıfa hitap eden lüks bir ihtiyaç gibi görülüyor. Ancak bu elbette doğru değil. Özellikle de daha alt sosyo ekonomik düzeylerden gelenlerin büyüdükleri yaşam koşulları, atmosfer, aileden başlayarak mahrum kaldıkları ihtiyaçlar düşünüldüğünde zaten bu gruplar oldukça yoksun şekilde büyüdükleri için daha fazla ihtiyaç duyuyorlar. Fakat mevcut sistemde, erişilebilirlik açısından düşündüğümüzde maalesef yararlanamıyorlar. Çünkü ülkemizde psikoterapi hizmeti neredeyse özel sektör dışında yok gibi. Hastanelere gittiğinizde özel olarak psikoterapi konusunda eğitilmemiş, sadece üniversitelerin dört yıllık psikoloji bölümlerinden mezun kişilerle ancak sosyal destek bağlamında bu süreci yürütebilirsiniz. Bunun dışında da genelde özel sektör içerisinde var bu hizmetler. Orada da ücretler çok fazla.”
"İki kez yoksunluk"
Son zamanlarda terapiyi ekonomik koşullar nedeniyle bırakmak isteyenler olduğu kadar, terapi ihtiyacında olan yeni danışan sayılarında da artış olduğunu aktaran Sevük, ihtiyaç duyduğu halde tedaviye erişemeyen ya da başladığı halde devam edemeyenlerde, buna bağlı oluşabilecek psikolojik hasara ilişkin ise şunları söylüyor:
“Şöyle düşünün: Terapiye başladınız, süreciniz de gayet iyi gidiyor ama işten çıkartıldınız, bu sebeple yaşayacağınız yoksunlukla birlikte aynı zamanda aldığınız psikolojik destekten de yoksun kalmış oluyorsunuz. Yani iki kez yaşanan yoksunluk katmerli şekilde kişinin sağlığını elbette olumsuz etkiliyor.
"Şu da olabilir: Danışan tam bütçesini hazırlamıştır ve iki ay sonra o kişiye gidecektir fakat bir anda ücret yine artmıştır. Bu tip durumlarda danışanların tecrübe ettiği duyguyu, yoğun bir stresli yaşam deneyimi olarak tanımlayabiliriz. Danışan terapistinden çok memnun ama mali koşulları el vermediği için faydasını gördüğü halde bırakmak zorunda kalıyorsa, sırf ekonomik sebeplerle oluyorsa bu, belki bir psikopatoloji çıkarmaz ortaya ama kişideki öfkeyi artırabilir. Bir engellenmişlik duygusu, kontrolü kaybetmiş olma hissi, değersizlik hisleri gibi çeşitli yoğun duygularla baş başa bırakabilir. Bu duygular özellikle de kişilerdeki mevcut patolojileri, eğer kaygı bozukluğu ya da davranış bozukluğu gibi durumlardan söz ediyorsak, tetikleyici rol üstlenebilirler. Yani doğrudan bir psikopatoloji elbette ortaya çıkarmaz ama mevcut zorlukları kışkırtabilir.”
* Uzman Psikolog Didem Sevük hariç, haberdeki tüm isimler, kişilerin isteği üzerine değiştirildi.
(DÇ/SO/NÖ)