Bir tiyatro salonundayım. Uzun süredir izlemek istediğim, dahası izlemeyi bir görev olarak düşünüp sorumluluğunu duyduğum ancak o cesareti uzunca bir süre bulamadığım oyunu nihayet izlemek üzere yerimi aldım. Pazar günü öğle saati olmasına rağmen salonun yarısından çoğu boş. Bunu oyunun bir yıldan fazladır sahnelenmesine ve birçok kişinin çoktan izlemiş olmasına bağlayarak kendimi rahatlatıyorum. Ancak huzursuzluğumun bundan kaynaklanmadığını anlıyorum, başka bir şey bu. Belki de 14 yaşında televizyonda izleyerek tanık olduğum bu olaya tekrar şahit olmaya, baştan sona tekrar yaşamaya hazır değilim. Bu düşünceleri zihnimden atıp perdenin açılmasını bekliyorum.
Siyah perde açılıyor. Karalara bürünmüş 7 kişi ellerinde karanfillerle beliriyorlar sahnede. Genco Erkal, Meral Çetinkaya, Yiğit Tuncay, Nilgün Karababa, Murat Tüzün, Çağatay Mıdıkhan ve Saliha Şirvan Akan semah çekerek coşkuyla başlıyorlar oyuna. O anda klasik bir tiyatro oyunu olmadığını anlıyoruz izlediğimizin, karşımızdaki bir belgesel oyun. Arkada büyük bir perdede gerçek görüntülerden belgelerden oluşan sinevizyon gösterisi oyunculara eşlik ediyor hatta kimi zaman onların önüne geçiyor.
Oyunun başındaki bu coşku hiç bitmesin istiyorum, o kara saatlere hiç geçilmesin. Arkadaki ekranda gençler semahlar çekip türküler söylüyor, yazarlar şairler kitaplarını imzalıyor, Aziz Nesin bir panelde yaptığı konuşmasında salonu dolduranlar tarafından coşkuyla alkışlanıyor. Tarih henüz 1 Temmuz.
20. yüzyılın sonlarında bir Orta Anadolu ilinde gerçekleştirilen şenliğin bu ilk günü ne kadar normalse hemen ertesi günü yaşananlar bir o kadar acayip, korkunç, ürkütücü. İnsanlık tarihi barbarlık tarihidir diyordu bir film kahramanı. Bu sözü 2 Temmuz günü yaşananlar anlatılmaya başlanınca bir kez daha hatırlıyor, anlıyorum.
Dostlar Tiyatrosu 2 Temmuz gününü neredeyse an an yaşatıyor izleyiciye. Büyüyen alevlerle içimizdeki gerilim de artıyor. İzlediğimin bir Hollywood filmi olmasını ve kahramanların, bir otelin merdiven katlarına dizilmiş ölümü bekleyenleri alevlerin arasından, vahşi barbarların kollarından kurtarmasını, mutlu sona kavuşmayı diliyorum bir an. Keşke… Ama olmuyor işte; bu ülkenin aydınlık yüzleri, şairi, müzisyeni, yazarı, dansçısı... Tam 33 kişi can veriyor, Aziz Nesin linçten son anda kurtuluyor. Oyun 93 yılının 2 Temmuz günü yaşamını yitirenlerin fotoğrafları önüne konan karanfillerle son buluyor.
Genco Erkal’ın yazıp yönettiği belgesel oyunda konuşmalar, olayı yaşamış olanların tanıklıklarına, yazdıkları kitaplara, yaptıkları söyleşilere ve Sivas Davası tutanaklarına dayanıyor. Erkal, yaptığı açıklamalarda oyunda kullandığı tek bir sözü dahi kendisinin eklemediğini, her şeyi tutanaklardan ve olayı yaşayanların tanıklıklarından aldığını söylemişti. Oyunda Metin Altıok, Behçet Aysan ve Uğur Kaynar'dan alıntıların yanı sıra; Aziz Nesin'in Sivas Acısı, Nazım Hikmet'in Dünyanın en tuhaf mahluku, Ataol Behramoğlu'nun Bu yangın yerinde ve Bülent Ecevit'in Madımak gibi şiirleri kullanılıyor.
Müzikler Say'dan
Müziklerse dünyaca ünlü piyanist Fazıl Say’a ait. Geçtiğimiz yıllarda "İslamcılar güç kazandı. Türkiye'yi terk edebilirim" diye bir açıklama yapan Say, "Sivas93"te Nazım Oratoryosu, Metin Altıok Oratoryosu, Kara Toprak, İpekyolu Konçertosu, Keman-Piyano Sonatı, Anadolu'nun Sessizliği ve Nazım Belgeseli müziğinden bölümler kullanmış. Şiirlerle bezeli oyunun müzikleri de bir o kadar etkili.
Erkal'ı sahnede görmek
Yıllarını tiyatro sahnelerine ve en çok da Dostlar Tiyatrosu’na adamış Genco Erkal’ı en son “İnsanlarım” oyununda izlemiştim. Nazım’ın çeşitli yapıtlarından derleyerek Bursa Cezaevi’nde geçirdiği yılların öyküsünü tek kişilik müthiş performansıyla sahneye koyan Erkal’ın oyunculuğu bir an bile aklımdan silinmedi. Tiyatroda 50. yılını kutlayan bu büyük ustayı Sivas 93’te biraz enerjisi düşük, o müthiş ses tonunun artık biraz zayıflamış olduğunu görmek üzücü olsa da her şeye rağmen sahnede görmek güzeldi.
Türkiye’de politik tiyatronun öncülerinden olsa da son yıllarda politik tiyatrodan biraz uzaklaşan Dostlar Tiyatrosu ve Genco Erkal, Sivas93’ü sahneye koymakla cesur bir adım atıyor. Ancak oyunun geneline hâkim olan “radikal islamcılar aydınları yaktı” vurgusu ve devletin bu katliamdaki sorumluluğunu vurguda zayıf kalınması, oyunun handikaplarından. Oyunun sonunda Erkal, amacını olayları seyircinin hafızasında tazelemek ve bu olayla hesaplaşmasını sağlamak olarak açıklıyor. Evet, eğer amaç buysa Sivas93 gerçekten başarıya ulaşıyor.
Son olarak; aslında oyunun en can alıcı, o günleri sahnede tekrar yaşadıkça doğruluğunu bir kez daha onayladığımız o cümlesini anmak gerekiyor; "Hiçbir şey eyleme geçen cehalet kadar kötü olamaz." (SÇ/TK)
Sivas’93
8 Mart, 16:00, Caddebostan Kültür Merkezi
16 Mart, 20:30, Yunus Emre Kültür Merkezi