Bazı kitaplar vardır, her birimiz için değilse de, bazılarımız için, her satırını değilse de, bazı satırlarını çok iyi bildiğiniz.
Genelde "hayat" hakkında konuşur bu kitaplar. Bazen bir bilimsel çalışma bile olabilirler ki, kaos üstüne yazılmış iyi bir kitap, dünyayı ve hatta toplumsal ilişkilerinizi daha da görünür kılabilir size.
Daha çok, bir roman olur bu ama, bazen de bir uzun söyleşi. Ben, evet, Engin Geçtan'ın Seyyar adlı uzun söyleşi kitabından söz ediyorum.
Ama sanılmasın ki, Seyyar'ı tanıtmak istiyorum size. Sadece haber vermek istiyorum. Nasıl denir, reklam olacak ama, "kitapçılarda".
Bu yazı başka, belki biraz Seyyar (*) hakkında ama, daha çok seyyarlarla kendince konuşma.
Yolda olmak iyidir
Yolda olmak iyidir, yolcu olmakta. Yürümek yani, belki, Sevgi Soysal dilinden, elinden, kelimelerinden..
Bir söz duydum, olmayan bir roman kahramanından. Geçmişinden konuşmak istemeyen biri sorduğunda, "merak ettiğin karanlık, yüzümün, şimdiki aydınlığını yaratan şeydir sadece" diyordu diğerine.
Yürürken, bazen arkaya bakmak gerekir. Evet. Yine de, romandaki kahraman gibi, karanlığı aydınlatabilmek için önce karanlıkta görmek gerek.
Yürürken de yapılacak olan, durmak değil, yalnızca bir muhasebe. Geçmiş orada. Gelecek ise önünde. Karanlığı aydınlatan ise, bir tür beyin jimnastiği. İster yürü ister düşün. Ama durma.
Kendimize bakmak
Çoğu zaman kendimize bakmak istemeyiz. Türkçe'de "ruh bilimi" deniyor.
"Ruh bilimi"nin her dediğine şüpheyle bakan benim gibi birinin, "kendimize bakmak" gibi sözcükleri kullanmasını, bizzat "ben" yadırgıyorum.
Eğer bundan, mevcut toplumsal ilişkilerimizi anlamaya ve insan teki olarak, yaşadığımız toplumsal ilişkiler ağı içinde, üretken bir ilişki kurmaya yönelmeyi anlıyorsak, neden olmasın.
Bakmalıyız kendimize. Yürürken yolda. Hiç durmadan bakmalıyız.
Yolda olmak özgürlüktür
Seyyar'ın diliyle, yolda olmak, özgürlüktür çünkü. Yolda olmak, yaşamak demektir çünkü.
Yevgeni Yevtuşenko'nun dizeleriyle, "bir gün ölürsem şu canım görkemli dünyada / kendimi bunca diri duyumsamanın keyfinden öleceğim" diyerek yaşamak.
Haddim olmayarak ekleyeceğim, yolunuz, devrimci de olursa ne ala...
Dans etmek iyidir
Yürürken, hep uzun, ince bir yolun, bilinen bir yolun içinde olmazsınız ki. Adımlarınız bir çizgiyi izlemez hiçbir zaman. Yolunuzu kendiniz bulursunuz ama, size adımlarınızı nereye atacağınızı söyleyen, hissettiğiniz bir ritimdir.
Bir ritmi vardır, adımlarınızın. Son derece düzensiz bir ritim bu, bildik fiziğin anlayamayacağı; bildik matematiğin çözemeyeceği bir ritim.
Düzensizlikteki düzeni bulan, kaos biliminin duyduğu ve duyurduğu bir ritim. Doğanın gerçek ritmi. Alıştığımız, çözümleyici şekillerde anlamsız görünen ama, artık anlamayı becerdiğimiz ritim.
Hayatın ritmi, karmaşanın ezgisi.
Önceden kestirmeniz ne kadar güç olsa da, sonuçta bir ezgi düzeninde mırıldandığını duyduğunuz bir ritim. Bu ritimle yürürken, yaptığınız dans etmektir işte. Daha ne?
Kendi dansını etmeli insan
Çoğumuz, aynı dansı ediyoruz maalesef. Kapitalist üretim tarzının yarattığı dansı.
O yüzden, kendi dansını edenleri izlerken, zevk almıyoruz bundan.Hatta kaygı duyuyoruz kendi dansını ederken düşenler için. Ama kendi dansını etmeli insan, kendi ritmini bularak.
Yapraklarını her ağaç farklı bırakır rüzgara. Asmalar ve çamlar, aynı rüzgarda farklı dans ederler. Benim baktığım asma, sizin baktığınızdan da farklıdır aynı rüzgarda. Rüzgar da hiç aynı olmaz ya.
Kendi dansınızı ediyorsanız, bazen düşersiniz. evet. Ritim adımlarınızın arşınladığından, bedeninizin kaldırabildiğinden daha hızlıysa, düşersiniz.
Hayat zorlar dansa
Kızıldere'de düşüldüğü gibi. 6 Mayıs'ta sehpadan düşüldüğü gibi.
Ya da daha dün, Tunceli'de, 17 kez düşüldüğü gibi.
İllaki, böyle olması gerekmez düşme. Bazen de, sadece kapaklanırsınız yere, kaldıracak kimse olmazsa. Yine de, hayatın ritmi, dansa devam etmeye zorlar sizi. Adımınızı atmanız yeterlidir.
Güzellikler bedava
Güzel olan "bedava"dır. Söz dizimindeki bozma benim, kısalttım da belki. "Güzel olan her şey fark ettim ki, bedava olandı" diyor Seyyar.
Kendi dilimce, söyleyip duruyorum.
Hayatı bir bütün olarak yeniden estetikleştirme başarısını gösteremeyen bir devrimci siyaset; siyasi makine karşısına çırılçıplak çıkmış ve yenilmeye mahkum, bir başka siyasi makine olmaktan öteye geçemez.
"Nasıl yaşamalı" sorusunun yanıtı, biliyoruz ki, hayatın ritminde gizli. Bize, kendi dansımızı ettiren ezgide. İnsan, tabula rasa değil ama, güzel dansları tekrar edemeyeceksek de, bilmemiz gerekiyor.
İnsanlara anlatmalı
Bilsinler diye insanlara anlatılmalı. Edebiyatla, müzikle, yemekle, dansla...
İnsanlara anlatılmalı ki, " nasıl yaşamalı" sorusunun yanıtı, çağımızın karmaşası içinde, ipucu versin.
Devrimci bir genç mesela, "evet böyle yaşanmalı " desin.
Böyle aşık olmalı.
Böyle gülmeli.
Böyle kavga etmeli.
Kakofoni azalsın
Kendi ritmini, egemen olandan gelen ezgiye uydurmaya çalıştığında, yaşadığın kakofoni, kaçılmaz etkilenir bundan.
Kapitalizmi aşana kadar mahkumuz buna ama, bu kakofoni, azalsın.
Bir önceki dönemde, Che, Nazım'ın dizeleriyle de konuşuyordu, unutmamak lazım.
Onlar haznemizde saklı ama, bu kaosun, karmaşanın ezgisini duymuş insanlığa, başka bir ezgiyi yeniden hatırlatmak gerekir.
Kifayetsizliğimizin eğlenceliği
Ve korkmadan yapmalı bunu. Egemen olanlar, elbette, Bob Dylan'ın şarkı sözleriyle, "kifayetsizlerimizle eğlenecekler, yeteneklilerimizden nefret edeceklerdir".
Korkmamalı. Güzel olan bedavadır çocuklar, demeli. Parayla alıyorsanız, insanlar mutlaka kirletmişlerdir onu, kanmayın yaldızlarına!
Arzularınıza bakın çocuklar demeli. Onu, vermeyin başkalarının emri altına; kirletmesinler arzularınızı.
Ölmeyi bilmek erdemdir
Evet, ölmek, bir zorunluluk olarak karşımıza çıktığında; onu seçmeliyiz. Bu insan olmanın erdemidir, demeli.
Ve saklamamalı. Güzel, tarihsel bir kategoridir ve bir bilimi olmaz güzelin. Simetrinin olur, işte geometri. Karmaşanın da, işte kaos bilimi.
Ama güzel, beşeri ve tarihsel bir kategori. Güzel yok demek değil bu; "mutlak güzel yok" demek. Herkesin bir güzeli var, "anything goes" demek de değil, elbet. Tam tersi, onların ve bizim başka başka güzellerimiz var.
Yine de özerktir insan, bazen ilgisiz bir şeyi de güzel diye düşünür.
Örnekse, güzel; benim aklıma elbette önce Modigliani'nin kadınlarını ve sonra rakıyı düşürüyor.
En güzel rakı Hüseyin'den
Paylaşacağım ikincisi. Benim içtiğim güzel rakılardan biri, Hüseyin'in kendi yapımı olan ve Hüseyin'le içilen rakıydı. Bedavaydı.
Ve hayatta her şey bedava olsun diye, her şey güzel olsun diye, yani dans eden ellerden çıkmaydı. Toprağı bol olsun, Edirne'den Fevzi abimizin.
Bazen, anlaşılmaz konuştuğumuzda, biliyorum, altyazı koyuyor hala, rakı sofralarımıza...
Bizlerin de dansını, onun dansını izlediğimiz gibi izleyenlerimiz olur, belki hayatta. Fevzi abimizi andık, neşe bahsine geçilecek çünkü...
Düzen kuran çekicilik
Neşeyle. Belki bulunur da, Newton Yönteminin Kompleks Sınırlarını gösteren renkli simülatif şekil, konur bu yazının yanına.
Bunca düzensiz görünenin içindeki, düzen kuran çekicileri gösteren resim yani. Ben, Seyyar, "gerçek trajedi ve acı kaygı yaratmaz, gerçek tutku ve coşku da" dediğinde, bu resmi düşündüm.
Milyarları bulan insanlığın içinde, insan teklerinin gerçek trajedisinin neşesini yani.
Neşe, İnsanlığın kendi trajedisine açtığı kapı eşittir: Devrim.
Mahkum olduğumuzu, evrenin sırlarını çözdükçe; tarihsel sınırlarımızı gözledikçe; doğanın düşmanı olarak yaşamaya devam edemeyeceğimizi sezdikçe; anladığımız kapı.
O kapıdan geçilecek, bir evrede. Ya da yok olacağız işte, basitçe.
İnsan dipnot mu?
"Okunacak en büyük insan kitaptır" diyen bir geleneğe, Seyyar, gayet sakin, "insan bu kitapta küçük bir dipnottur" dediğinde.
Bir kez daha mahkum olduğumuzu anladığımız neşe: Devrim.
Şimdi, yeniden, dünyayı yorumlamalıyız bu yüzden. Değiştirmeye çalışmadan, yorumlanamayacağını unutmadan, bir kez daha...
Dans ederken düşenlerin öğrettiklerini arkamıza alarak, bu çekicilerin sınıf mücadelesi olduğundan şüphe etmeden yani.
Çok ilgisiz göründü duyulduğunda ama; dönerek dedim ki birine, "neşeyle döndüm neşeyle..."
Yazı içinde söylemedim. Gerek de yoktu aslında: Engin Geçtan'ın politik fikirleriyle, bu yazıyı yazanın politik fikirleri akraba bile sayılmıyor.
Hele hele, yazarın, hayatı kavrayışındaki tevekkül, karmaşanın bir düzen öncesi düzensizlik olarak değil de, metafiziğe açılan bir pencere olarak kavranmasından doğan bu zamansız varolma isteği, tarafımca estetikleştirilebilir, olarak bile görünmüyor.
Konursa eğer, Newton Mekaniğinin Kompleks Sınırlarını gösteren resim, hayatta başka türlü dans etmenin imkanını ve insanlığın aslında şansını yitirmediğini, elbette benim yorumuma göre, gösteriyor.
Seyyar'ı yazarın politik fikirleri ya da estetikleştirilemez tevekkülü için değil, gündelik hayatlarımıza aktardığı "engin" deneyime, "kendi dansımıza bir ritim ekleyebileceği" için önemsedim ben.
Nasıl yaşamalı sorusu, bu kadar çok meşgul ederken bizi, bu deneyime işaret etmemek, seyyarlığımızdan konuşulurken duymazlıktan gelmek, olmazdı gibi geldi bana.
Ve sanırım, olmaz da...(SE/AD)