Son ‘İstanbul güzelliği kaçamağım’ programımın ilk sırasında Gayrettepe Metro İstasyonundaki “Sessizlikte Diyalog” sergisi vardı. Aralık-2013’de, aynı yerdeki “Karanlıkta Diyalog” sergisinden -halen devam ediyor- büyük keyif almış ve çıkışta ”gerektiğinde empati, biraz empati, hayatın içinde daha fazla empati” demiştim, kendimle girdiğim diyalogda.
“Sessizlikte Diyalog” için geldiğim sergi alanında ilk seansa biletimi aldım. Görevli arkadaşlar lobideki kilitlenebilir dolaplardan birine üst giysi, çanta, telefon ve küpemi koymamı, rehberin geldiğini, grubun da beni beklediğini söyledi.
Serginin girişinde rehberimizle Cem’le ve genç bir çift, iki çocuklu ve tek çocuklu iki kadından oluşan grupla tanıştım. Duvara asılı panodaki telefon yok/konuşmak yok/ gruptan ayrılmak yok vb. içerikli uyarıları Cem, vücut dili-işaret diliyle anlattı bize. Hepimizin yüzüne merakla karışık heyecan yansımıştı, sanki. 60 dakika sürecek gezinti esnasında hepimiz kulaklık takacaktık.
İşaret diliyle anlatmak
Girişten sonraki ilk bölüm “Ellerin Dansı”ydı. Yuvarlak, ışık donanımlı bir masada ellerimizle değişik şekiller yaptık. Rehberimiz kumanda düğmesine bastığında görüntü kararıyor ancak masada ellerimizin son şeklinin fotoğrafı görülüyordu. Ardından girdiğimiz “Yüz Galerisi”nde Einstein, Marilyn Monreo, Jack Nicholson, Kemal Sunal, köpek, Jaws, örümcek vb.nin resimlerindeki yüz ifadelerini canlandırırken çok keyif aldık.
“İşaret Oyunu”, "Türk İşaret Diline" ilişkin temel işaretlerin yer aldığı panolardan yararlanarak rehberimizin istediği sözcükleri işaret diliyle karşımızdakine anlatmaya dayalıydı. “Şekiller Forumu”nda iki gruba ayrıldık ve bizim grup bazı soru cümleleri, zıt kavramlar, bazı fiillerin resimlerinin yer aldığı panolardan yararlanarak anlatmakta başarısız olduk. “Diyolog Odası”na girdiğimizde işitme engelli rehberimizle kuracağımız “sessiz diyolog”da yardımcı olmak için Ukraynalı tercümanımız R. katıldı aramıza. Rehberimize yönlendirilen soru “Doğuştan ya da sonradan mı engelli oldunuz?”, “Ziyaretçilerden beklemediğiniz tepki aldınız mı?” vb. oldu.
Tercümanımız aracılığıyla röportaj talebinde bulunduğum rehberimiz Cem kırmadı beni; sessizce ve tüm içtenliğiyle anlattı kendini ve sergiye dair düşüncelerini.
Cem Barutçu: "Farkındalık yaratıyor"
“Ben Cem Barutçu. 30 yaşındayım. Ailem de işitme engelli. Puanım yetse de çok istediğim halde, hukuk okuyamadım. Anadolu Üniversitesi’nde Felsefe okumaya başladım, olamayınca terk ettim. DEM adlı dernekte Yönetim Kurulu üyesiyim. Türk İşaret Dili öğretmeniyim. Bahçeşehir Üniversitesi’nde bir projede çalışıyorum.
"Serginin oluşum aşaması itibarıyla görev aldım. Açılış itibarıyla koordinatör rehber olarak çalışıyorum. Sekiz rehber arkadaşı elemeyle seçtik. Henüz bir hafta oldu açılalı. Bazı eksikliklerimiz var. Okullar açılınca ziyaretçi sayımız artacaktır. Bir saat sürüyor sergiyi gezmek.
"Çok olumlu tepkiler/yorumlar aldık. Kesinlikle farkındalık yaratıyor, empati kuruluyor. Englli olmayan insanlara bizim konumumuzu anlatmak için uygun bir proje bu. Vücut dilimiz güçlü, ülke insanımızın. İnsanlar bu sergiye niye gelmeli? İnsanlar bizim dünyamızı anlamak için, aramızdaki sınırları kaldırmak için, problemlerin farkında olmak, empati kurmak için gelmeli.
"Diyalog odasında yaşadıklarımızı, biz ülkenin her yerinde mesela hastanede, poliste, mahkemede, okullarda yaşıyoruz. Biz okuyamıyoruz üniversite. Çünkü derse tercümanla katılmak, Türkiye’de yok. Avrupa ve Amerika’da mümkün. Biz derse tercüman getirebilecek olsak bile ücretini kendimiz ödemek zorundayız. Eşitsizlik yaratan bir durum bu. Bize verilecek eğitimde hoca hem alanında yetişmiş olacak hem de işaret dili bilecek. Mesela bize kısa cümlelerle ders anlatılmak zorunda. “
Her ikisine teşekkür ederek yanlarından ayrılıp Taksim’e gitmek üzere metroya binerken bir saatlik sessizlik sonrası her türlü sese hassasiyetimin arttığını fark ettim.
Serginin İstanbul Social Enterprise tarafından, Büyükşehir Belediyesinin ev sahipliğinde, Turkcell ile İstanbul Ulaşım AŞ'nin desteğiyle açıldığını, haftanın 7 günü saat 10:00-19:00 saatleri arasında ziyaret edildiğini, ücretli ancak indirim kategorilerinin olduğunu, bir seansta en fazla 12 kişinin gezebildiğini de ilgilenen okur için eklemeliyim.
Sesi Gündelik Hayat Üzerinden Keşfetmek
Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi (ANAMED)’ne “Günlük Sesler” sergisi için giderken İstiklal Caddesindeki tüm sesler üzerime geliyordu, sanki. Ve beni gündelik hayat üzerindeki sesleri keşfetmeye hazırlıyordu sanki.
Merkezde sergi bölümüne girerken yüksek olmayan tonda ses kakafonisi karşıladı beni. Annesiyle sergiyi gezen 10 yaşlarındaki bir erkek çocuğunun üstünde üç sıra halinde 60’a yakın buton olan düzenekteki düğmelerle oynadıkça değişik sesler birbirine karışıyor ve anlaşılamıyordu ne olduğu.
Sonradan çok detaylı ilgilenip sevecektim; ses tasarımını Ateş Erkoç’un yaptığı Pattu’nun “Duyulamayan (Inaudıble)” adlı yerleştirmesini.
“Duyulamayan ya da duyulmayan istemli ve istemsiz olarak günlük hayatlarımızda maruz kaldığımız pek çok farklı nedenden dolayı duyarsızlaştığımız birçok sesi ziyaretçinin farkına vararak dinlemesi ve kontrol etmesini hedefleyen” yerleştirme düzeneğinde ilk sırada evdeki sesler: kahve değirmeni, kahve makinası, su ısıtıcı, buzdolabı uğultusu, yemek yapma, nem alıcı, mikrodalga fırın, bulaşık makinası, sifon, lavabo, kombi, küvet duş, saç kurutma, televizyon, çamaşır makinası, kapı zili, panjur vb. sesleri içeren butonlar vardı. İkinci sırada ofis sesleri: oda spreyi, asansör müziği, telefon, klima, ofis sandalyesi, cep telefonu, bilgisayar fanı, klavye sesi, mouse, yazıcı, fotokopi makinası, tarayıcı, otomat, floresan, el kurutma, jeneratör, adım sesi çıkaran butonlar vardı. Üçüncü sırada akbil, turnike, yürüyen merdiven, gemi düdüğü, uçak, otobüs, tren, motosiklet, trafik, araba kornası, inşaat, sokak satıcısı, ezan, bar, rüzgâr, yağmur, deniz dalgaları, kuş sesleri yüklü butonları vardı. Enteresandı sesleri kontrol edebilmek. Evde aslında sayılan seslerin en azından on tanesi aynı anda olabildiği halde algımız ses çeşitliliği azaldıkça artıyor, arttıkça azalıyordu.
İkinci ses yerleştirmesi ‘Şehirde Başka Bir Gün Daha' adını taşıyordu. Proje Pattu’nundu. Senaryo ve kurgusu V. Danellis'e, görseller H. Emre Yılmazer'e ait bu çalışmadan sokağa dair üç boyutlu ses ve efektler bana kısa film tadı verdi.
İstanbul'un –rengahenk- sesleri
ANAMED'deki serginin üçüncü ayağı “İstanbul'un Sesleri” projesiydi -ve sanki- dayanağı da R. Murray Schafer’in “Varlığı saptanan bir ses sembolü korunmayı hak ediyor demektir, çünkü ses sembolleri bir toplumun akustik yaşamını benzersiz kılar.” düşüncesiydi. Koç Üniversitesinden bir grup akademisyenin danışmanlığında Pınar Çevikayak Yelmi’nin doktora çalışması olan projenin interaktif haritasını da Hüseyin Kuşçu yapmış.
Kentin seslerini toplamak için önce İstanbul işitsel açıdan incelenmiş, ardından Galata, Karaköy, Beyoğlu, Beşiktaş, Üsküdar ve Eminönü’nde günlük yaşam içinde kent kültürüne dair sesler takip edilmiş ve son olarak da izleyicilerin cep telefonları ve kayıt cihazlarıyla yaptığı oralara dair ses kayıtlarının soundsslike.com adresindeki haritaya eklenmesi. Projenin son aşaması sonlanmıyor, sosyal medya üzerinden devam ediyor yani.
Bir kültürel miras: Ses
Sergi bana öncelikle seslerin bile kültürel miras olduğunun altını çizdi. Sanatçının İstanbul metropolündeki mevcut sesleri kaydetmesi ve sesleri Hüseyin Kuşçu’nun yaptığı interaktif ve tematik İstanbul haritasına yerleştirilmesi gerçekten çok hoş. Haritada yiyecek-içecek, sokaktaki meslekler, zanaat, festivaller, etkinlikler, ulaşım, spor, din vb. temaları var. Mesela Sirkeci’de Kadir gecesinde Sultanahmet Meydanında kurulan cam üfleme tezgâhından gelen sesi ya da tavla oynayan esnafı dinleyebiliyoruz. Gerçekten ilginç bir proje ve keşke her kente her yerleşim yerine yaygınlaşabilse gündelik hayattaki kayda değer bilumum ses mirasına sahiplenmek.
İstiklal Caddesi No: 181 adresindeki sergi ücretsiz. 20 Mart'a kadar açık. Kanımca kaçırılmamalı.
Sessizlikte ve ses kirliliğinde diyalog
Tesadüfen bir gün içinde birbirini tamamlayan ses(sizliğ)e ve her iki durumdaki diyaloğa dair bu iki serginin ilkinde duygusal olarak yoruldum, ikincisinde de aslında sesin ne kadar yorduğunu ama hayatın anlamının önemli bir bölümünün de ses olduğunu düşündüm. (ŞD/HK)