IPS İletişim Vakfı'nın düzenlediği, Kadir Has Üniversitesi'nde gerçekleşen Okuldan Haber Odasına (OHO) 2014 programının ilk günü gazeteci ve yazar Rıdvan Akar'ın "Türkiye'de Habercilik Nereden Nereye" sorusu üzerinden konuşmasıyla başladı.
Akar Türkiye'de medyaya güvenin yüzde 19'a kadar gerilediğini ve bu gerilemenin 2013'ten sonra hızlandığını söyledi.
''Türkiye'de 52 civarında iletişim fakültesi var; 196 üniversite arasında bu sayının 60 ulaşacağı öngörülüyor. 123 devlet üniversitesinin kontenjanlarının fazlalığı da düşünülünce her yıl 8-10 bin mezun veriliyor. Ancak sektör yılda en fazla 300-400 kişilik istihdam yaratabiliyor. ''
Akar'a göre ilk sorun burada başlıyor. Çünkü, medya genişleyen bir sektör değil, aksine daralıyor.
''Bâbıâlî'ye girmek, tutunmaktan zordur''
“Bu daralmanın iki şekli var. Yeni televizyonlar, gazeteler kuruluyor ama yeni istihdam yerine havuz sistemiyle eski çalışanlara yük bindiriliyor. İkincisi ise patronaj stajyer adı altında ya da 1475 iş kanuna göre çalışanları sömürüyor. Sırf meslekte kalabilmek için iki yıl para almadan çalışanlar var.
''Çünkü bana da mesleğe ilk girdiğim zamanlarda söylendiği gibi ‘Bâbıâlî'ye girmek, tutunmaktan zordur’. Bir şekilde girdiğinizde tutunma şansınız var çünkü. Gazetecilik mesleğine girmek isteyen çok insan var; hal böyle olunca meslek içinde rekabet etmek öne çıkıyor. Bu rekabette başarılı olmak kendi entelektüel kapasiteni arttırmaktan geçiyor. Kendinizi diğerlerinden daha farklılaştırabilirsiniz."
Geziden sonra güven hızla düştü
Akar 1990'larda TÜSİAD'ın başlattığı güven araştırmalarının sonuncusunun Kadir Has Üniversitesi'nde yapıldığına değindi, medyaya güvenin 2014’te yüzde 19 çıktığını söyledi. Bu oran 2013’te yüzde 22 idi. 1990'larda ise yüzde 41 idi.
"Demek ki toplumda her 5 kişiden biri gazetecilere ve sektöre güveniyor. Bizden daha itibarsız olanlar ise siyasetçiler. Buna göre gazeteciler 24 yılda itibarlarını yarı yarıya yitirdiler. Neden böyle oldu? İtibar konusunda iki çuvaldız var. İlk çuvaldız biz gazetecilere diğeri ise gazetecileri itibarsızlaştıranlara batırılmalı.
"Bir başka önemli nokta da son bir yılda güven kaybının üç puan birden düşmesi. Üniversite soruyor: ‘Ne oldu da medyaya bu kadar kızdınız’ diye. Ankete katılanların yüzde 47'si medyanın Gezi sürecinde haberleri veriş şeklinden rahatsız olduğunu; yüzde 27'si ise medyaya daha önce güveninin olduğunu ama Gezi sürecinde bu güveninin azaldığını söylüyor.”
"Kendini güvenceneye almak"
Akar “Gezi öncesinde Roboski var” diyor ve Genelkurmay'dan haber gelene kadar medyanın köylülerin bombalanması haberini vermemesi gibi uygulamaların itibar kaybını hızlandırdığını söylüyor.
“Gazeteci Doğan Heper, Cunta döneminde ilk sansür talimatlarının tümgeneral imzası ile geldiğini ancak daha sonra teğmen ve astsubay imzalı belgelerin Milliyet yazıişleri duvarını doldurduğunu anlatmıştı. Tabi 28 Şubat dönemi de bu itibarsızlaşmayı hızlandırdı.”
“Böyle bir ortamda gazeteci özgür ve bağımsız bir gazeteciliği nasıl yapacak? Bunu yapamadığı anda kendi kafasında bir otosansür uyguluyor. Bu haberi vermeyerek kendince bir güvence oluşturuyor.”
İhaleler ve gazeteciliğin sınırları
Akar’a göre itibar kaybı sadece gazetecinin suçu değil.
“Özal döneminde SEKA kağıt kotaları bir ödül ceza sistemine dönüştürülmüştü aynen bugünkü vergi cezaları gibi. Özal 'Türkiye’de 2,5 gazete kalacak, demişti. Serbest piyasa ekonomisine geçiş ile birlikte başka alanlarda para kazanabileceklerini patronların girişimleri de değişti. Gazete patronları meslek için iktidar ile kurulan ilişkileri son derece aşındırdı.
''Şöyle bir üçgen oluşmuştu. Patronun holdingi, bankası ve medyası olacak. Medya holding ve bankayı destekleyecek. Onlarda medyayı finanse edecek. Medya kar eden bir sektör değil. Bugün sadece Kanal D kar ediyor.
''İkitelli'de gördüğünüz bütün medya plazaları Bedrettin Dalan’ın belediye başkanlığı döneminde hibe edilmiştir. Yüzde 40 inşaat yapıldıysa bunun parasal karşılığı da medya patronuna sağlanmıştı. Bedava arsa ve bina sahibi olabildiler. Örneğin Milliyet'te çalışırken enerji dağıtım şirketleri ile ilgili haber yapıyordum. Ben ayrıldıktan sonra haberler kesildi. Sonra öğrendik ki Aydın Doğan da artık enerji dağıtım ihalelerine girmeye başlamıştı.”
Gazeteci kendini yalnız hisseder
Akar bu noktada gazetecinin örgütsüzlüğü konusuna geldi:
“Bizim mesleki güvenliğimiz yok. Patronun iki dudağı arasındasınız. Patronun yatırımlarının olduğu bir mayın tarlasına girdiyseniz işsiz bırakılıyorsunuz. Meslek örgütleri fonksiyonel değil. Gazeteciler sendikasının yeterli sayıya ulaşamadığı için fiilen kapatılması gerekiyor. Sendika sayıyı tutturamıyor ama ‘dünyaya bakın bizim gazeteciler sendikamız var’ demek için Türkiye Gazeteciler Sendikası'nı (TGS) kapatmıyorlar.
''Aydın Engin'in dediği gibi o zaman gazeteciler meslek etiği konusunda kendi normlarını belirliyor ve buna uygun gazetecilik yapıyor. Gazeteciler Cemiyeti idealize edilmiş bir mesleği anlatıyor. Örneğin Doğan Medya Gazeteciliği meslek normların da 18 yerde yasak geçiyor. Şu alanla ilgili haber yapılacaksa holdingden izin alınacak deniyor. Gazetecilik meslek kodlarının tanımladığı ve bu kodlara göre mesleğin icra edildiği bir sektörden yoksunuz. Gazeteci kendisini bu sektörde yalnız hisseder. O sektörde kalmak üzere çabalar.”
Sorular ve yanıtları
Akar sözlerini tamamladıktan sonra OHO katılımcıların sorularını cevaplandırdı.
"Basın iş yasası gazetecilere rahat nefes aldırmıyor mu" şeklindeki soruyu cevaplandıran Akar "Yasa bize ciddi haklar veriyor ancak genellikle son dönemde işe alınanlar 1475 olarak alınıyorlar. Örneğin Doğan grubunda ne zaman ki vergi incelemesi yapıldı ve arkasından iş müfettişleri gelir korkusu oluştu, işte o zaman tüm çalışanlar 212’li yapıldı. Bu hakkı almak çok kolay değil aldıktan sonra da kullandırmamak adına her şey yapılıyor.”
"Köşe yazarlığı vazgeçilmez görülür"
Akar, köşe yazarları ile muhabirlik arasında uçurum oluştuğu ve köşe yazarı enflasyonu konusundaki bir soruya ise Türkiye'de yazılı basında yaklaşık 696 köşe yazarı olduğunu belirterek cevap verdi.
"Çoğu köşe yazarları muhabirliğin gazeteciliğin alamet-i farikası olduğunu söylerler ama köşe yazarlığı da vazgeçilmez görülür. Şunu biliyorum 2001 krizi öncesi 75 bin alanlar o paranın 3’te birine, 4’te birine yazacaklarını patronaja ilettiler sırf konumlarını korumak için.”
Peki Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'nde işleyiş nasıl?
"Orda meslek örgütleri var. Gazetecilere sahip çıkıyorlar. Editöryel özerkliklerini koruyorlar. Bu orada fiili olarak uygulanan bir şey ve hukuk gazetecileri koruyan bir şey. Eğer MİT yasasında yapılan bir değişiklik kanunlaşsaydı; yaptınız bir haber devlet güvenliğini ilgilendiriyorsa hem tutuklanıyorsunuz hem de kaynağı açıklamak zorunda kalacaktınız. Yoksa tutuklama patrona kadar uzanıyor olacaktı.”
"İki örgütlenme çabası"
Örgütlülük için gazatecilerin yapabileceği bir şey yok mu
"İki girişim oldu. İlki 1990’larda Gazeteciler Meclisi’ydi. Etkili oldu ama bastırıldı. 1980'lerde TGS sarı sendika iken bu işin emekçileri tarafından ele geçirildi. Büyük bir rüzgardı ve toplu sözleşme dönemiydi. Ben aldığım paraya inanamıyordum. O zaman İşverenler Sendikası Başkanı Aydın Doğan'dı ve görüşmelere ‘Bu sizinle son sözleşmem’ demiş.
''Biz çok zorladığımızı, bizden yıldığını filan düşünmüştük. Meğer sektörün sendikasızlaştırılacağını kastetmiş. Önce matbaa işçilerini gönderdi. Sonra bölüm müdürlerini çağırdı ve sendikadan istifa edenlere yüksek maaş önerdi. Sadece beş gazeteci istifa etmedi. Bugün bu nedenle sendika etkisiz. 2001 krizinde gazetecilik sektöründe işsizlik yüzde 25'e ulaştı.''
Akar bianet ile ilgili bir soruya ise “bianet 14 senedir başka bir iletişim mümkün diyerek çizgisini koruyor. Muhalif olmak konusuna sürdürülebilir olmak öne çıkıyor. Geziden sonra ortaya çıkan yayınlar faaliyetini sürdüremediler. bianet’in başarısı bunun uzun soluklu olması" dedi.
"Medyanın bittiği an"
''Yandaş medya'' ile ilgili sorulara da cevaplayan Akar "Bu iktidarın kendisinden öncekilerden farkı olarak Özal'ın yapamadığı medyanın dizaynını gerçekleştirmiş olması. Özal patronları bağlamayı sağlamaya çalıştı. Bu iktidar ise kendi patronajını oluşturmak üzere hareket etti. Sabah gazetesi Vakıfbank ve Halk Bankası kredilerinin iki katı kredi verilerek Çalık'a aldırılması. Tüm yayınların maniple edilmesi. Muhalif olanlarında işten çıkarılması. Doğan grubuna 4.5 milyar vergi cezası kesilmesi. Ama şunu anlamakta zorlanıyorum. İlk 10 içindesiniz. Başbakan ile konuşurken telefonda ağlıyorsun. Medyanın en zavallılaştığı an o andır.” (ZY/HK)