Bu yazımda size bulduklarımı ve öğrendiklerimden söz edeceğim. Aslında bu araştırmamda; önceki yazılarda söz ettiğim yerlerde "neden buraların gerçek birer müze" olmadığı sorusunun yanıtını arıyordum. Çünkü gezdiğim dolaştığım o yerleri oluşturan kişilerin, hemen hepsi anlattıklarının bir yerinde bu işin çeşitli "zorlukları"ndan ama özellikle de "bürokratik sıkıntıları"ndan söz ediyorlardı. Bu nedenle örneğin "Müze" sözcüğünü kullanamadıklarından yakınıyorlardı.
"Devletin korunması"
O nedenle önce bu işin mevzuatını araştırdım. Gördüm ki "korumacı" yaklaşım başka alanlarda olduğu gibi "devletin korunması" anlamına geliyordu.
Anlayabildiğim kadarıyla "Uluslarası Müzeler Konseyi (ICOM)"un genel düzenlemeleri çerçevesinde ama "ülkemizin özel durum ve koşulları"na uygun bir müzecilik yapılabilmesi için üç önemli mevzuat bu alanı düzenliyor.
* Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu Kanun Numarası: 2863 (Yayımlandığı R.Gazete : Tarih : 23/7/1983 Sayı : 18113 )
* Özel Müzeler ve Denetimleri Hakkında Yönetmelik (Resmi Gazete Tarihi: 22.01.1984 Resmi Gazete Sayısı: 18289)
* Milletlerarası Müzeler Konseyi (İCOM) Türkiye Milli Komitesi Yönetmeliği (Resmi Gazete Tarihi: 11.12.1970 Resmi Gazete Sayısı: 13691)
"sınırlamalar ve kısıtlamalar" manzumesi
Araştırmayı yaparken rastladığım; İlber Ortaylı'nın Sadberk Hanım Müzesi'nin kurucusu ve yöneticisi "Sevgi Gönül"le ilgili yazdığı " Bir müzecinin portresi " başlıklı yazıda "Koleksiyonlarını evinin dışına, herkesin önüne taşımaya karar verdiğinde; 'Özel Müze Yönetmeliği' taslağıyla zamanın kültür bakanının önüne çıktı. Çok kişi değil, hemen herkes bu özel müze işine kulp taktı. Daha ilginci, taraftar olanlar da nereye kadar taraftar olacaklarını bilmiyorlardı. Anane meselesi; müze ve koleksiyon dediğin devletin kılıcı altında gezilirdi." değerlendirmesini yapıyor ve yazının sonunu da "Özel müzecilik bir hizmettir, gönülden yapılırsa ülke sınırlarını aşan etkileri görülür. Bu bir meslektir. Hayat boyu sürecek bir meşguliyettir ..." diyerek bağlıyor.
Bugün Topkapı sarayı Müzesi'nin başında olan ve yıllarını bu alana vermiş bir insanın bu değerlendirmesini bu alanda çaba sarf eden pek çok kişi de paylaşıyor. Söz konusu yasa ve yönetmelikler neredeyse bir "sınırlamalar ve kısıtlamalar" manzumesi olarak bu ülkeye ve insanın hizmet veriyor.
97 "özel müze" var!
Vatandaşına güvenmeyen ve tarihin, kültürün araştırılmasından aslında "pek de hazzetmeyen" bir devlet yaklaşımı nedeniyle olmalı Kültür Bakanlığı'mızın İnternet sayfasındaki "özel müzeler" başlıklı bölümde adları sıralanmış yalnız 97 "özel müze" bulunuyor.
Bakmayın onların adlarının "özel müze" olmasına. Çoğu aslında Kültür Bakanlığı dışındaki; Başbakanlık, Milli Eğitim, Ulaştırma, Sağlık Bakanlığı gibi Bakanlıklar, Genel Kurmay başkanlığı gibi Askeri yapılar, İl valilikleri, Belediyeler, Üniversiteler ve özel yasayla kurulmuş kamu kurumu niteliğindeki yapılar gibi "resmi devlet birimleri"ne ait müzeler. Bazı vakıflar, sendikalar, bankalar da aslında bunların arasında yer alması gereken "kurumsal" yapılar. Gerçek özel müzelerin sayısı çok az.
Kültür Bakanlığı'nın verdiği listeye göre "özel müze"lerimiz şunlar:
Ankara Ülker Zaim Müzesi, Antalya Suna-İnan Kıraç Kaleiçi Müzesi, Aydın Fatma Suat Orhon Müze ve Sanat Evi, Çanakklale Adatepe Zeytinyağı Müzesi, Çanakkale Hadımoğlu Konağı Türk evi Etnoğrafya (Müze), Erzincan (Kemaliye) Ali Gürer Özel Müzesi, İstanbul Ayşe ve Ercüment Kalmık Müzesi, İstanbul Haluk Perk Müzesi, İstanbul Rahmi M. Koç Sanayi Müzesi ve Sadberk Hanım Müzesi, Burgazada Sait Faik Abasıyanık Müzesi, Sakıp Sabancı Müzesi, İzmir Yaşar Resim Müzesi ve Sanat Galerisi, Konya A.R. İzzet Koyunoğlu Şehir Müzesi, Marmaris- Halıcı Ahmet Urkay Müzesi.
Pek çok "müze" niteliğindeki yapı listede yok
Araştırmamda bunlardan bazılarına ilişkin bilgilere de ulaştım.Görüldüğü üzere bunların arasında medyadan bildiğimiz pek çok "müze" niteliğindeki yapı yok.
İnternetteki bu araştırmamda "Erzincan Kemaliye Ocak Köyü Özel Müzesi" 'nden, işadamı Hilmi Nakipoğlu'nun, topladığı 900 fotoğraf makinesini "Nefus Nakipoğlu Zihinsel Engelliler Okulu"nda oluşturduğu müzede sergilediğini öğrendim.
Fotoğraf makinesi deyince aklıma yılların usta fotoğraf sanatçısı "İsa Çelik" ve atölyesi geldi. Onun atölyesinde de hemen tümü çalışır durumda yüzlerce fotoğraf makinesi ve fotoğrafla ilgili çeşitli araç gerecin yer aldığı, aynı zamanda inanılmaz bir arşivi barındıran "atölyesi" aklıma geldi.
Kültür Bakanlığı'nın listesinde adı olmayan ama web sitesinin bir başka bölümünden öğrendiğim " Şefik Bursalı Müze Evi " de aslında bu işe gösterilen ilgiyi göstermesi bakımından bana ilginç geldi.
Sonra lisenin son sınıfında okuduğum bir "özel okul" gibi olan, Tarihi bir yapı içinde eğitim, öğretimini sürdüren ve geleneği olan Kabataş Erkek Lisesi'nde "okul müdürü"nün odasının karşısındaki "müze bölümü" aklıma geldi.
Ben bu okuldan mezun olduktan yaklaşık 15 yıl sonra 1999 yılında açılan ve lisenin geçmişten gelen obje ve belgelerini yeni ve gelecek kuşaklara aktarmak amacıyla okul yönetimi tarafından oluşturulan ve Yıldız Üniversitesi Müze BölümBaşkanı Sayın Prof.Dr.Tomur Atagök'ün yönlendiriciliği ile açılan okul-müze aklıma geldi.
İlk Müzecilik Bölümü
Bu bilgiyi araştırırken daha önce ismini bile duymadığım Yıldız Teknik Üniversitesi'nin Sanat Tasarım Fakültesi bünyesinde kurulan ülkemizin ilk Müzecilik Bölümünü ve yukarıda adını andığım "Prof. Tomur Atagök"e ulaştım.
Bu işin bilimini yapan bu değerli insanın müzeler ve müzecilik konusundaki görüşleri yaklaşımları ve önerdiği işlere ilişkin bilgi edinince, rastlantıyla ilgilendiğim bu konunun önem ve boyutunun bir defa daha farkına vardım.
Bu değerli insan "Prof. Tomur Atagök" bu konuyu ele aldığı temel bir yazısında "eşit eğitim hakkını toplumun tüm kesimine yaygınlaştıramamış az gelişmiş, ya da hızlı değişmekte olan toplumlarda kültürel bilinçlenme yaşama dürtüsünün gerisinde kalmaktadır.
Bu toplumların devlet yöneticilerinin önceliği, maalesef UNESCO önerilerine/convention'larına attıkları imzalara rağmen kültürel değil ekonomik kalkınmadır. Bu olumlu girişimlerin birçok ülke tarafından benimsenmesi, kalkınma planlarında kültür ile ilgili hedefler belirtilse de, toplumların kültürel okur-yazarlığı belli bir düzeye gelmedikçe kalkınma ekonomi ile sınırlı kalmaktadır".
Tomur Hoca yaptığı genel durum saptamasını "Topraklarında çok zengin bir kültür birikimi bulunan ülkemiz, insana gereken bilgilendirmeyi ve bilinçlendirmeyi sağlayamaz. Çünkü müzelerimiz bu konuda ne eğitim ve iletişim uzmanlarına, ne de bir programına sahip değildir. Diğer bir ifadeyle, UNESCO toplantılarında önerilere imza atmamıza karşın ülkemiz, herhangi bir hareket planı yapmış değildir. Yapılmakta gecikilmiş hareket planı, hızla gündeme getirilmeli ve eyleme geçilmelidir. Yoksa kültürel talan şiddetini giderek arttıracak ve kimliksizliğe sürüklenen genç nesiller yurttaşlık bilincini hızla kaydedeceklerdir" diyor.
Atagök bunun ardından somut önerilerini de sıralamış, söz konusu yazısında. Onunla da kalmamış Prof. Atagök; arkadaşlarıyla birlikte 1999 yılında "İstanbul Sanat Müzesi Vakfı" nı da kurmuş Bu vakıf bir çağdaş modern sanat müzesi kurma çabasında.
"Bir ülkenin okullardan önce müzelere gereksinimi var"
Tabii bu arada "Sunay Akın"ı ve onun çabasıyla kurulan ilk "oyuncak müzesi"ni unutmamak gerekir.
Sunay Akın Cumhuriyet gazetesinde 26.2.2006 tarihinde yazdığı "Müzeciliğin geleceği" başlıklı yazıda "Gelişmiş ülkelere baktığımızda, müzecilik konusunda bizden ileride, çok ileride olduklarını görürüz. Ülkemiz, o ülkelerin çektirdiği toplu fotoğrafta yer almak istiyor ve bunun için de yoğun çaba harcıyor; pek çok yasal düzenleme yapılıyor, her konuda önümüze konulan 'ayar'lar büyük bir iyi niyetle yerine getirilmeye çalışılıyor. Soru şu: Avrupa Birliği'ne üye ülkeler önce ekonomilerini düzelttiler, yani argodaki deyişle 'parayı buldular' da sonra müzelerinin yetersiz olduğunu fark edip 'Nasıl olsa paramız var' diyerek bu konuda düzenlemeler mi yaptılar; yoksa, önce müzeleri kurdular ve o müzelerden geçen nesiller mi o varsıllığı oluşturdular?
"Sorunun yanıtı hiç şüphesiz ki müzelerin önceliğindedir. Bu pencereden baktığımızda, ülkemizin önüne konulan hedeflere varacak olan çocuklarımıza müzelerin önemini anlatmak, en önemli konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü toplumlar müzelerden, kütüphanelerden, kültür merkezlerinden geçerek aydınlığa ulaşırlar" diyor.
Yazının devamında da gereksinimin ne olduğunu net olarak ortaya koyuyor: "Bir ülkenin okullardan önce müzelere gereksinimi vardır."
"Elektronik ortam müzeleri"
Yasal sınırlılıklar, bu iş gerekli niyet ve emeğin çokluğu, elektronik ortamın olanaklarıyla birleşince, bir şeyleri biriktiren ve onları toplumla paylaşmak isteyenlerin önüne bambaşka bir ufuk açıldı: "Elektronik ortam müzeleri".
Yıllar önce yazdığım "Bir Dermatoloji Müzesi Kurmaya Ne Dersiniz?" başlıklı yazımın "ilham ve tahriki"yle, yıllardır büyük bir dikkatle biriktirdiği bu tıp alanına ilişkin çeşitli belge ve bilgileri bir " İnternet müzesi " şeklinde ortaya koyan; hocam, meslektaşım ve abim, Sevgili Doç Dr. Adem Köşlü'nün kanımca ülkemizdeki ilk elektronik ortam müzesi, bugün çok gelişmiş örneklerini gördüğümüz bir yolu açmış oldu.
Bunların en önemlilerinden birisi Sanal Müze Koç, Sabancı, Eczacıbaşı gibi bir çok büyük sanayicinin aslında devletin kurduklarından çok daha büyük ve faal hale gelen "özel müzeler"in İnternet sayfalarını da bunlara ekleyince başlı başına bir "yeni alan"la karşılaşıyor insan.
Beş yazıdan oluşan "özel müzeler"le ilgili bu küçük yazı dizisini yine Sunay Akın'ın sözleriyle bağlayalım:
"Bir ülkenin en önemli zenginliği insanıdır. Türkiye bu 'hammadde' konusunda çok zengin bir ülkedir. Anadolu''yu oluşturan senfoni ve çok renkliliğin meclisi öncelikle müzeler olmalıdır. Demokrasi kültürünün temelleridir müzeler. Çocuklarımız, kendilerine öğretmek istediğimiz hoşgörü, farklı olana saygı, medeniyetler arasında köprü kurma gibi değerleri müzelerden geçerek alacaklardır. Bu yüzden okul çatısından çok, müze çatısına ihtiyacımız vardır." (MS/KÖ)