Hürriyet'ten Ömer Erbil'in 26 Eylül'de yer alan haberine göre uzmanların hazırladığı raporlarda Topkapı Sarayı içler acısı bir halde olduğu ortaya çıkmış.
Hazinelerin sergilendiği Fatih Köşkü gibi yapılar tehlike nedeniyle kapatılmış. Taşıyıcı duvarlarında yarıklar oluşmuş.
Koruma Kurulu'na gönderilen uzman raporunda geçmişteki restorasyon çalışmalarının sorunlar yarattığı, duvarlarda ve kubbelerde çok geniş yarıklar oluştuğu, yapıların hafif bir depreme dahi dayanamayacağı belirtilmiş.
Daha önce çay bahçesinde gerçekleşen duvar çökmesinden sonra aynı hatta bulunan duvarlarda da deformasyonlar görülmüş. Kültür ve Turizm Bakanlığı bu nedenle proje çalışmalarını hızlandırmış. Bakan Nabi Avcı sarayı kurtarmak için gerekli talimatların verildiğini söylemiş. İşin takipçisi olacağını söylemiş.
Sıradan restorasyon projelerinde yarıklar, çatlaklar projelerde gösterilir, neredeyse otomatik olarak bunlara enjeksiyon yöntemiyle beton doldurulur. Bu defa artık beton doldurulmayacakmış. Nitekim fotoğraflarda yarıkların, çatlakların dolgulardan özenle temizlendiği görülüyor.
Bilinen bir medya operasyonu tarzı: Önce sorunu göster, sonra çözümü. "Topkapı Sarayı tehlikede, çöküyor" falan diye bir başlık atılıyor. Ertesi gün beklenen açıklama geliyor: "İşte sarayı kurtaracak eylem planı".
Kamuoyu rahatlatılıyor. Sorun böylece bir uygulama meseleymiş gibi gösteriliyor. Açıkçası ne zaman Topkapı Sarayı ile ilgili bu tür medya operasyonlarını görsem, rahatlamak şöyle dursun, büsbütün rahatsız oluyorum.
Hatta aynı konuda sürekli tekrarlanan operasyonların asıl sorunları gizlemeye yaradığı kuşkusunu taşıyorum.
Evet, dünyada eşi bulunmayan, değeri ölçülemeyecek bir anıt yapının sorunları herkesi ilgilendiriyor. Peki sonra ne oluyor? Sorunlar çözülmüş mü oluyor?
Hayır. Sorun eski hamam, eski tas devam ediyor. Sorun unutulunca, yeniden hatırlatılıyor. Bakanlar talimat veriyorlar. Sorunların takipçisi olacaklarını söylüyorlar.
Bu operasyonlarda gözlerden uzakta kalan ise yapılan işin nasıl yönetileceği oluyor, genellikle. Bu alanda sanki bir sorun yokmuş gibi. Kimse de kalkıp “bu sorun öyle talimatlarla falan çözülmez” diyemiyor.
Oysa bırakalım bir müzenin yönetimini, mühendislik konuları bile son derece deneysel ve sürekli gözlem yapmayı gerektiren konulardır.
Kimi yerde çatlaklar depremsellik tarihi hakkında önemli bilgiler verir. Yığma yapılarda yüzlerce yıl içinde hareketlilik olabilir, depremler de bu deformasyonlara sebep teşkil edebilir. Bunların hepsinin sürekli kaydının tutulması, gözlenmesi, incelenmesi gerekir.
Topkapı Sarayı gibi zaman içinde gelişmiş bir mimari bütün içindeki yapılarda bazen depreme karşı koruyucu bile olabilirler. Önemli olan çoklu ve kritik bir temsil ilişkisi kurmaktır. Bu da hiçbir zaman proje ve uygulama sistemini birbirinden ayıran piyasa sistemiyle, siyasetçilerle bürokratların patronajı altında gerçekleşmez.
Bu nedenle "durmuş bir saat gibi" rastgeldiğinde doğruyu göstermek yetmez. Asıl mesele bir şeyler apaçık görülürken, karanlıkta kalanların fark edilmesidir.
Bu haberden gördüğüm kadarıyla çatlakların üzerine sıva yapılmış. Kim ne zaman, ne amaçla, nasıl yaptı, o da bilinmiyor. Dünyanın hiç bir yerinde müzeler siyasetçiler veya bürokratlar tarafından talimatlarla yönetilmez.
Bakanlık da asıl sorunun farkında ki, başkan atıyor. Ancak başkanın hiçbir yetkisi yok. Tamamen göstermelik. Müdür ise bürokrat.
Kapsamlı bir sorunla karşı karşıyayız. Çünkü Topkapı Sarayı'nın bir yönetimi yok. Dünyanın hiçbir yerinde bir müze, bir kültür merkezi bürokratlar tarafından yönetilemez. Yalnızca mimarlık mirasının korunması için değil, değerinin iyi bilinmesi, iyi yönetilmesi için de yeniden yapılanma şart. Mutlaka bağımsız bir danışma kurulu, özerk bütçesi, çok işlevli bir yönetim organı olması gerekir.
Saray, hem müze, hem eşsiz bir kültür mirası. Birbiriyle ilişkili olarak işlevlerin dengelenmesi, birbirini desteklemesi için yaratıcı, içine uzmanlıkları alan, işbirlikleri geliştiren bir yönetim modeline ihtiyaç var.
Mukaddes Emanetler, Haremağaları Koğuşları, Mutfaklar, ek binalar... bunlarda gerçekleştirilen restorasyon projeleri birer felaket.
Bir yönetim planı, bir yönetim organı bile yok.
Bağımsız uzmanlık kuruluşları, yaratıcı faaliyetleri sağlayacak kurumlar ile bir ilişkisi de yok.
Ziyaretçi, kültürel etkinlikler planı ile fiziki özelliklerinin korunması hassas dengelerin gözetilmesini gerektiriyor.
Projeler sponsorlarla, restorasyonlar ihaleler ile yapılamaz. İhale ile elde edilen projelerle, müteahhitler tarafından gerçekleştirilen restorasyonlarla Topkapı Sarayı gibi bir dünya mirası değil, sıradan bir kültür kurumu bile yönetilemez.
Mutlaka misyon odaklı bir organlaşma gerekir. Kurumun kendi zekasını üretmesi, benzerleri ile ilişkiler kurması, hafızasını kendisinin koruması zorunlu. Topkapı Sarayı gibi bir müzenin bir laboratuvar gibi bir çalışma alanı olması gerekir. Benzerleri gibi bir uluslararası deneyimleri paylaşması, tıpkı üniversite gibi çalışması gerekir.
Evet, Topkapı Sarayı yönetilemiyor. Ama hangisi yönetiliyor?
Ayasofya da... Şimdi harabe biçiminde şehrin ana meydanında kalmış olan AKM de yönetilemiyordu, açıkçası yıllardır hiçbiri yönetilmiyor.
Burada çalışan personel ne kadar fedakarca çalışırsa çalışsın, siyasetçiler ne kadar önem verirse versin, iyi yönetilmiyor. Ne doğru dürüst bir restorasyon, ne başarılı bir sergileme, ne ziyaretçilerle tatmin edici bir iletişim kurulabiliyor.
Böylesine önemli bir dünya mirası bu yöntemle yaşatılamaz. Topkapı Sarayı bu yönetim modeliyle geleceğe taşınamaz. Ancak her musibetten bir hayır doğabilir. Eğer Topkapı Sarayı'nı doğru dürüst yönetmeyi öğrenirsek, bu konuda elde edilen deneyim kamu yönetimlerinin nasıl çalışması gerektiğine ışık tutabilir.
Topkapı Sarayı'nı bu durumdan kurtarmak gerekiyor. Dünyadaki örneklere bakılsa, mesele gayet iyi anlaşılıyor. Bizim gibi ülkeler dışında, dünyada nerede Topkapı Sarayı gibi yönetilen bir müze, bir kültür kurumu var? Aciliyetle, hiç zaman kaybetmeden bildiğimiz bürokratik devlet yönetiminin işleyiş mantığının ötesine geçmemiz gerekiyor. (KG/HK)