Akademisyen Nuriye Gülmen “İşimi istiyorum” pankartıyla Yüksel Caddesi’ne çıktığında tarih 9 Kasım 2016'dıydı. Aynı taleple öğretmen Semih Özakça ile 9 Mart 2017’de başladığı açlık grevi bugün 308. gününde.
Gülmen ile açlık grevinin 307. gününde Ankara’daki evinde buluştuk. Yatağının yanında nergisler var, başüstünde Yüksel Direnişi'nden fotoğrafı asılı, camın dışı da ziyaretçilerin getirdiği çiçeklerle dolu.
Tutuklu ve Hükümlü Aileleri ile Dayanışma Derneği (TAYAD) üyesi olan 71 yaşındaki Mehmet Güvel de Küçük Armutlu'da başladığı açlık grevini Gülmen'in yanında sürdürüyor.
Eylemi, talepleri, motivasyonunu, destekleri konuştuk.
"Bugün açlık grevi bir yöntem olarak tercih ediliyorsa bu gerçekten diğer bütün yol ve yöntemler tükenmiş olduğu için tercih ediliyor. İnsanların bizim açlığımıza alışıyor olması ihtimali beni çok korkutan bir şey" diye anlatıyor. Başvurdukları OHAL Komisyonu’ndan henüz yanıt yok ama o “İşe iade edilmemizi isterlerse yaparlar ne OHAL ne KHK’ya ihtiyaç duyarlar” görüşünü paylaşıyor.
Söz Nuriye Gülmen’de.
TIKLAYIN - Semih Özakça: O Golü Atmak İstiyoruz
“Muhataplara söyleyecek yeni bir şeyimiz yok”
Açlık grevinin 307. günündesiniz. İşinize iade talebinizin muhataplarına 300. günü aştıktan sonra ne söylersiniz?
Muhataplara söyleyeceğimiz şey 307, 427 gündür söylediğimiz şey. Onlara yeni bir şey söylemiyoruz; işimizi geri istiyoruz. Net ve sade, basit, karşılanabilir, insanları 307 gün aç bırakmaya değmeyecek bir talebimiz var; işimizi istiyoruz.
“Bylockta hata yapmışız geri döndürüyoruz” diyorlar. Bu kadar basit bir şey aslında insanları işine geri döndürmek. Bunu yapmalarını bekliyoruz.
Bunu çok büyük bir mesele haline dönüştürdükleri için kendileri bunu şu an bir irade savaşı, karşılıklı bir şey olarak görüyorlar o yüzden de yapmak istemiyorlar.
Muhataplara yönelik söyleyeceğimiz yeni bir şey yok, açlığımızın anlattığının dışında.
“Komisyon kararı olsaydı elimize bir şey gelirdi”
Tutuklanmanızdan önce hükümet yetkilileri ile ailelerin görüşmeleri de oldu. Olumlu yorumlanan görüşmelerin ardından tutuklamalar geldi, hükümet içinde de farklı kanatlar olduğu yorumları yapıldı. OHAL Komisyonu başvurunuz henüz yanıtlanmadı. Bunlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Çok kararlı adımlar atmıyorlar, çoğu zaman ne yaptıkları belli değil gibi de görünüyor. Ama son kertede bize bugüne dek işimizi geri vermediler. OHAL Komisyonu’nun kararları bir posta açıklandı gibi görünüyor. İlk postada bizim olmamız gerektiği iki bakanın görüşüydü, bu bakanlıkların da görüşleri hiçe sayılarak biz ilk değerlendirmeye alınmamışız gibi görünüyor şu an için. Net bir bilgi olmamakla birlikte herhalde karar alınmış olsaydı şimdiye dek elimize bir şey gelirdi diye düşünüyoruz.
Kendi içlerinde de tutarsız davranışlar sergilediklerini söylemek mümkün. Ama faşizm tespiti yapıyorsak eğer, çok tutarlı davranmak zorunda değil, çok tutarsız da davranabilir. Saldırganca ve zulüm uygulayan bir sistem olduğunu biliyoruz, o yüzden şaşırtıcı değil tüm bunlar.
“Sonuna kadar zorlama var”
Semih Özakça taleplerin karşılanması için son ana dek bekleme eğilimi olduğunu düşündüğünü söyledi. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Sonuna kadar zorlama var. Bunun şöyle bir tarafı var; eylemin açlık grevi olması. Onlar açısından eylemin ölüm orucuna dönüşmemiş olması, böyle bir deklarasyonun yapılmamış olması var. Bu, şu anlama geliyor onlar için, hala bir aşamada bırakılabilir bir eylem diye görüyorlar bence ve “Şu an iyi görünüyorlar şu an için çok endişelenecek durum yok kötülerlerse bakarız ama şimdilik biraz daha zorlayalım” gibi şeyle yaklaşıyor olabilirler.
Bir aşamaya dek eylemi bırakacağımızı, bırakmaya zorlayabileceklerini düşünüyor olabilirler. Bunca saldırıdan sonra bırakmamışız bu saatten sonra böyle bir beklenti içinde olmalarını da çok makul bulmuyorum ama dediğim gibi bir mantık çerçevesinde hareket etmelerini beklemiyorum. Ben de sonuna kadar zorlayabileceklerini düşünüyorum.
“İsterlerse yaparlar”
2. bir OHAL Komisyonu kararları dalgasından bahsediliyormuş. Onun içinde olabileceğimiz söyleniyor. İnsan bunları düşünmeye başladığı zaman bir süre sonra işin içinden çıkamaz hale geliyor. O yüzden biz hep şey diyoruz; esas olan direniş.
Öyle bir şey olur ki çözmek isterler ve ne OHAL komisyonu ne KHK’ya ihtiyaç duyarlar. O kadar basit ki yasaları falan çiğnemek onlar için. Bugün bunu çok kolay bir şekilde yaptıklarına hepimiz alenen şahidiz. Ne masumiyet karinesi dinliyorlar, en temel insan haklarını. Hukuki hakları tamamen çiğneyerek hareket edebiliyorlar. O yüzden çok basit şeyler onlar için.
Bizi işe döndürmek isterlerse anında döndürürler hiç mesele olmaz. Bunu da başka kimse mesele etmez. O yüzden aslında usul nasıl olacak, ne zaman olacak bunların hepsi ayrıntı, yeter ki onlar yapmak istesin bir yolunu bulacaklardır.
İsterlerse yaparlar.
“Yüksel direnişini izleyip şaşırıyorum”
Yüksel Caddesi’ndeki eyleminizin ikinci gününde konuştuğumuzda “'Açığa alınmış akademisyenim' diye bağırınca gözaltına alındım. Bugün gidip oturacağım, muhtemelen tekrar gözaltına alınacağım.” demiştiniz. Öyle de oldu ama çıkmaya devam ettiniz. Sanki süper kahraman gibi ama normal bir insansınız sonuçta. Hep bir direngenlik haliniz var mıydı? Direniş neleri değiştirdi sizde?
Ben de şimdi Yüksel direnişini izliyorum, mecburen videolardan takip ediyoruz, ve şaşırıyorum her gün aynı kararlılıkla çıkıyorlar, her gün acayip dayak yiyorlar, sanki kendim o süreçlerden geçmemişim gibi şaşırıyorum. Sonra diyorum ki bu insanlar kahraman falan değiller hepsi tanıdığım insanlar, ben de değildim elbette.
Ama şu vardı kafamda “gözaltına alınabilirim ve alınırsam tekrar çıkacağım”. O yüzden senin o soruna bu kadar net cevap vermiştim.
Ben kişilik olarak çok direngen, çok inatçı biri değilimdir aslında. Nasıl biriyim? Hatta biraz fazla rahatımdır yani. Benim için elbette bu eylemle birlikte bir şey de oldu. Kendi aramızda konuşuyoruz hepimiz ayrı dönüşümler yaşadık diye. Ben de dönüştüm bu eylemle birlikte, değiştim. Çok direngen biri falan değildim.
“Hiçbir şey yapılmasaydı çok korkunç olurdu”
Nasıl oldu? Bugün aslında kahramanlık üzerine ben de düşünmüştüm. Şey diyordu bir yerde “Kahramanlık yapman gereken zamanda yapman gereken şeyi yapmandır aslında”. Öyle bir şey.
Bir şeyi yapman gerektiğine inanıyorsan eğer, o zaman OHAL zamanıydı mesela ve işten atılmıştık bir şey yapmamız gerekiyordu. Bir başkasına sorarsan hiç de gerekli görülmeyebilir ama benim açımdan şöyleydi; mutlaka bir şey yapılması gerekiyordu.
Benim gözaltına alındığım zamana dair korkunç bir tablo çiz deseniz o burnumun kırıldığı falan zamanları görmem, ama eğer hiçbir şey yapılmasaydı, o kadar emekçi işinden atılmış, o kadar ilerici, KESK’li memur işinden atılmış ve basın açıklamaları dışında, verilen büyük ama altı doldurulamayan sözlerin dışında bir şeyin yapılamadığı bir durum bence çok korkunç olurdu.
Bugün Yüksel direnişi gerçekten bizim onurumuzu kurtardı, Türkiyeli emekçilerin onurunu kurtardı diye düşünüyorum.
“Adalet duygum çok sarsılmıştı”
O açıdan çok inanıyordum bir şey yapılması gerektiğine. Arkası çok kalabalık, çok anlattım, davada da anlattım. Kısaca söylemem gerekirse önceden de zulme uğramış olarak tarif ediyorum kendimi. Çok adaletsizlik gördüm çalıştığım süre boyunca.
Biraz böyle adalet duygum güçlü, çocukluktan gelişmiş. Beni köklerimden bugüne, bu direnişe bağlayan şey ne diye sorarsanız direngenlik vesaire demem ama adalet duygumun gelişmiş olması diyebilirim. Ve iyiye olan inanç. Bu ikisi aslında bence bugünle arasındaki bazı kuran şeyler.
Adalet duygum çok sarsılmıştı. Çalıştığım süre boyunca bir sürü şey yaşamıştım. Soruşturmalar vesaireler, daha önce de işten atıldım bir sürü şey geldi başıma, işe geri döndüm sonra tekrar açığa alındım, bu sefer Fethullahçılık yakıştırması üzerinden bir soruşturma geçirdim. Artık sesimi çıkarmasam ben kendime olan saygımı yitirirdim yani.
“Siz kimsiniz ki bizi işimizden atıyorsunuz”
Davada da anlatmıştım bunu; karşılarına çıkıp şey demek istiyorum; "Ya siz kim oluyorsunuz da bu kadar insanı atıyorsunuz, asıl suçlu sizsiniz". Ahmet Şık’ın söylediği gerçek var ya yani, böyle çıplak gerçeği yüzlerine söylemek istiyor insan. Evet, mafya gibi hareket ediyorlar ve suçlular, kesinlikle çok suçlular. Halka karşı çok büyük suçlar işlediler bundan çok eminim. Bence bunu çok insan biliyor Türkiye’de.
İnsanların açlıktan öldüğü bir ülkeden yaşıyoruz işin böyle bir boyutu var bir de bunun hırsızlığı vesairesi var, cebimizden çaldılar, hayatımızdan çaldılar, doğamızdan her şeyimizden çalıyor bu adamlar, çok suçlular. O yüzden “Siz kimsiniz ki bizi işimizden atıyorsunuz” yani. “Sen kimsin” yani. Sen bir önce kendine bak. Bugün yargılansan sana verilecek ceza buradan Fizan’a yol olur. Bitecek şey değil, gelmişler bizi işimizden atıyorlar.
Biz o kadar haklı o kadar meşruyuz ki kendimi böyle bir yerde görüyorum. Aslında bu direngenlik vesairenin dayandığı bir siyasi bir temel olduğunu söyleyebilirim; karşıdakini tanıma, nasıl bir ülkede yaşadığını bilme ve bugüne kadar belki biraz kişisel tarihimin de getirdiği şeyler ve tarihsel olarak da haklı olduğumuza duyduğum büyük inanç.
Çok büyük bir inanç var biz haklıyız onlar karşısında. Hem siyasal olarak haklıyız çok yanlış bir yerde duruyorlar, hem ezen ezilen ilişkisi açısından biz ezilenler her zaman haklı olduğumuzu biliyoruz. Böyle bir pozisyonda bir şey yapmak gerekiyordu, buna çok inanıyordum. Öyle bir şeyle çıktım. Ve bunlar oldu. Ben de açıkçası böyle olacağını beklemiyordum.
Beklemediğiniz kişilerden, kurumlardan gelen destekler, beklediklerinizden gelmeyen destekler oldu mu?
O kadar çok yerden destek geldi ki bunların çoğunu beklemiyordum. Türkiye’deki emekçilerin desteği çok şaşırtıcı değil ama çok ünlü adamların bizim için açıklama yapmasını filan beklemiyordum. Ken Loach, Costa Gavras yaptı mesela. Bunlar bizim için açıklama yapsalar keşke diye hayal etsem aklıma gelmezdi. Kişisel olarak kendim için değil elbette ama direnişimiz için çok kıymetli. Onlar biraz şaşırtıcıydı. Onun dışında yapar dediğim ama yapmayan da şu an hiç aklıma gelmiyor.
“İlk gün de umut besliyordum”
Muhalefet üzerinde bir baskı var, "haklı olmak yetmiyor ne yapsak olmayacak" hissi de ender değil, sizin ise eyleme devam etmeniz “İşimizi alacağız” demeniz umut beslediğinizin göstergesi. Bu umudun kaynağı ne?
Umudun kaynağı inanç herhalde. En başta da umutluydum, bence bu halka duyulan inançtan gelen bir şey. Bir şey yaparsan eğer bunun asla boşa çıkmayacağını biliyorsun. Öyle bir şey.
İnsanlar zannediyorlar ki, açlık greviyle birlikte 60. günden sonra duyuldu da biz böyle şey olduk. Ondan sonrasını biliyor insanlar öncesini bilmiyorlar. Ama biz ilk gün de çok büyük bir umut besliyorduk, ben oraya çıktığım ilk gün de umut besliyordum. Sonra Semih geldi.
İlk gün çağrı yaptım benimle birlikte üç tanesini hiç tanımadığım beş kişi gözaltına alındı. “Ben giderim bir şey yaparım da acaba yalnız kalır mıyım” düşüncesinin artık yersiz bir düşünce olduğunu anlamıştım.
Şöyle olmuştu; ben duruyordum, polis geldi dedi ki “Orada duramazsın”, hemen bir kadın arkadaş geldi, öyle zannedildiği gibi OHAL var, çok korkunç ,herkes çok korkuyor falan olmadı, kadının biri geldi dedi ki; “Sokak burası istediğimiz gibi bekleriz size ne oluyor”, benden önce resti çekti polise. Ben de tabi ki dedim. Etrafımı bir sürü polis sarmış, sürekli orada bekleyemeyeceğimi falan söylüyorlar ama yok insanlar geldi dayanışma gösterdi o kadınlardan biri benimle gözaltına alındı. Yıllardır görmediğim bir arkadaşım çıktı geldi benimle birlikte gözaltına alındı.
“Üç kişi beş kişi benim için o umudu beslememe yetti”
Bir şey yaptığınızda o karşılık buluyor. Neden buluyor? Bu herkese dokunuyor. Bu sadece size dokunan bir şey değil. Yüz bin emekçi işinden atılmış, insanlar işinde atılma tehdidiyle çalışıyorlar, çok büyük bir baskı altında, gerçekten insanların üstüne basan bir şey var. O kadar bunalmış ki insanlar böyle yırtıp atmak istiyorlar. Ben o psikolojiyi gördüm.
Sonra devam eden gözaltılarda da bunu çok iyi gördüm. Çıkıp geliyor, hiç tanımadığım biri yani, “Hocam bugün de ben alınacağım sizle” diyor. Niye? Çünkü artık ona da tak demiş, o da bir şey yapmak istiyor, benim yanımda olmak bir şey evet ama bir şey yapmak istiyor insanlar.
Böyle yani işte üç kişi beş kişi dersiniz ama o üç kişi beş kişi benim için o umudu beslememe yetti. O umudu büyütmeme yetti. Yani zaten içimde halka duyduğum inancın karşılıksız kalmayacağını dair umut vardı ama yaşadığım şeyler onu gerçekten çok büyüttü.
Hep anlatıyorum ama, şöyle insanlar çok çıktı, bir iki örnek değil; gelip özel olarak teşekkür eden “Bu süreçte benim tekrar ayağa kalkmamı, tekrar yataktan çıkmamı sağladınız” diyen bir sürü insan oldu.
Umudu büyüttüğümüz gibi bir sürü insanın da yeniden umut beslemesine vesile olan bir eylem oldu. Şimdi bu umudun kaynağı da milyonlar. Bize şu çiçekleri getiren insanlar, her gün mesaj atan insanlar, halk yani. Bu soruyu soran insanlara tavsiye ediyorum, halka inanmak direnişlerin en temel taşıdır, halka bir kere inanmayagörün, bir kere harekete geçin, o umut içinizde duyduğunuz küçücük şey yeşerecek kocaman olacaktır, o insanlarla birlikte daha da büyüyecektir.
“Biz oralarda olmalıyız”
Akademideki sorunlar ortada, akademisyenler adliyelerde, duruşma salonlarında. Akademiye döndüğünüzde nelerle karşılaşabilirsiniz? Eylemlilik süreciniz akademide karşılaşılan sorunlara karşı farklı mücadele yöntemlerini düşündürdü mü?
Çok farklı bir mücadele yöntemi, böyle bir direniş olmak zorunda elbette değil ama daha önce de denediğimiz ve yeniden denenmeye değer yöntemler olduğunu düşünüyorum.
Akademi bir sorunlar yumağı, işime döndüğümde tekrar sarmalın ortasında bulacağım kendimi. Öğrenciler açısından da son derece sorunlu bir yer. Ama hayatın her alanı öyle. Nerede çalışırsanız, nerede yaşarsanız, nerede ekmeğinizi kazanmak isterseniz, ne yapmak isterseniz mücadele etmek zorundasınız. En ufak bir şey bile emek gerektiriyor, gündelik hayatınızı devam ettirmeniz için de minimum bir emek harcamanız gerekiyor.
Mücadele edeceğiz elbette. Ama şu daha kötü; atılan insanlardan “artık işte akademi çok da şey değil, yani döneceğiz de ne yapacağız, bir taraftan iyi oldu atıldığımız çünkü artık akademide nefes alamıyorduk” diye şeyler duyuyorum. Öyle bir rahatlığı da ben biraz kaçmak için yapılan bir şey olarak görüyorum.
Öğrencilerin böyle bir alternatifi yok. “Ben aslında üniversiteye gitmesem” dese ne kadar gitmeyebilir, ne kadarı buna alternatif yaratabilir bilmiyorum ama çok ciddi bir alternatifleri olduğunu düşünmüyorum çocukların. Gitmek zorundalar ve birilerinden ders alacaklar. Kimlerden alsınlar? “Biz orada nefes alamıyoruz biz olmayalım kimlerden alabiliyorlarsa alsınlar”.
Bugün AKP’nin doldurmak istediği bütün eğitim kadrolarında kimlerin olduğunu görüyoruz. Kendisine düşman, muhalif gördüğü kimseler olmasın da kim olursa olsun. Dersi veren tecavüzcü müyüş, istismarda mı bulunurmuş, çocuk psikolojisinden anlamaz mı, şiddete meyili mi var? Bunların hiçbiri onların umurunda değildir. Bizim çocuklarımız onların umurunda değil. Bizim çocuklarımız sadece bizim umurumuzda. O yüzden biz oralarda olmalıyız. Kendi çocuklarımız için olmalıyız gerçekten.
“Mücadelenin yöntemi bulunur”
Akademide mobbing vesaire gibi yaşadığımız ve yaşayacağımız şeylerin dışında ne tür sorunlarla karşılaşacağımı biliyorum. 50/d sorunu var, güvencesizlik var, iş güvencemizin tamamen elimizden alınacak olması sorunu var, performansa dayalı çalışma var. Bunlar bütün emekçilerin yaşadığı sorunlar, sadece akademisyenlerin, eğitim emekçilerinin değil bütün emekçilerin yaşadığı çok kapsamlı sorunlar.
Bunlara karşı meclisler kurmalıyız, o kadar canlı dinamik mücadele yöntemlerimiz olmalı ki düşündüğüm zaman beni çok heyecanlandırıyor. Tartışmalıyız, konuşmalıyız, çözümler üretmeliyiz. Çok şey yapabiliriz. Bunun için araçlarımız da var aslında. Sendika gibi araçlardan bahsediyorum ama maalesef sendikalar mücadeleyi tatile çıkarmış durumdalar onun için bunların hiçbiri ilgi alanlarına girmiyor. Bizim kendi sendikamızdan bahsediyorum DİSK vesaire de öyle ama memur alanında KESK’ten bahsediyorum.
Mücadelenin yolu ve yöntemi bulunur yeter ki insanlar bir şey yapmak istesinler. Çok yöntem olduğunu düşünüyorum dediğim gibi beni çok da heyecanlandırıyor. İşime geri dönmek bir taraftan işimi yapmak, doktorama devam etmek, bir çalışma üzerinde yoğunlaşmak, tezimi yazmak, bütün bunlarla birlikte de emekçilerin sorunlarıyla ilgili bir şeyler yapmak bunlar beni çok heyecanlandırıyor. Dört gözle bekliyorum yani.
“Beraber direniyoruz beraber üstesinden geleceğiz”
Gündeme dair neler söylemek istersiniz?
Barış İçin Kadın Girişimi’nin duruşması vardı bugün [Kadıköy'deki destek açlık grevi eylemi nedeniyle yargılanan kadınlar ilk duruşmada beraat etti]. Onlara buradan selam göndermiş olayım. Dayanışmamız baki elbette. Bizler onların elbette yanlarındayız. Zaten hep beraberiz. Ve bundan sonra da dayanışma içinde olacağımızı düşünüyorum.
Bunun gibi pek çok insan gözaltına alındı, sosyal medyada paylaşım yaptığı, Nuriye Semih dedikleri için çok fazla insanın birçok şeye uğradığını biliyoruz. “Bizim yüzümüzden” başlarına iş gelen insanların hepsine dayanışma ve sevgilerimi iletmiş olayım. Herkes sağolsun varolsun.
Ama bu zaten bizim direnişimiz, herkes biraz kendini koyarak, kendini burada varederek bu direnişi sahiplendi. Kimsenin de bu yüzden gocunduğunu düşünmüyorum, “Onların yüzünden” diye düşündüğünü de hiç düşünmedim şimdiye kadar.
Beraberiz, beraber direniyoruz, beraber zulme uğruyoruz. Hep beraber de üstesinden geleceğiz.
“Yüksel direnişi beni çok heyecanlandırıyor”
Mesajlarınız kimlere ve nelerdir?
Birincisi Yüksel direnişçilerine, dostlarımıza, biz onlardan farklı değiliz, Yüksel direnişçileri bizi de kapsıyor. Bugün gerçekten çok büyük irade gösteren muazzam bir enerji inanç ve coşkuyla o alana her gün iki defa çıkan şey var kitle var. Beni gerçekten çok heyecanlandırıyor.
Geçen gün Seyri Sokak’ın bir röportajı vardı orada diyorlardı ki “İyi ki zamanın akıllısı değiliz, evet böyle dışarıdan bakınca bir avuç deli burada bir şey yapıyor gibi görünüyor burada ama biz iyi ki deliyiz bu devrin delisiyiz.” Öyle bir coşkuyla çıktılar alan çok hoşuma gitti izlediğimde.
Bugün gerçekten Yüksel direnişi diye bir şey varsa bu Semih’le bizim başlattığımız şeyden daha ziyade bizim tutuklanmamızdan sonra davam ettirilen irade sayesinde. Acun Karadağ, Veli Saçılık, Nazan Bozkurt, Gülnaz Bozkurt, İlke Işık, Simge Aksan, Perihan annemiz başrollerde. Onların sayesinde devam eden bir şey var, bir tarih yazılıyor. Onlara çok selam olsun.
“Alışmak da mümkündür ama olmasın”
İkincisi, alışmayın diye bir mesaj yayınlamıştım geçenlerde. Açlık çok ilerledi gerçekten, insanlar günleri sayıyor. 300-301 günler ilerliyor… İnsanların bizim açlığımıza alışıyor olması ihtimali beni çok korkutan bir şey.
Bu biraz açlığın ilerlemesinden kaynaklanıyor aslında. Çok ilerledi. 300 gün, 400 gün boyunca bunu takip eden, bununla yaşayan insanlar, buna bir yerinden dokunup uzaklaşanlar gibi birçok şekillerde ilişkilenen insanlar var. Herkesin bir tecrübesi var direnişimizle ilgili. Farklı şeyler yaşıyordur insanlar, alışmak da bunlardan bir tanesi. Alışmak da mümkündür ama olmasın.
Çünkü açlık grevi zaten bir kopuş yaşansın diye, bu adaletsizlik karşısında insanlar şunu düşünsünler diye; “Ya bak insanları ekmeklerinden etmişler” desinler, bunun farkına varsınlar diye.
Söz hükmünü yitirmiş çoğu zaman. Anlatmanın eğer farklı bir aracı olsaydı, daha kolay bir yolu olsaydı biz açlık grevini tercih etmezdik. Bugün açlık grevi bir yöntem olarak tercih ediliyorsa bu gerçekten diğer bütün yol ve yöntemler tükenmiş olduğu için tercih ediliyor. Hem halka anlatmakta hem de muhataplara söylemekte. Öyle bir noktada biz açlık grevine başlamışız.
Yükseltmişiz talebimizi, sözle söylemişiz, anlatmışız ama sonrasında şöyle demişiz halka; bakın bu bizim çok şeyi feda edebileceğimiz bir şey, biz bununla onurumuzu korumaya çalışıyoruz.
Bunu çok güçlü şekilde ifade etmeye çalışmışız ve sonra bu pek çok insanda kopuşa neden oldu. Bugün tam tersine dönüşürse, bir alışmaya, açlığa alışmaya dönüşürse, bu kopuşun aksine bir şeye dönüşürse o zaman bizim yapmak istediğimizin tam tersi bir şey olur. O yüzden alışmamak lazım.
“Saliseler bizim için zulüm”
Biz bu direnişi hiçbir zaman ajitasyon yüklü bir şeye dönüştürmek istemedik. “Eriyoruz bitiyoruz” falan diye bir şey yapmak istemedik, bugün de yapmak istemiyoruz ama şöyle bir gerçek var; biz evet gün gün eriyoruz. Bugün ölüme yaklaşıyoruz. 300 günü aşmış bir açlık var.
Biz çok iyiyiz çünkü moralimiz çok iyi, çünkü direniyoruz bu yüzden iyiyiz ama fiziken çok iyi değiliz. “Nedir sağlık durumunuz?” diye soruyorlar. 307 gündür boğazımızdan lokma geçmemiş, beslenmiyoruz yani, aç olmak anlamında söylemiyorum ama beslenmiyoruz, vücudumuzu beslemiyoruz. Tek kasımız kalmadı. Bu durumda devam eden bir direniş var. Bunun insanlara anlattığı bir şey olmalı.
O yüzden ısrarla vurguluyorum bir gün daha, bir saniye daha, beslenmediğimiz her an bizim daha çok canımızdan gitmesine sebep oluyor. O yüzden “301. gün zulüm” demiştim, saliseler bizim için zulüm.
Gerçekten şu an arkama yaslanarak durmaya çalışıyorum çünkü kollarımla birlikte çok uzun konuştuğum, enerji sarfettiğim için üst kısmımda müthiş bir acı çekiyorum şu an, şu konuşmayı yaparken acı çekiyorum.
“Aslolan direniş”
Böyle bir direniş. Evet acı çekiyoruz, bedenimiz eriyor, bütün bu gerçekliklerle devam eden bir direniş. Biz hep direniş kısmını ön planda tuttuk şimdiye kadar çünkü aslolan direnişin kendisi.
Gözaltına alındığım ilk günlerde söylemiştim, canım yanıyordu, çok da alışkın değildim ilk günler, dayak yemişim, demiştim ki “Çektiğimiz fiziksel acılar geçer, ama onurumuz zedelenmesin, onun şeyini acısını yaşamak o geçmeyecek bir şey.” Öyle görüyoruz. Aslolan direniş dediğimiz için bu acılara o yüzden katlanıyoruz.
Bugün de aynı şeyi söylüyorum; aslolan direniş. O yüzden zaten biz kazanacağız. Çünkü onlar kazanamayacaklar. Birincisi, haksız oldukları için kazanamayacaklar ikincisi de her zaman direnenler son sözü söylemiş şimdiye kadar.
Son sözü biz söyleyeceğiz onlar söylemeyecek. Onlar haksız oldukları için öyle küçük hesaplarla, hilelerle, saldırılarla, yalanlarla, demagojilerle saldırırlar ve bunlarla kazanmaya çalışırlar, ama direniş usulca kendi yolunda ilerler. Bakarsınız onlar çok haklıymış gibi görünür, bakarsınız insanlar onları haklı görüyormuş gibi zannedersiniz ama direniş böyle sessiz de olsa çok bir şey söyleyemesek de, mesela tutsaktık böyle konuşma imkanımız yoktu kendimizi anlatamıyorduk, ama direniş devam ediyordu. Öyle bir şey işte.
Direniş devam ediyor. Kendi yolunda ilerliyor. Ve bu onun kazanacağının en büyük kanıtı. Bağırıp çağırmıyor bizim direnişimiz. Bizim direnişimiz yalan ve demagoji üzerine kurulu değil, çok basit gerçekler üzerine, çok temel haklar üzerine kurulu bir direniş. Biz çok haklıyız, biz çok meşruyuz, biz çok halkız, bu halkın içinden çıkmış bu halkın evlatlarıyız, çok doğal bir şey yapıyoruz. Ekmeğine saldıran birine “hoop” diyorsun yani, “çek elini ne oluyor” diyorsun, bu kadar basit bir şey yaptığımız. Bunu da herkes görüyor o yüzden kesinlikle biz kazanacağız.
Güvel: Onlarla beraberimTutuklu ve Hükümlü Aileleri ile Dayanışma Derneği (TAYAD) üyesi olan 71 yaşındaki Mehmet Güvel Küçük Armutlu’da başladığı açlık grevini Gülmen’in yanında sürdürüyor. Güvel şöyle seslendi: “Nuriye ve Semih’in haklı direnişlerinin kazanılması için süresiz açlık grevine başladım. Bugün 193. gün. Onlar ne zaman kazanırsa ben de bedeli ne olursa olsun sonuna kadar onlarla beraber gideceğim. Biz burada haklı bir dava için direniyoruz. Bizim görevimiz bu, direneceğiz. “ |
Nuriye Gülmen hakkında
1982’de Kütahya'da doğdu. Üç kardeşler. Üniversiteye dek Kütahya’da okudu. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nde Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nden mezun oldu.
2006-2009 yılları arasında Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı bölümünde yüksek lisans eğitimi aldı.
2012’de Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı (ÖYP) kapsamında Konya Selçuk Üniversitesi'ne yerleşti, aynı yıl Eskişehir Osmangazi Üniversitesi'nde görevlendirildi. 2012 Mayıs ayında siyasi suçtan yargılandığı bir davadan 109 gün Sincan Kadın Kapalı Hapishanesi’nde tutuklu kaldı. Daha sonra bu davadan beraat etti.
“Nazım Hikmet’in Ferhad ile Şirin ve Yusuf ile Menofis Oyunlarında Toplumcu Gerçekçilik Bağlamında Yenidenyazma” başlıklı yüksek lisans tezini 2 Şubat 2015’te tamamladı.
Yüksek lisans tez çalışmasını tamamlamış olmasına rağmen azami süre içerisinde yüksek lisans eğitimini tamamlayamadığı gerekçesiyle ilişi kesildi. Eskişehir İdare Mahkemesi’nde açtığı davayı kazandı ve işine dönmeye hak kazandı.
Eylül 2016’da göreve döndükten bir gün sonra hakkında "FETÖ-PDY (Fetullahçı Terör Örgütü- Paralel Devlet Yapılanması)" iddiasıyla açılan soruşturma gerekçe gösterilerek görevden uzaklaştırıldı.
9 Kasım 2016’da “İşimi istiyorum” pankartı ile Ankara Yüksel Caddesi’ndeki İnsan Hakları Anıtı önünde eyleme başladı.
6 Ocak 2017'de yayınlanan Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında ilan edilen 679 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edildi.
Çevirisini yaptığı Franz Kafka’nın “Milena’ya Mektuplar” ve Herman Hesse ve Thomas Mann’in “Mektuplar” kitapları Timaş Yayınları’ndan çıktı. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası üyesi.
23 Mayıs 2017'de Semih Özakça ile birlikte tutuklandı.1 Aralık 2017’de tahliye edildi. Mahkeme aynı zamanda örgüt üyeliği suçlamasıyla 5 yıl hapis cezasına, cezanın artırımla 7,5 yıla çıkmasına, indirimle 6 yıl 3 ay cezasına karar verdi. (BK)