Atölye'nin üçüncü oturumu "Neoliberalizme Kamusal Direnişler" başlığı altında gerçekleşti. Pek çok eylem ve protestoya sahne olan geçtiğimiz birkaç yılın ardından Türkiye'de muhalefetin nasıl şekil değiştireceği üzerine fikir yürüten panelistler, kamusal alanın geçmişten günümüze nasıl değiştiğinden bahsetti.
Galatasaray Üniversitesi'nden Buket Türkmen'in başkanlığındaki oturumun ilk üç konuşması kamusal alanın neoliberal düzende değersizleştirilmesi ve yeniden inşası üzerine yoğunlaşırken, son iki konuşmada ise kapitalist sistemin verdiği sözleri tutamamasının yarattığı hayalkırıklığına ve internetin kamusal alanın bir parçası olmasının konjonktüre olan etkilerine değinildi.
Başkent Üniversitesi'nden Simten Coşar'ın sunusu "Neoliberalizmin Kamusal Görüntüleri", İstanbul Üniversitesi'nden İnci Özkan-Kerestecioğlu'nun sunusu "Feminizmin Kamu Talebi: Neoliberal Zamanlarda Politikanın İmkanı", Carleton Üniversitesi'nden Gülden Özcan'ın sunusu "Neoliberal Kamu ve Örgütlü Emeğin Lağvedilmesi" ve Doğuş Üniversitesi'nden Aslı Vatansever'in sunusu ise "Liberilizmin Tutmadığı Sözleri ve Siyasi Hayalkırıklığı" başlıklarını taşıyordu.
Coşar: "Vatandaşlık hakkı meta haline geldi"
Oturum, Başkent Üniversitesi'nden Simten Coşar "Neoliberalizmin Kamusal Görüntüleri" adlı çalışmasını sunmasıyla başladı.
Neoliberal düzenin Türkiye'de kamusal alanı nasıl yeniden şekillendirdiğini kronolojik bir şekilde anlatan Coşar'ın sözleri, kamunun tanımının yapılmasına da yardımcı oldu. Coşar kamuyu toplumsal cinsiyet, emek ve sosyal güvenlik bağlamlarında tanımladı.
Kolektif eyleme imkan sağlaması ve hak temelli karar alma sürecine katkıda bulunması kamunun esas görevleriyken, Coşar'a göre 1980 darbesinin yarattığı 'şok terapi' sebebiyle Türkiye'de kamunun bu özellikleri yok oldu.
Coşar, neoliberal zemin üzerine kurulan yeni kamunun mali düzlemde 'özelleştirme', ekonomik düzlemde 'muhafazakarlaşma' ve sosyal düzlemde 'şahsiyetçi otoriter' bir yüze sahip olduğunu söylüyor.
1990'lı yılların bu yeni düzene yönelik bir geçiş süreci olduğunun altını çizen Coşar, 2000'li yıllara geldiğimize ise gördüğümüz 10 yıllık AKP iktidarının neoliberalizmin yerleşikleştiğini ve kamunun reformasyonunun tamamlandığını gösterdiğini belirtti: "Her değer piyasalaştı ve kamusal alan depolitisizasyona uğradı."
Tüm muhalefet yollarının kesildiğini ve sessizleştirildiğini söyleyen Coşar'a göre aslında zamanla buna çok da gerek kalmayacak çünkü kamusal alan gittikçe muhafazakarlaşıyor. Coşar, bu muhafazakarlaşmanın1980'li ve 90'lı yıllarda özellikle sanatsal ve sosyal alanlarda başlatıldığını, günümüzdeki durumun bu zemin üzerine kurulduğunu söyledi.
Coşar'ın dikkat çektiği bir nokta da toplumsal cinsiyet politikaları oldu. AKP'nin feminizm karşıtı olduğunu açıkça belirttiğini söyleyen Coşar'a göre kadınlar günümüzde kamusal alanın bir parçası zira iktidar, kadının kamusal alanda görünür kılınmasını istiyor. Coşar, kadınları görünür kılmanın daha modern bir ülke profili çizme konusunda önemli olduğu için desteklendiğini söylese de aslında yeni düzende kadına da yeni (ve daha değersiz) bir rol çizildiğini ve kadının o role uydurulmaya çalıştığını söylüyor. Bunun en açık örneği olarak Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı'nın Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'na dönüşümünü veriyor. Kadın, aile bağlamı dışında kamuda varolamıyor.
Neoliberalizmin kamudaki yansımalarından Coşar'ın verdiği son örnek ise birbirlerine bağlı kavramlar olarak gördüğü emek ve sosyal güvenlikti: "Sosyal güvenlik ve vatandaşlık hakkı artık satın alınabilen bir meta haline geldi." Emek temelli örgütlenmelerin 1980li yıllardan itibaren Türkiye'de pasifleştirildiğinden bahseden Coşar, bu sayede sivil toplumun sivilden çok ticari bir yapı kazandığını söyledi.
Özcan-Kerestecioğlu: "Feminist isyan evcilleşiyor"
İstanbul Üniversitesi'nden İnci Özkan-Kerestecioğlu ise Türkiye'de kadın hareketlerinin evrimini kamusal alan ile ilişkilendirerek anlattı. "Feminizmin Kamu Talebi: Neoliberal Zamanlarda Politikanın İmkanı" başlıklı çalışmasında 1980 sonrası Türkiye'de feminist hareketin ne ölçüde meydan okuyabildiğini sorguladı.
Türkiye'nin kuruluşundan beri 'verilmiş' kamusal alanda (invited public sphere) kadına yer verildiğini söyleyen Özkan-Kerestecioğlu, eğitim ve siyaset örneklerini verdi. Kadını görünür kılmaya karşı çıkmayan devlet, kadınla ilgili sorunları ise özel alana sıkıştırdı. Özkan, bunun aslında olumlu olduğunu, çünkü özel olanın politikleşeceğini belirtti.
1980 sonrasında pek çok diğer topluluk gibi feministler de kamusal alanlarını yeniden inşa etmek durumunda kaldılar. Özellikle Türkiye'de yetmişli yıllarda sol hegemonyanın baskısı altında kalan kadınlar, bu dönemde yaşadıkları deneyimler sonucu kapitalist sistem karşıtlığının patriarka (ataerkil yapı) karşıtlığıyla tam olarak paralel olmadığını gördüler. 1970'lerin devrimci atmosferine kapılan kadınlar kendi sorunlarını göz ardı etmiş, hedeflenen devrime eriştikten sonra patriarka ile savaşabileceklerini düşünmüşlerdi.
Özkan, bu hayalkırıklığından beslenen kadınların, 1980 sonrası dönemde bilinç yükseltmeye çalıştığını söyledi: "Bu bilinç yükseltme çalışmaları sayesinde dayak, taciz, tecavüz, iffet, namus gibi konular özel alanın mahreminden çıkartılıp kamusallaştırıldı."
Kadınların feminist söylem için yarattığı kamusal, yeni bir siyaset yapma biçiminin ortaya çıkmasını da sağladı. Feministler hiyerarşi, şablon, slogan olmayan ve rotasyon ile ikna odaklı bir siyaset yapma biçimini benimsediler. Özkan, bu yöntemin ülkede siyaset yapma biçimlerini dönüştürücü bir özelliğe sahip olduğunu da söyledi.
1990'lar ise feminizmin kendine inşa etti kamusal alanın kemikleştiği döneme denk geliyor. Özkan bunun için Mor Çatı örneğini verdi: "Kadınlar için sığınma evi kurmak gibi aslen devletin yapması gerekenleri kendileri yapmak zorunda kalan kadınlar böylece mücadeleleri esnasında enerji ve pusula yitimi yaşıyor." Sadece bununla yetinmeyen kadınlar, pek çok yasal değişiklik talebinde de bulundu. Ancak Özkan, mücadelenin dönüştürücü özelliğinin kaybedildiğinden de şikayetçi. Özkan'a göre feminist isyan 'evcilleştiriliyor' ve kadın hareketi arasında günümüzde oluşan hiyerarşi, feminist hareketin birliğini bozuyor.
Özcan: "AKP kendisini bile ticari ürün olarak pazarlıyor"
Carleton Üniversitesi'nden Gülden Özcan ise "Neoliberal Kamu ve Örgütlü Emeğin Lağvedilmesi" başlıklı tezini sundu.
Türkiye tarihi boyunca 'emek' kavramının kamusal alandaki yerinin nasıl değiştiğini kronolojik bir şekilde açıklayan Özcan'a göre kamusal alan maddi dünya ile sosyalleşmemize yarayan bir bölge haline geldi. Yurttaşların bir araya gelerek kendilerinin üretmesi gereken bir alan, günümüzde kapitalist sistemin tasarladığı bir yapı haline geliyor.
Özcan'a göre endüstri ve sermaye, AKP iktidarı sırasında diğer kamusal alanı tamamen domine etti. Bu dönemde etrafımızda görebildiğimiz her şeyin ticari bir ürün haline geldiğini belirtti: "AKP kendisini bile bir ticari ürün olarak pazarlıyor. Partinin ismi ve logosu adeta piyasaya sürülen bir ürünmüşçesine hesaplandı."
Emeğin değersizleştirmesi amacıyla medya üzerinde hegemonya yaratıldığı ve şehirlerin AVM'lerle doldurulduğunu söyledi: "Günlük hayattan proleterya ile ilgili her şeyin siliniyor, işçi sendikaları aciz bırakılıyor." Özcan'a göre günümüzde kamuyu domine eden endüstriyel yapı, proleteryanın varlığına doğrudan tehdit oluşturuyor. İşçinin hayatı, günümüz AVM dünyasında ticari bir mal haline geliyor.
Vatansever: "Şarkı sözleri, komünist manifestodan etkili"
Doğuş Üniversitesi'nden Aslı Vatansever, liberalizmin tutulamayan sözleri ve hayalkırıklığı siyasetinden bahsetti. Vatansever'e göre eskiden devrimci kelimesinin solcu ve Marksist bir çağrışımı varken, günümüzde devrimci olmak bu bağlamda değerlendirilmiyor. Vatansever, sistem karşıtlığının solcu-Marksist bağlamdan çıktığını düşünüyor: "Şarkı sözleri, komünist manifestodan daha etkili."
Sistemin ya tamamen değişmesinin ya da yok olmasının gerektiği bir noktaya geldiğini belirten Vatansever, bunun sebebinin ise kağıt üzerindeki liberal teorinin pratikte kapitalist sistem ile uyuşmaması olduğunu söyledi. Kapitalist sistem, liberalizmin vaatlerini gerçekleştirme konusunda sınıfta kalmıştı.
Vatansever, Occupy hareketine de dikkat çekti. Kamusal alanlarda 'fiziksel' varlık göstererek işgal yöntemiyle eylem yapmanın "ben buradayım!" demek için önemli ancak yalnızca geçici bir yöntem olduğunu düşünen Vatansever'e göre, siyaset yapma yöntemini değiştirecek boyutta eylemler düzenlenmesi şart. Bu noktada Vatansever teknolojinin yeni muhalefet sistemlerinde önemli bir rol oynyacağını düşünüyor.
Eski moda sokak direnişine karşı siyasi hacker'ların başını çektiği 'hacktivist' hareketlerin çoğaldığını söyleyen Vatansever, bu akımlardan umutlu olduğunu da ekledi.
Vatansever'in siber aktivistlerin etkinliğine olan inancı, 2011 yılında orta doğuda başlayıp dünyaya yayılan eylem ve protesto ateşini başlatan kıvılcımın Wikileaks olduğu hakkındaki inanışı hatırlattı.
Ghazarian : Apolitik ama rahatsız bir gençlik
Civilitas Vakfı'nı temsil eden Salpi Ghazarian ise Vatansever'in anlattığı bağlamda Ermenistan'daki durumu değerlendirdi. "Yeni Eylemcilik: Siyaseti Reddetmek, Protestoyu Kucaklamak" başlıklı bir sunum yapan Ghazarian, kendinden önceki konuşmacıların açıkladığı bağlamda günümüzde Ermenistanlı gençlerin muhalefet biçimlerinden bahsetti. Ermenistan'da 1987'de yapılan protestoları anlatarak konuşmasına başlayan Ghazarian, önce bazı tarihi bilgiler vererek dinleyicilere Ermenistan bağlamını sunmuş oldu.
Günümüzde Ermenistan'da düzenlenen eylemlerin tamamen facebook odaklı olduğunu söyleyen Ghazarian, bu eylemlerin de siyasi bağlamdan uzak olduğunu söyledi. Ermeni gençler genelde doğal, ekonomik ve sosyal sorunları protesto etmek için bir araya geliyorlar. Ancak Ghazarian, bir şeyleri protesto etmenin siyasi veya hukuki değişim sağlamakla aynı şey olmadığına dikkat çekiyor.
Medyanın kesinlikle güvenilmeyecek halde olduğunu da söyleyen Ghazarian insanların bilgi almak için yoğunlukla facebook'u kullandığı, protesto ve yürüyüşlerin de eylemden çok bilgi alışverişi amaçlı düzenlendiğini belirtti: "İnsanlar bu yürüyüşler sayesinde bir araya gelip sağlıklı bilgi alış verişi yapıyorlar; medyadan alınan bilgiye değer veren yok."
Ghazarian, ülkesindeki sorunların Sovyet kontrolü altındaki dönemde siyasilerin devlet yönetmek ve siyaset yapmak gibi kavramları tam olarak öğrenememesinden kaynaklandığını düşünüyor: "Ülkeyi kendi kendine nasıl yöneteceğini tam olarak bilmeyen hükümet, Sovyetlerden ayrılmanın hemen ardından ekonomik kriz, kapalı bir sınır kapısı ve savaş ile birleştiğinde ne yapacağını şaşırdı." Ghazarian'a göre liderlik bilgisi olmayan hükümet, halkın çağrılarına da kulak tıkadı ve yok saydı. Böylece Ermeni halkının hükümeti ve siyasetçileri eleştirmeyi işlevsiz bir eylem olarak görmeye başladığını söyleyen Ghazarian, yeni neslin ise deneyimsiz ancak kendine güven dolu olduğunu belirtti.
Yeni neslin etkinliklerine örnek olarak Ghazarian 2010 yılında bir parkın yıkılıp yerine bina inşa edilmesinin ve aile içi şiddet sonucu hayatını kaybeden bir kadının katilinin hiçbir suç almamasının protesto edilmesini gösterdi.
Ghazarian, günümüz hareketlerini "politik değil, demokratik" görüyor. Ghazarian'a göre bu politik değil demokratik olan yapı, İnci Özkan-Kerestecioğlu'nun Türk kadın hareketlerini anlatırken açıkladığı sisteme çok benzer bir şekilde hiyerarşi olmayan, rotasyonun desteklendiği, sloganlardan arınmış bir hareket. Apolitik bir gençlik bazı kesimlerde endişe uyandırsa da, aslında bu da olumlu bir duruma tamamlanabilir: "Politiği reddetmek endişe verici ancak gençler kelimeyi reddediyor, fikri ise kucaklıyor."
Ghazarian böylece yeni neslin apolitik değil, "politik" kelimesini kullanmaktan hoşlanmayan, kendini apolitik olarak tanımlayan, ancak demokratik, barış yanlısı ve 'rahatsız' bir nesil olmasını umduğunu söylemiş oldu. Sözlerini "Eğer bu gerçekleşirse Hrant da gurur duyardı" diye bitirdi. (EK/HK)