Müzik Sınırları Çözer
"Klezmer bir yaşama halidir. Hepimiz doğuştan dansçı ve şarkıcıyızdır. Bu doğal kuvveti dışavurmak için yalnızca bir tek enstrümana ihtiyacımız var: Bedenimize. Gündelik hayatımızda bir sürü dil duyarız, ulusların, ırkların ve dinlerin çokluğundan kafamız karışır. Müzik bütün sınırları çözer.
"Müzik bütün dünyada her insan tarafından anlaşılır; dini, ulusu, ten rengi ne olursa olsun. Bu CD'nin mesajı budur."
Giora Feidman, son albümü KlezMundo için bunları söylüyor/yazıyor.
Ben bu "oyuncul bilge-müzisyen"le biraz sonra görüşeceğim. Dokuz yıl önce, zamana yaya yaya sohbet ettiğimizde, bana yaşam ve ölüm üzerine çaktırmadan ders vermişti. Kendim kaşınmıştım, sorarak. Şimdi, avuçlarım terliyor.
Zamanımız az. Dersini çalışmış ürkek öğrenci halimle soruyorum. "Çok şey oldu. Yeni savaşlar, işgaller, daha şiddetli bir dünya, ayrımcılık, hak ihlalleri. Bütün bunların arasında sanata ne ihtiyacımız var, müziğe?"
"Off" diyor, "yine mi sen" der gibi. Biraz hınzır, biraz memnun; ya da ben o bakışı böyle okumayı seviyorum.
"Ruhsal büyümenin en önemli öğesi sanattır" diyor. "Ama başka türlü eğitiliriz. Oysa bizim bu fiziksel yaşamımız iş yapmak, ticaret yapmak için değildir. Ruhsal bir zemin içinde varolmak, büyümek için. Yalnızca bunun için doğarız.
"Dinin rolü ne? Din insanları onu öldürüyor. Durumu mutlaklaştırıyorlar. Papaya bak. Dünyada onun kadar etkili bir lider yok. Ama din insanları dini kurum, karşı ruhsal büyümenin bir parçası haline getiriyor. Dinlerin bu hali 'benim tanrım seninkinden daha iyi; benim İsa'm seninkinden iyi' diyor."
Bir yandan şaşkınım. "Din de nereden çıktı" diye huysuzlanıyorum kendi kendime. N'olur medeniyetler çatışması falan konuşmayalım...
Bu soruyu boşuna sormadım aslında. Peter Brook'un kılavuz metni Boş Alan'da anlattığı bir şey bugün için ne kadar geçerli? Derdim buydu.
Brook, 2. Dünya Savaşı'nın bitiminde, Berlinli tiyatrocuların yerle bir edilmiş sokaklarda yıkık duvarların arasında nasıl "temsil verdiğini", savaşın ezdiği insanların aynı yıkık duvarlara oturarak nasıl o temsilleri izlediğini/temsile katıldığını anlatır, tiyatronun yaşamsallığını göstermek için. "Sanat ne içindir?"in yanıtlarından biri bu.
Umayma El Halil Lübnan'dan gelip bianet'in Uluslararası Bağımsız Medya Forumu'nun kapanışında şarkılarını söylerken "Bombalarla yıkılmış, işgal edilmiş bir ülkeden geliyorum" dediğinde de aynı öyküyü düşünmüştüm...
"Bu ruhsal büyüme süreci sanatla paralel olmazsa başarısız olur" diye devam ediyor Feidman.
"McDonald's ya da rekabet sana bunu veremez. Ruhsal büyümeyi yalnızca sanat yapabilir. Biz bu fiziksel hayatı her yıl daha iyi bir Mercedes alalım diye sürdürmüyoruz. Sonuçlar belli. Terörizm dediğimiz şey, hayata neden geldiğimizin yanlış anlaşılmasının sonucudur."
İnsanlık ailesinin üyesi olmak
İçim rahatlıyor; Huntington saçmalığından bahsetmiyoruz. Tersi hayal kırıklığı olurdu.
"Müziğe gelince" diyor, "Şarkı söylemek bir bebekle ilişki kurmanın tek yoludur. Bir bebekle karşılaştığında ne dersen de, kim olursan ol, aslında şarkı söylersin. Bebek de 'Anne bana şarkı söyle' der. Farklı bebekler de olsa, bebeğin ağlaması hep bu aynı şeyi söyler.
"Yetişkinlerde bu olmuyor. Oysa o kadar açık ki... Öğreneceğimiz ilk şey, her şeyden önce insanlık ailesinin bir üyesi olduğumuzdur. O kadar rekabetle meşgulüz ki, bunu unutuyoruz. Şimdiki varoluşumuz, gelmiş geçmiş en saçma toplumsal varoluş."
Müzik ve barış
"Peki" diyorum, "barış için müzisyenlere ne görev düşüyor?"
"Ben toplumda birikimin özel olduğunu kabul etmem" diyor. "Sen de gazetecisin. Barış için müzisyene ne düşüyorsa, sana da aynı şey, aynı çaba düşüyor."
Ama müziğin penceresi başka olmalı.
"Şanslıydım, benim -başta babam- hep iyi öğretmenlerim oldu. Öğrencilerime şunu söylüyorum: Size müziği öğretemem, siz öğrenmelisiniz."
Gözünde parlamalar, sıçramalarla anlatıyor.
"Batı toplumunda, müzisyenler hızlı, çabuk, çevik çalma derdinde. Bu ne demek? Bu bir dayanak noktasıdır. Oysa, dayanak noktaları sonsuzdur. Bak, birçok kilisede konser veriyoruz. Birlikte çaldıklarıma diyorum ki 'Günün her saatinde aynı tempoda çalmayın. Dikkat edin. Gün değişiyor. Her an farklıdır.' İnsana 'şimdi' duygusunu ancak müzik verir.
"Müzik bizim bağlantı kurmamıza yardımcı olur. Biz müziği icat etmedik. Boru suyu taşır, ama üretmez. Böyleyizdir. Buna zaten sahibiz. Esas mesele toplumun hizmetkarı olmaktır. Müzik bunu anlamanızı sağlar.
"Renk de öyledir. Gök mavidir değil mi? Ama sonsuz sayıda mavi, sonsuz sayıda dayanak noktası vardır. Göğün burası Yahudi, burası Hıristiyan, burası Müslüman, burası Budist diyemezsin."
Yaş, tecrübe
Bu yıl martta 70. yaşını kutladı. Sorulara yaşla, zamanla ilgili referansları bozarak yanıt verdiğini biliyorum. "Çağdaş müzik yanlış bir ad" diyor örneğin, "Bach çağdaş değil mi?" diye yapıştırıveriyor hemen.
Ama bir şey var. Sevdiğim çoğu sanatçı, en has ürünlerini 60'ından, 70'inden sonra verdi. Gabriel Garcia Marquez, Bebo Valdes, Melih Cevdet Anday, Ursula K. Le Guin...
"İnsanlar 'Vay, 70 yaşında, nasıl böyle çalabiliyor?' dediğinde ne düşünüyorsunuz? Yaş yalnızca tecrübe mi?" diye soruyorum.
"Benim pek sevdiğim bir söz var" diyor. "Doğum günleri kanserdir. Kutladıkça seni öldürür. Anladın mı?"
Gülüyoruz karşılıklı...
"Tecrübe önemlidir. Elini prize sokarsan çarpılırsın. Ateşe sokarsan, yanarsın. Bunu öğrenmek tecrübedir. Şimdi 70 yaşımdayım. Ama ben hep 'şimdi'deyim. İçimde 70 yaş ne demek, bilmiyorum ki...
"Paris'teyken biri saat 6'da, biri saat 9'da, arka arkaya iki konser verdim. İnsanlar 'Bunun için uyuşturucu almış olmalısın' falan dediler. Ben genellikle alkol bile almam; çabuk etkileniyorum. Sanatsal yaratım uyuşturucuya ihtiyaç duymaz."
Piazzola'nın öğrettiği
Uyarıyorlar. "Gecikiyoruz. Sırada başka gazeteciler var."
Son soru. Önemli bu. Feidman'ı takip edenler bilir; Astor Piazzola'ya özel bir önem verir. "Bunu sormam gerek" diyorum. "Rahat ol, zamanımız var" diyor Feidman.
"Piazzola'nın müziğinde bunca çekici olan, özündeki şey ne?"
"Yanlış yerden bakıyorsun" diyor. "Önemli olan Piazzola'nın bize ne öğrettiği, ne ders verdiği."
Anlatıyor: "Piazzola benim meslektaşım. Tanışırdık da -söylemem gerek, sert adamdı. Ondan öğrenebileceğimiz şeyler var...
"Arjantin'de tango 'kutsal kaos'tur. Ona dokunursan ölürsün, seni öldürebilirler. Piazzola bunu yaptı; kutsal kaosa dokundu. Onu Arjantin'den kovdular.
"Piazzola'nın başarısı Paris'te geldi; Arjantin'de değil. Stravinsy'ye de, Schoenberg'e de aynı şey oldu. Şu an onca değer atfettiğimiz 'Bahar Ayini', Stravinsky'nin laneti oldu.
"Ama Piazzola'dan öğreneceğimiz şey şudur: Başarı değil, katkı önemlidir. Kendini adamak önemlidir. Piazzola hep böyle gitti (elini burnundan ileriye, tek bir doğrultuda hareket ettiriyor)."
Konser
Artık durmak gerek. Feidman "dişçi gibiyim" diyor, bir gazeteciyi bir koltukta bırakıp başkasında yenisini karşılarken. Gülüyoruz.
"Akşam konsere gelecek misin" diyor. Geleceğim elbette. "Bunu hep söylüyorum" diyor; "konserde müzik var; Giora yok."
Seyircilerin arasından usul bir 'nefesle' üfleyerek giriyor konsere. Bunu hep yapıyor. İlk kısa parçadan sonra sabah söylediğini bütün salona tekrarlıyor; "Hepimiz insanlık ailesinin bir üyesiyiz."
Sonra konser vermelerinin asıl nedenini hayata geçiriyor. "Birlikte şarkı söylemek." Söz yok; ses, terennüm var. İzleyenlerin/dinleyenlerin bildiği/bilmediği ezgileri söylemesini, "temsile katılmalarını" sağlıyor. Biz katılıp söyledikçe, "İşte bu!" dercesine ayağını yere vuruyor, içinde 70 yaşın ne olduğunu bilmeyen; 'şimdi yaşında'...
Aradan hemen önce, "İsrail'de yaşıyorum. Üç çocuğumun üçü de orduya gitti; geri geldi. Ama Filistin'de, İsrail'de orduya gidip geri gelmeyen o kadar çok insan var ki" diyor. "Umarım torunlarım orduya gitmezler. Tamam, İsrail'le Filistin arasında sorunlar var. Ama böyle saçmalık olmaz. Bunu bu yüzden yaptım. İsrail ulusal marşını, Filistin ulusal marşını aldım, katıştırdım." Bu arada, eliyle boşluktaki hayali bir tasın içindeki malzemeleri ezerek karıştırıyor; bir sos, bir süzme çorba.
"Maazallah, ya Türkiye marşıyla ihtilaflı bir başka ülkenin marşını karıştırmış olaydı; hali nice olurdu? Kapıda Perinçsizler, Kerinçekler, ertesi gün Özkök, Altaylı yazıları..." diye düşünmekten alamıyor kendini insan.
Kısacık içli bir parça. Çalmayı bitirdiğinde, zor tanık olunacak bir alkışla ayrılıyor sahneden. İçlenmiş, umutlanmış, acısını/başkasının acısını tanımış/anımsamış ellerin alkışları. Ya da ben bunu böyle anımsamayı seviyorum.
Sonra ara bitiyor; yeniden sahnedeler. Hep birlikte şarkı söylüyoruz... (TK)
* Giora Feidman, 22 Kasım Çarşamba, Cemal Reşit Rey Konser Salonu'ndaydı.