Midyatlı rahibe Hatune Doğan: Biz bu topraklarda doğduk ve burada yaşamak istiyoruz

Mardin’in Midyat ilçesine bağlı Zaz Köyü (resmî adıyla ‘İzbırak’), Süryanilerin binlerce yıldır yaşadığı kadim bir yerleşim yeri. Zamanla artan şiddet ve baskılar, birçok Süryani ailesini göç etmeye zorladı.
1980’lerde köyünü terk etmek zorunda kalan rahibe Hatune Doğan, 2022 yılında geri dönerek, köyünü yeniden inşa etmeye ve haklarını savunmaya çalışıyor. Ancak geri dönüş süreci, çeşitli engeller ve zorluklarla dolu.
Hatune Doğan, köye teşvik sağlamak amacıyla ev yapımına devam ediyor ve aynı zamanda tarımla uğraşıyor. Birçok derneğin başkanlığını üstlenen Doğan, ihtiyaç sahibi kişilere yönelik insani faaliyetleri de aynı anda sürdürüyor.
Rahibe Hatune Doğan’ın Zaz Köyü’ndeki yaşadıklarını, karşılaştığı sorunları ve Süryanilerin topraklarına dönüş sürecinde karşılaştıkları engelleri konuştuk.
“Komşu köyün insanları bize çok zarar veriyordu”
Zaz Köyü’nden neden ve ne zaman göç ettiniz?
Atalarımızdan beri anadilimiz Aramice’dir. Köyümüzün 9 bin yıllık bir geçmişi olduğunu biliyoruz. Eskiden bir şehirdi, şimdi ise bir köy. Beş komşu köyümüz var, biz Süryani köyüyüz. Etrafımızdaki bu beş köy Müslüman köyleridir. Benim için herkes aynıdır. Çevre köylerden Bahvarîler var. Onlar da Müslüman ama bize hiçbir zarar vermiyorlar.
Ancak geriye kalan dört köyün insanları bize çok zarar veriyor, zorbalık yapıyorlar. Geçmişten bugüne kadar… Ektiğimiz karpuz, üzüm ne varsa çalıyorlardı. Ürünlerimiz pişer pişmez gelip alıyorlardı. Bu yüzden nöbet tutmak zorunda kalıyorduk. Nöbet tutmadığımızda hiçbir şeyimiz kalmıyordu, bütün emeğimiz boşa gidiyordu. Babam yalnız olduğu için, o zamanlar 14 yaşlarındaydım, birlikte nöbete giderdik, sohbet ederdik. Genellikle köyümüzde kızlar nöbete gitmezdi ama babam yalnız olduğu için ben ona eşlik ederdim.
“Kendimi korumak için tabanca taşıyordum”
11 yaşımdan 14 yaşıma kadar yaz aylarında, karpuz ve üzüm zamanında babamla nöbete giderdim. Gece saat 01.30’a kadar dağlarda beklerdik. Bir gün bize misafir gelecekti. Annem Kürtçe bilmediği için babam, “Hatune, bugün sen evde kal,” dedi. O zamanlarda kendimi korumak için tabanca taşıyordum. O gün muhtemelen ay güneşiydi vardı, babam yalnızdı. Kimse görmesin diye, daha çoban bile gelmeden dağa çıkıyordu.
Altı kişi silahla üzüm toplamaya geldi. Babam duydu tabii ama yalnızdı, hırsızların silahsız gelmeyeceğini biliyordu. “Biraz alsınlar, berekettir,” dedi ama gitmediler. 45 dakika geçti, hâlâ toplamaya devam ediyorlardı. Babam, rızkını çıkarmak için taş taşıyor, ekiyor ve düzenliyordu. Ama bunlar gelip her şeyi alıyor, gidiyorlardı. Vicdanları yoktu.
Başka Hıristiyan bağları da vardı, oraya gidiyorlardı. Babam, “Güherkeye gidiyorlar!” diye bağırınca kaçtılar.
Babamın yalnız olduğunu biliyorlardı. Köye indiklerinde köydekiler onlara, “Altı kişi bir gavuru indiremediniz mi?” diye küçümsedi. Köyde iki kişi bu sözleri kendi kulaklarıyla duydu ve şahit oldular. “İsa, Yavseye’nin oğlu gibi kulağını keseceğiz,” dediklerini anlattılar. Bunu kendi kulağımla duydum. O zamanlar evin en büyüğü bendim, benden küçük beş kardeşim vardı. En küçüğü altı aylıktı.
Şehirden iki kişi babama, “İsa, eğer dağa çıkacaksan silahsız çıkma,” dedi. Ama nasıl kendini koruyacaktı? Bir şeyler ekip biçeceksin, o zaman her şey elle yapılıyordu. Ot topluyorsun, ekiyorsun… Kendini nasıl koruyacaksın? Silahsız çıkarsa onu arkadan vuracaklardı. Babam ölecekti…
Annem bana bakıp ağlıyordu. “Eğer ben söylersem baban gitmez,” dedi. 1984’te babam kendi elleriyle ev yaptı, taşları taşıdı. Annem, “Ne yaparsam yapayım, baban buradan çıkmayacak,” dedi.
“Halimiz vaktimiz yerindeydi”
Dokuz üzüm bağımız vardı. Karpuz tarlalarımız, ektiğimiz her şey vardı. Tonlarca badem satıyorduk. Halimiz vaktimiz yerindeydi. Hiçbir yere gitmeyi düşünmemiştik. Ama sonra annem bana, “Hatune, bak, baban beni dinlemiyor. Ama sen söylersen seni dinler. Eğer babanı öldürürlerse ben ne yaparım?” dedi.
Ben de babama, “Baba, bizim tecavüze uğramamızı mı istiyorsun?” dedim. Babam, “Ne diyorsun?” diye sordu.
“Eğer istemiyorsan buradan gitmemiz lazım. Seni öldürecekler, bize de tecavüz edecekler. Köy komşularımız bugüne kadar bize düşmandı. Biz Hristiyanız, bizi burada rahat bırakmıyorlar,” dedim.
O gece her şeyi bırakıp ansızın kaçtık. Hayvanlarımız çoktu, değerinin yarı fiyatına sattık. Üç köpek, bir kedi, her şeyi öylece bıraktık. Önce İstanbul’a kaçtık, üç ay kaldık. Bilet ve pasaport almak için çok para verdik, rüşvet verdik. Hepimiz, sekiz kişi, sonunda Almanya’ya çıkabildik. Yaşamak için başka çaremiz yoktu…
“Biz kendi isteğimizle gitmedik”
2022’de döndüğünüzde ve şu anda üstünüzde bir baskı hissediyor musunuz?
Bugün de dahil olmak üzere, hep baskı var. Özellikle muhtar ve akrabaları, kendi tehditleri yetmezmiş gibi diğer köydekileri de kışkırtıp üzerimize salıyorlar.
Ben ilk kez 2001’de ablamla ve birkaç kişiyle köye geldim. O güne kadar her sabah uyandığımda kendimi bu köyde rüyamda görüyordum. Biz kendi isteğimizle gitmedik, zorla gönderildik. Geçmişten bugüne kadar hep tehditlere ve zorbalıklara maruz kaldık, bu hiç azalmadı.
1993’te bizi, “PKK ile çalışıyor, onlara yardım ediyorlar,” diye şikayet ettiler. O sırada köyde 17 aşiret vardı. Asker geldi, onları köyden çıkardı ama köyde iki Müslüman aile bırakıldı. O günden bugüne kadar o iki aile köyde yalnız kaldı.
Bir aşiret mensubu, kendini ağa sayıyordu. Çoban olarak gelmişti. Köy boş kalınca, sahiplendiler. 1993’ten 2008’e kadar köyümüz onların elinde kaldı. Kadastro gelince geri dönüp tapularımızı aldık.
Ama köyümüzü bir aileye, bir ağaya dağıttılar. Ne pencere bıraktılar, ne kapı, ne odun… Bağlarımızı kestiler. Muhtar kendini köyün sahibi sayıyor. Adı Feyzi Aslan. Çok fazla odunumuz vardı, büyük ağaçlarımız vardı, hepsini kesti ve sattı.
Bu muhtar bizim muhtarımız değildir. Başka köyden gelip bizim evlerimizi üzerine kaydediyor. Seçim zamanı da hile yaparak kazanıyor. Yapmadığı tehdit, hile, gayriresmi iş kalmadı.
“Kimseyi rahat bırakmıyorlar”
Döndüğümden beri baskılar hiç bitmedi. Daha geçtiğimiz günlerde Mersin’den misafirlerim geldi. Muhtar, “Kim bunlar?” diye sorgulamaya başladı. Misafirlerim olduğunu söyledim ama “Bunlar terörist! Terörist!” diye bağırmaya başladı. Ev yapımı için başka köyden işçiler geliyor, onları da tehdit ediyorlar. “Sen burada nasıl çalışırsın?” diye soruyorlar. Kimseyi rahat bırakmıyorlar.
Başka şirketler de köyümüzde ev yapmak istiyor ama gelip tehdit ediyorlar, “Bize yaptıracaksınız,” diyorlar. Hangi şirketi seçersem seçeyim, onların istediği firmayla çalışmamı istiyorlar. Mecbursun onlara yaptırmaya, çünkü para kazanmak istiyorlar.
Köyümüzün çok verimli tarlaları var. Her şeyi ekebilirsin, üretebilirsin. Biz burada kalmak ve üretmek istiyoruz ama izin vermiyorlar.
“Cami inşaatı için bir Hıristiyan evini yıktılar”
Köyünüzdeki cami inşaatı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ben camiye karşı değilim ama camiyi yapmak için bir Hıristiyan evini yıktılar. Ayrıca iki su kuyusunu da bozdular. Bizim malımız üzerine cami yapmak istiyorlar. Bu köyde Müslüman neredeyse yok. Bir buçuk aile ya var ya yok. Hem hakları yok hem de yeri kendilerinin değil. Geçmişte onlara bir mescit binası yapmıştık, bugüne kadar hiç kullanmadılar, harabe oldu.
Şimdi muhtar köyümüzde yaşamıyor ama cami yaptırmaya çalışıyor. Neden? Çünkü bu bahane ile bağış topladı, o parayı kullanması lazım. Kaymakam ve müftü de muhtarı destekliyor. Biz Avrupa’dan iki kişi geldik, tapu sahipleriyle kaymakama gittik. Kaymakam, “İki şahit getirin,” dedi. Ama biz Avrupa’ya gider gitmez, ertesi gün caminin temelini atıp demirleri koydular. Ev sahibi ve üç şahitle birlikte geldiğimizde ise kaymakam, “Siz gençsiniz, bu olmaz,” dedi. 60-70 yaşlarındaydı şahitler. Bu nasıl bir şey?
Biz cami inşaatının durdurulmasını istiyoruz. Taziye salonuna çevrilsin bile demiyoruz, çünkü köyümüzde yeterince taziye salonu var.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Süryaniler dönsün, biz size yardım edeceğiz, vatanınız burası,” diyor. Dönüyoruz ama burada kabul edilmiyoruz.
“Yıllardır imam yok ama cami yapıyorlar”
Cami inşaatı geri dönmek isteyenler için bir tehdit mi?
Erdoğan, Allah’a çok şükür bize hürriyet verdi, kilisemizi onardık. Köyümüzde dört kilise, üç de manastır var. Ama Müslüman yok denecek kadar az. Biz vatanımıza dönmek, köyümüze sahip çıkmak istiyoruz. Ama cami projesi, köye dönmek isteyen Süryaniler için bir tehdittir.
Geçmişte yaşadıklarımızı düşündüğümüzde de çok haklı sebeplerimiz var. Bir camiye karşı değiliz ama her köyde zaten cami var. O köylerden mi gelecekler buraya? Devlet, 1970’lerden beri köyümüze bir imam için maaş ödüyor ama şimdiye kadar burada bir imam görmedik! Yani imam yok ama cami yapıyorlar. Bunun nedeni, bağış parası toplamak.
Cami projesi bile gelmek isteyen arkadaşlarımızı korkutuyor. Eğer muhtar değişirse, geri dönüşlerin artacağını düşünüyorum. Ama insanlar korkuyor. “Fanatik insanlar gelecek, evimize zarar verecek, çocuklarımıza saldıracak. Nasıl döneceğiz?” diyorlar.
“Muhtar, insanları tehdit ediyor”
Zeytin fidanlarınıza 2022’de zarar vermişlerdi. Bu durum devam ediyor mu?
Evet, hâlâ devam ediyor. Geçen sene tarlalar için ailem beni vekil tayin etti. Devlet de bana fıstık fidanları verdi. Kepçe getirip toprağı düzelttim, fidanları ektim. Geldiler, fidanlarımı söktüler. Şimdi dağda olan fidanlarımı bile kırdılar. Hem badem hem zeytin ağaçlarımı kestiler. Bir gün birisiyle konuştum, “Tel çekeceğim, en azından koruyayım,” dedim. Ama dedi ki, “Teli de keserler.” Çünkü bu insanlar vicdansız.
Siz geri döndükten sonra Süryaniler için bir fark yarattınız mı? Cesaretlendiler mi?
Ben cesaretlendiklerini hissediyorum. Geri dönüp ev yapmaya başladım, aynı yerde başka evler de yapılmaya başlandı.
Eğer ben başlamasaydım, belki şimdiye kadar burada hiç kimse ev yapmazdı. Ama muhtar tehdit ediyor, insanları korkutuyor.
Köyün fiziksel şartları da kötü durumda. Caddeler toprak içinde, yollar bozuk. Asfalt yapılsın istiyoruz buna izin vermiyorlar. Elektrikler ve sular sık kesiliyor. Bu eksikliklerin giderilmesi için müracaat ediyoruz ama karşılık bulamıyoruz. Tozda ve çamurda boğuluyoruz. İnsani koşullarda yaşamak istiyoruz.
“35 yıldır insanlara yardım ediyorum”
Vakfınızı hangi temel değerlere dayandırıyorsunuz? Amacınız nedir?
Benim vakfım İncil’in 25. maddesi üzerine kurulu. İsa Mesih diyor ki, “En ihtiyaç sahibi insana yardım edersen, bana yardım ediyorsun.” Bu yüzden 35 yıldır insanlara yardım ediyorum. Dünyanın en mutlu kadını benim, kendimi böyle hissediyorum. Nerede suya ihtiyaç varsa, su kuyusu açıyoruz. Afrika’ya su makineleri gönderdim. İki konteyner dolusu kıyafet gönderdik. Yemeksizlere yemek, evsizlere ev sağlıyoruz.
Sadece Etiyopya’da binlerce insanın göz ameliyatını yaptırdık. Geçen yıl 300 kişinin gözlerini açtırdık. Şimdiye kadar sayıyı bilmiyorum ama binleri geçtik. Hindistan’da, Nepal’de her yıl tedaviler yapıyoruz.
George Aslan sizin yalnızca rahibe değil, aynı zamanda aktivist olduğunuzu da söylüyor. Siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Ben kendimi hem rahibe hem de aktivist olarak tanımlıyorum. Rahibeliğin üç derecesi var. İlk iki dereceyi tamamladım ama son aşamayı bilerek tamamlamadım. Eğer tamamlasaydım, evden çıkamazdım. Ama daha fazla insana ulaşmak ve yardım edebilmek için üçüncü dereceyi almamaya karar verdim.
(ÜGS/VC)