Akdeniz'in ortasındaki irice bir adada yaşayan ve herkesten çok birbirlerine benzeyen birkaç yüz bin kadın ve erkeğin, kendi kuralları ile koyun koyuna yaşamalarından daha doğal bir şey olabilir mi?
Bu yazı yayınlandığında Kıbrıs'ta "kuzey" ve "güney" diye ayrılan iki bölgenin insanları "referandum"da oy kullanmış, bölgelerin artık birleşmesi ve koyun koyuna Avrupa Birliği yolunun tutulmasında yeni kurallar anlamına gelen "Annan Planı" oylanmış olacak.
Referandum öncesi tarafların pozisyonu şöyle: Kuzeydeki Kıbrıslılar "evet" diyecek gibi görünüyor, gündeydekiler ise "hayır". Gene aynı günlerde Birleşmiş Milletler'in "evet"i resmen savunması kararı ise, Rusya'dan veto yedi. Kuzeydeki politik pozisyona da, Rusya'nın vetosuna da, görünen o ki, en fazla ABD bozulmuş durumda.
Kuzeyde "hayır" seslerinin artık iyice tizleştiği ve BM'deki uyumun Rusya'nın vetosuyla zedelendiği günlerde, basına bir "kara para" meselesi yansıdı. Amerikalı yetkililer demişlerdi ki, "Rumlar kara para aklama tezgâhları bozulacak diye plana karşı çıkıyorlar."
23 Nisan tarihli Hürriyet haberinde Washington'dan bildiren Kasım Cindemir'in cümleleri aynen şöyleydi:
"Hürriyet'in konuştuğu ABD kaynakları, 'Bu veto, Kıbrıs'ın güneyinde kara para aklayanların vetosudur. Suçtan başka vizyonu olmayanların vetosudur' diye konuştular. Aynı kaynaklar, 'hayır yanlısı' Rum lideri Tasos Papadopulos'un 'Rusya'nın adamı' ve 'Sırp Kasabı' Slobodan Miloseviç'in avukatı olduğunun da altını çizdiler.."
Offshore bankacılık sistemiyle dünyanın en önemli "vergi sığınakları"ndan biri olan Kıbrıs, özellikle AB üyeliği sürecinde kritik bir yol ayrımına gelmeden önce Rusya'dan kaçan paranın sığındığı limanlardan biriydi. 1991'de Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra Rusya'dan kaçan 200 milyar doların önemli bir bölümü Kıbrıs'a gelmişti
Bu konuda 18 Kasım 2003 tarihli Pravda'da yayınlanan bir mektup -ya da "itirafname"- son derece aydınlatıcı. Mektubu yazan, "içerden biri"ydi; bir Dr. Gary K. Busch:
"Menatep (Ekim 2003'de tutuklanan Mikhail Hodorkovskiy'nin bankası) 1992 - 1998 arasında büyük miktarda paranın Rusya'ya girip çıkmasının aracıydı. Biz aluminyum satmaya başladığımızda, diğerleri bakır ve nikel satmaya başladığında, satışlardan elde ettiğimiz kazançları Rusya'ya geri göndermedik. Rusya Başbakanı Silayev, Başbakan Yardımcısı Oleg Soskovets, devlet başkanlığı danışmanlarından Aleksandır Korzakof'un tavsiyeleri ile ödemelerimizi Menatep Bankası'na yapmamız söylendi. Bazen Menatep Kıbrıs, bazen Menatep Cibralta, Menatep Finance Cenevre ya da Menatep Inc. New York'a, vs. ödeme yapmamız söyleniyordu. Satış yaptığımızda arıtıcılara, genellikle Citibank NY üzerinden küçük bir bedel ödeniyordu. Paranın büyük bölümü, "daha sonra ... şirketine havale edilmek üzere" ya da "... bankasındaki ... hesabına havale edilmek üzere" ibareleriyle Menatep'e yatırılıyordu. Zincirin ucundaki alıcının kimliğini bilmiyorduk. Bu bizim işimiz değildi.. Küçük miktarlardan söz etmiyorum. Sadece bizim ödemelerimiz ayda 60 milyon doları buluyordu. Nakit akışını Menatep izliyor ve fonları en tepedekilerin, devlet başkanlığı, hükümet ve Çekist'lerin hesaplarına yönlendiriyordu. Menatep'i bu insanlar kurmuşlardı ve Hodorkovskiy başa getirilmişti; tersi değil.. Menatep'in bu insanlar tarafından denetlenmeyen, izlenmeyen ve yönetilmeyen tek bir faaliyeti bile yoktu. Buna, oganize suç örgütlerine hükümet yaptırımlı hizmet sunma da dahildi. İlk günlerden itibaren Menatep'teki gençler Solntsevo, Liyubarski, Uralmaş ve İzmailova ailelerine finansal hizmet sağladılar.."
Hodorkovskiy olayı
Peki ama, Hürriyet haberinde 23 Nisan 2004 itibarıyla Rusya'ya bozuk attığı söylenen "ABD kaynakları"nın Hodorkovskiy olayında tepkisi ne olmuştu? 2003 yılında dünyanın 26. en zengin adamı olarak Forbes listesine giren "kleptokrat", vergi yolsuzluğu ve dolandırıcılık suçlamalarıyla 25 Ekim 2003'de tutuklandığında?
Reuters tarafından 1 Aralık 2003'de Beyaz Saray sözcüsü Scott McClellan'ın açıklamasına dayanılarak geçilen habere göre , Başkan Bush Rusya Devlet Başkanı Putin ile telefonda görüşmüş ve Hodorkovskiy'nin tutuklanması ile ilgili endişelerini dile getirmişti.
Amerikan yönetiminin en yetkili temsilcisi o zaman Putin'e, "hukukun üstünlüğü"ne sahip çıkması için bozuk atıyor ve baskı yapıyordu.
Bir "yeni muhafazakârlar" bülteni olan ve Bush yönetimine mutlak destek veren Weekly Standard'da Leon Aron ise 10 Kasım 2003 tarihli "The (Russian) Empire Strikes Back" başlıklı makalesinde, tutuklama olayıyla "borsanın nasıl kargaşaya sürüklendiği, temel hak ve özgürlüklere ve hukukun üstünlüğüne Putin yönetimi tarafından nasıl büyük bir darbe indirildiği"ni ele alıyordu. "1990'larda bütün başarılı işadamlarının kanunları çiğnediği"ni belirten Aron, bunun nedenini de açıklıyordu: "Her şeylerini alıp götüren vergi oranları nedeniyle, hayatta kalabilmek ve maaşları ödeyebilmek için kanunları çiğnemek zorundaydılar.."
Aron ballandırarak işadamlarının hayırseverliğinden de söz ediyordu:
"Sovyetler Birliği'nin çöküşü sırasında özel hayır kuruluşları yoktu. Bugün 70,000 özel kuruluş var ve bunlarda 2.5 milyon Rus 30 milyon kardeşine yardım ediyor. Yukos ve Hodorkovskiy'ye gelince, onlar hayır faaliyetlerinin boyutları açısından zaten başlı başına bir vaka. Yukos 2002 yılında hayır işlerine 45 milyon dolar verdi. Bu yıl 50 milyon dolar vermesi öngörülüyor. Şirket kaynaklarına göre, önde gelen ortaklar 2003 yılında kişisel servetlerinden 150 milyon doları hayır işlerine bağışlayacaklar. Dahası, Hodorkovskiy kamuya destek verme işlerinde ne kadar yaratıcı ve uzak görüşlü olduğunu gösterdi. Birçok Yukos projesiyle Rusya'da ve ülke dışında kültüre destek veriliyor. Açık Rusya Vakfı'na (Open Russia Foundation) verdikleri 10 milyon dolarla, St. Petersburg'daki Hermitage Museum'da sergilenen Rus sanatı ilk kez Rusya dışında da sergilenecek. Milyarder George Soros geçen yıl Rusya'daki hayır işlerini sona erdirdiğinde, Yukos, kâr amacı olmayan bir Amerikan kuruluşu olan Avrasya Vakfı'na (Eurasian Foundation) sağladığı 1.15 milyon dolarla, küçük işletmeler ve toplulukların gelişiminin desteklenmesi için devreye girdi.."
Sermayenin ve kârın ülkeden ve vergiden kaçmasını yönetenlere 2003 kışında destek verdikten sonra 2004 baharında "Kıbrıs vesilesi" ile bu sistemi lanetleyen ABD kaynakları, ABD'deki durumla ilgili ne düşünüyor olabilirlerdi? Rusya ve Kıbrıs bir yana, offshore faaliyetleri ve vergiden kaçan para açısından ABD'deki durum neydi?
Şirket dediğin vergi ödemez
ABD Genel Muhasebe Bürosu (US General Accounting Office) tarafından ABD Senatosu için hazırlanan Şubat 2004 tarihli rapor da, ABD'deki ilk 100 federal kontratçı şirketin offshore iştirakleri ele alınıyor. Bu arada dikkat: "Uluslararası Vergi - Offshore iştirakleri olan federal kontratçılarla ilgili bilgi" başlıklı raporda, sadece devletle iş yapanlar, en "vatansever" olduğu varsayılacak şirketler ele alınıyor. Bu kapsamın dışında kalan "daha az vatanseverler"in durumu ayrı.
2001 mali yılı verilerini esas alan raporda, "vergi sığınakları" arasında Kıbrıs da yer alıyor. Yaklaşık 5 milyar dolarlık kontratla 6. büyük federal kontratçı olan General Dynamics başta olmak üzere, Kıbrıs'ta yan şirket kurarak "Kıbrıs vatandaşlığı" kazanmış devler şunlar: AT&T, General Dynamics, Jacobs Engineering Group, Lucent Technologies, Tyco International, URS Corporation ve Xerox.
Raporun bir yerinde ince bilgiler de var. ABD'deki mevzuat, bunun uluslararası kurallara uyumunun ele alındığı bölümde şöyle deniyor:
"2000 yılında "FSC Repeal and Extraterritorial Income Exclusion Act" ("Dış Ticaret Kuruluşları Fesih ve Yabancı Topraklardaki Gelirin Hariç Tutulması Kanunu"), FSC maddelerini "Extraterritorial Income" (ETI) maddeleri ile değiştiriyor. ETI maddeleri, şirketlere FSC maddelerine benzer vergi faydaları sağlıyor. Ama ETI maddeleri bazı dış ticaret gelirlerinin ABD vergilerinin dışında tutulmasına da izin veriyor ve sadece bir yabancı şirket üzerinden ürün ya da hizmet satışı ile sınırlı değil.."
Devam ediyoruz:
"FSC maddeleri GATT'a uygundu. 1995'de GATT'ın yerini alan Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ )1999'da FSC maddelerinin, izinsiz bir ihracat sübvansiyonu oluşturduğu kararına vardı. ETI çerçevesindeki faydalar DTÖ kurallarına uyum sağlamak üzere hazırlandıysa da, DTÖ 2001 yılında, ETI maddelerinin yasa dışı bir ihracat sübvansiyonu oluşturduğu sonucuna vardı. DTÖ ayrıca, Avrupa Birliği'nin ABD'ye 4 milyar dolarlık yaptırım uygulanması talebini kabul etti. AB, bu yaptırımı 1 Mart 2004 tarihinden itibaren uygulamaya başlayacağını açıkladı. Kongre'de ETI maddelerinin değiştirilmesine yönelik bir dizi tasarı görüşülüyor."
Kıbrıs'a, daha doğrusu ABD açısından Kıbrıs'a geri dönersek, bu irice ada ABD merkezli şirketler açısından öyle önde gelen vergi sığınaklarından biri değil. 100 federal kontratçı şirketin 59'unun vergi sığınaklarında yüzlerce yan şirketle cirit attığını belgeleyen raporda bölümler okumaya devam ediyoruz:
"Internal Revenue Service verilerine göre 2000 yılında tesbit edilen 4200 dış ticaret kuruluşunun brüt tahsilatları 349 milyar dolar, toplam gelirleri 43.9 milyar dolar, vergiye tâbi gelirleri 6.7 milyar dolar.. Bu şirketler sade ABD'de ve ABD'nin vergi bilgileri paylaşımı anlaşması bulunan ülkelerde kurulabiliyor. Bunlara bir grup vergi sığınağı ülkesi de dahil.."
"Raporda "bir grup vergi sığınağı"nın nereleri olduğu da belirtilmiş:
"Bir IRS yetkilisine göre 2000 yılında tüm dış ticaret kuruluşlarının yüzde 92'sinin şu üç vergi sığınağında yan şirketleri olduğu tahmin ediliyor: Virgin Adaları (yüzde 52), Barbados (yüzde 35), Bermuda (yüzde 5).."
Raporda ayrıca, "SEC ("Securities Exchange Commission") sadece kamu kuruluşlarının offshore iştiraklerini beyan etmesini zorunlu kıldığından, 100 şirket içinde offshore iştiraki olan başka şirketler de bulunuyor olabilir" ibaresinin yer aldığını son bir not olarak ekleyelim.
2004 nisan ayı başlarında ABD Genel Muhasebe Bürosu'nun açıkladığı veriler ise, 1990'ların sonlarında ABD'deki şirketlerin yüzde 61'inin federal düzeyde hiç gelir vergisi ödemediğini ortaya koyuyor. Bu ülkede şirketlerin federal vergiye katkısı ise, 1943'de yüzde 39.8'den 2003'de yüzde 7.4'e düşmüş durumda.
Rakip şebekeler
Akdeniz'in irice adasında yaşananlar bugün bizlere genellikle hiç konuşulmayan şeyleri konuşma imkânı veriyor. Kıbrıs şimdi dünyada olup bitenlerin ortaya fışkırdığı, bütün riyakârlıkların yankılanarak kulaklarımıza ulaştığı yer sanki.. Vergi sığınaklarının stereo sesi de bu vesileyle daha net duyulur hale geliyor.. Bu sığınakların "tek" bir şebeke olmadığı, "vergi sığınağı şebekeleri"nin olduğu, bu şebekeler açısından basbayağı bölünmüş bir kürede yaşadığımızı Kıbrıs sayesinde öğrenme fırsatı buluyoruz.
Kasım Cindemir Hürriyet'teki haberinde şöyle yazıyor: "Bir ABD yetkilisi, Türk Hükümeti'nin, verdiği bütün sözleri yerine getirdiğini, Ada'da çözüm için Annan Planı'nı desteklediğini ve Avrupa Ailesi'ne ait olduğunu da kanıtladığını söyledi."
"ABD yetkilisi"nin AB ailesine ait olma ile ilgili "Türkiye kriteri"ni, bu "riyâ"yı, Cindemir'in haberi kaleme alışı boyutlandırıyor. Riyâ, iletişimin kendisine de bulaşıyor.
AB üyeliği sürecinde bir dizi kuralla karşı karşıya kalan, bünyesindeki offshore bankalar ve diğer offshore faaliyetler ile ilgili hukuki ve ticari kriterleri revize etmesi istenen Kıbrıs, 1 Mayıs itibarıyla "AB'ye entegre" offshore şebekesinin en önemli damarlarından birini resmen oluşturacak.
Vergi politikalarında ABD gibi yükü alt ve orta sınıflara -o sınıfların Avrupa ülkelerindeki toplumsal ve politik gücü nedeniyle- bindirmeyen, bindiremeyen AB devletleri, başta Almanya ve Fransa olmak üzere, vergiden kaçan parayı kendi bünyesinde tutmanın sistemini kurup uygularken.. ABD'nin feryat etmesi neye benziyor?
Düşünsenize. Mesela Virgin Adaları kuzey ve güney diye iki bölüme ayrılmış olsaydı ve ABD'ye katılacak olan meşru Virgin Adaları devleti ile azınlığı oluşturan parçanın bütünleşmesi gündeme gelseydi.. Bu azınlık AB'nin bir numaralı müttefiki tarafından "uydu" ya da "Osmanlı mülkü" gibi görülen bir toprak ve topluluk olsaydı.. Sonra bir AB sözcüsü çıkıp asıl o bölümün "ABD ailesine ait olduğu"nu ve katılma sürecininin öznesi olan meşru devletin kara para aklayıcılar olduğunu söyleseydi..
Şeffaflaşmanın güneşi" ne zaman doğacak?
Bütün bunlar, Çetin Altan'ın klasik olmaya aday sözleri ile daha da eğlenceli hale geliyor. Altan 16 Mart tarihli Milliyet'te önce Kıbrıs konusunda "şehitçi rektör" Alemdaroğlu'nun söz ediyordu (http://www.milliyet.com.tr/2004/04/16/yazar/altan.html):
"Siz İÜ Rektörü'nün yaptığı açıklamaya kulak verin asıl:
'Gerekirse biz 100 bin şehit, 140 bin şehit verir, Kıbrıs'ı da alırız, Atina'yı da...'"
Sonra da klasikleşecek o sözler:
"Hiiç enseyi karartmayın. Global bir şeffaflaşmanın güneşleri doğmada... Bizim kuşaktan arta kalanlar görmeseler bile, er geç 'Son yüz yıl içindeki siyasetçi yalanları' diye, okuyanların kahkahalarla gülecekleri bir araştırma, elbet yayımlanacak bir gün..."
Muhtelif senaryolar ve muhteşem şeffaflık öngörülerinin eğlendiriciliği bir yana, Altan'ın söz ettiği "güneş"in doğması için "bizler"in AB'yi ve ABD'yi politik, ekonomik, hukuki ve askeri olarak zaptetmesi dışında bir yol var mı? Kara para ya da sermayenin vergiden muaf kârından arada sırada süzülen damlacıklardan vazgeçmeyi göze alarak? Herşeyi yeni baştan üretmeye ya da ticareti yeni baştan düzenlemeye kalkışmasak da, "yeni baştan dağıtma"ya çalışmanın dışında bir yol? Onların yapay köylerinin biz gerçek köylüler tarafından istila edilmesi dışında bir yol? Mesela Kıbrıs'ta AKEL (Emekçi Halkın İlerici Partisi) ve CTP'nin (Cumhuriyetçi Türk Partisi) önünde böyle bir hedef mi var?
İşte ne ilginç ki, Kıbrıs'ın en güçlü politik partisi komünist AKEL'i kara bir sistemin bekçiliği ile suçlama noktasına gelen ABD, 23 Nisan 2004'de, sadece bir an için bir gazetenin sayfalarından yansıyan bir "gerçeklik"te, sanki istilacı köylülerin ön safında yer alıyor. Sanki bu önderle sistemin istilası ve yeniden dağıtımın örgütlenmesi, Kıbrıs'ta çıkacak "evet"e bağlı. Sanki şeffaflık bu önderle ve onun başında yer aldığı istila ile gelecek.
Öyle mi?
Kıbrıs'ta Rumlar bu referandumda "hayır" deseler de, Kıbrıs'ın tek halkı koyun koyuna yaşamayı Annan sürecinde herhalde er ya da geç becerecek. O zaman geriye büyük bir soru kalacak: Biz sıradan insanlar olarak, iki büyük çıkar bloğunun arasındaki rekabette piyonlar olma onursuzluğuna, bloklardan birinin çıkarlarının bekçiliğine "komünistler"in soyunmuş olması anlamsızlığına nasıl direneceğiz? (ŞA/EK)
__________________________________________________
Not: 1970'lerde Beyaz Saray danışmanlığı yapan, farklı tarihlerde Kanada, Meksika ve Rusya hükümetlerine danışmanlık yapan, ekonomi profesörü, Chase Manhattan ve Arthur Andersen'ın eski ödemeler dengesi uzmanı, Michael Hudson , 25 Mart 2004'de Counter Punch tarafından yapılan bir röportaj da şunları söylüyordu: "Dünyayı bugünkü duruma getiren yol, 2. Dünya Savaşı'nın bitiminde açıldı. Amerikalı diplomatlar IMF'ye sermaye hareketlerinin serbet bırakılması için baskı yaptılar. Bu baskı, sermaye hareketlerinin regülasyon altındaki ekonomilerden dolara yönelmesinin aşikâr olduğu bir dönemde yapıldı. "Ekonomik reform" ve "seçme özgürlüğü" olarak yaftalanıp sunulan mali denetimsizliğe gidiş, offshore sığınakların yolunu açtı. Savaş sonrası Bretton Woods sisteminin DNA'sına kazınan ölümcül bozukluğun bir parçası buydu."