Barış İçin Akademisyenler’in “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisi imzacıları işten atılmalar, ihraçların ardından dayanışma akademileri ile yollarına devam ediyor.
İstanbul’daki adres ise “Kampüssüzler Ders Ortakları”.
Dersim Dayanışma Akademisi ve Ankara’da kurulan Sokak Akademisi ortaklığında 27 Ocak - 5 Şubat tarihleri arasında “İstanbul Atölyesi” gerçekleştirdiler. İhraç edilen, edilmeyen bir çok akademisyen, İstanbul’dan ve Dersim’den üniversite öğrencileri katıldı.
Akademisyenler Begüm Başdaş ve Tül Akbal ile atölyenin son gününde bir araya geldik. Kampüssüzleri, ihraçlar, istifalar, emekliliğe zorlanmalarla geride kalan üniversiteyi, bugünkü deneyimlerin geleceğe etkilerini konuştuk.
Bildiri’nin ardından yaşanan ihlal sürecinin eğitimde yeni bir yöntem arayışına katkısına değinerek “Bir şer bin hayırlara yol açtı” dediler.
“Ders ortaklıklıkları”
Kampüssüzler nasıl ortaya çıktı? Neler yaptınız?
Prof. Dr. Zeynep Tül Akbal Süalp hakkındaLisans eğitimini psikoloji alanında aldı. City University of New York’ta ve New York Üniversitesi’nde Sinema ve Kültürel çalışmalar, Sosyoloji yüksek lisans ve doktora yaptı. İstanbul Mimar Sinan Üniversitesi’nde Sosyoloji, Marmara Üniversitesi’nde Sinema doktora programlarında okudu. Çeşitli dergilerde makaleleri ve editörlüğünü yaptığı Kültür ve Toplum 1 (Hil,1995) ve Mentalklinik için yaptığı Oyun (2002) derlemeleri var. ZamanMekan: Kuram ve Sinema (Bağlam, 2004) kitabının yazarı. Ayrıca Özgürlüklerden Kayıplara kitabının üç yazarından ve kısa yazınsal bir kitap olan Eksik Kitap Tuhaf Defter (MudamCamp de Base &:mentalKLİNİK, 2004) adlı çalışmanın da üç yazarından biri. Taşrada Var bir Zaman (2010), Sınıf İlişkileri Sureti Soldurulmuş bir Resim mi? (2011) ve Devrim Yahut Vasat (2012) gibi derleme kitap çalışmaları var. Mart 2015’te yapılan Olağanüstü Genel Kurul’da Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) başkanı seçildi. 'Barış İçin Akademisyenler' bildirisi imzacılarından olan Akbal-Süalp, 14 Temmuz 22016 günü Bahçeşehir Üniversitesi tarafından işten çıkarıldı. |
Tül Akbal (T.A.): İmza sürecinden sonra Şubat 2016’daki Ankara toplantısında “Alternatif akademi” başlıklı oturumdan sonra ortaya çıktı. Baharda Eskişehir’dekiler dayanışma derslerini başlattılar.
Kampüssüzler olarak İstanbul’da 20 küsur kişiyiz, Mayıs’ta ne yapabiliriz diye tartışmaya başladık. Biraz da farklı bir eğitim biçimi üretmek, başka türlü bir üniversite, başka türlü bir eğitim biçimi, başka türlü bir akademi diye yola çıktık.
İlk dersimizi de 31 Ağustos 2016’da Karaburun Konferansı’nda “Kapitalizmin Toplumsal Tarihi” başlığıyla yapıldı.
Bu, ortak ders 1’di. Derslere “ders ortaklıkları” diyoruz.
6 Kasım’da İstanbul’da düzenlenen "Yerinden Edilme Konferansı"nda Toplumsal Cinsiyet Tartışmaları Ortak Dersi’ni yaptık.
Kent Çalışmaları Ortak Dersi’nde de Sur’la ilgili çalışma yürütüyoruz. Diyarbakır’da bir çalıştaya katıldık.
Bu ortak dersler İstanbul Atölyesi’ne aktarıldı. Burada “Toplumsal Sinema Pratikleri” gibi yeni dersler de oldu.
Doğa bilimleri ve evrim kuramını tartışan oturum, kent çalışmalarına eklenen kent gezisi ile dersler çeşitlendi.
İstanbul atölyesi, tüm derslerimizi bir arada yan yana yapabildiğimiz, katılanların ön okumalar yaptığı, daha düzenliliği olan bir atölye oldu. Bunun değerlendirmesini yapacağız. Ne kadar başardık, nerelerde çuvalladık, neyi iyi yaptık ve nasıl devam edecek diye tartışacağız.
Begüm Başdaş (B.B.) : Ders ortakları dememizin sebebi, yaptığımız sadece akademisyenlerin ortak şekilde ders anlatması değil. Bunun tahayyülü, akademi dediğimiz bileşenlerin bir arada fikir yürüterek eğitimi dönüştürmesi, öğrenci hoca ilişkisini dönüştürebilmenin olanaklarına bakabilme, birlikte bilgi üretme yöntemlerini geliştirme.
T.A.: İlişkisel olması, dinamik olması, bilginin ilişkilendirilebilirliği, diyalekttik bir ilişkisi olması. Disipliner ayrımları yıkmaya çalışması ve farklı disiplinleri bir araya getirmesi gibi manifestomuz var.
“Su üstüne çıktık”
Bildirinin ardından pek çok ihlal yaşandı. Ancak bir yandan da akademisyenlere yönelik “Sırça köşk” eleştirilerini ortadan kaldıran, başka bir yöntem arayışına vesile olmuş görünüyor. İhlalleri konuştuk, peki kazanımlar neler oldu?
T.A.: Zaten sırça köşk falan değildi, en azından çok büyük kısmımız için. Vakıf üniversitelerinde çalışan, emek çalışmalarına bir nebze de girmiş olarak emekçi, işçi sınıfının parçası olduğumun çok farkındayım. Üstelik baya güvencesiz işçi.
Gerçekten bir tür özgürleşme var. Beni attığı andan itibaren ben bir noktada emeğimin özgürleştiği bir başak döneme geçmiş oluyorum. Elbette geçim sıkıntılarımız var ama şimdi yeni bir şeyi kurmak için kendi üretim araçlarımıza sahip çıkabilir aslında ve buradan dönüştürebiliriz. Bu şer bin hayırlara yol açtı.
B.B.: Kampüssüzler’de görece olarak hepimiz barış akademisyenlerindeniz. Barış akademisyenleri içinde genel dönüşüme yol açtığını söyleyemem ben ama birbirimizi bulmamıza yol açtı. Vakıf üniversiteleri, devlet üniversitelerinde hapsolduğunu, işçi olduğunu hisseden bu sırça köşkü tanımadan farklı yöntemleri kendi çabasıyla kurmaya çalışan, yalnızlaşan, üniversitelerin içindeki insanların, bir araya gelmesini ve bir arada iş üretebilen varoluşlar oluşturmasına yol açtı.
Biz imzacılar, eğer olay çıkmasaydı belki suyun altında kalmaya devam edecektik. Yaşananlardan sonra su üstüne çıktık. Birbirimizi görebilir olduk.
Nilay hoca demişti; “Devlet bizi örgütledi”. Örgütlenmekten suçlarken örgütlenmemize yol açtı. İmzacı 2212 kişiden, “sırça köşk”te olan çok akademisyen var hala.
T.A.: Ama “sırça kondu”lar da varmış.
B.B.: Konduların örgütlenmesi yaşandı.
“Hansel’le Gratel’in ekmek parçaları gibi”
İhraçlar, istifalar, emekliliğe zorlanmalar, yurt dışına gidenler… Türkiye’deki üniversitelerin içinde olduğu durumu nasıl buluyorsunuz?
T.A.: Kötü durumda. Sırf birileri atıldı da oralarda nüfus azaldı anlamında değil. Zaten genel çürüme, dağılma, çözülme vardı ama var olan baskıların, korkuların artmasıyla daha da vahim hal almaya başladı. Tezlere belki bir takım yerlerde zaten müdahale ediliyordu. Müdahalenin sayısı, cüreti arttı.
“Onu çalışma başka bir şey diyelim”, “şöyle çalışsan daha iyi olur”, “böyle tezle mezun olamazsın bunu enstitüye veremeyiz”lerden enstitülerin “bu çalışılmaz”larına, “bu tez böyle kabul edilmez”lerine varan bir ortama doğru gidiyoruz. Bu vahim ötesi bir durum. Orada artık çalışılamıyor anlamına geliyor.
Toptan boşaltalım oraları demiyorum. Oralarda bir takım yerler tutuluyorsa tutulmaya devem edilsin ama bir yandan şunun zarureti artıyor; yarın için akademinin yaşam alanını, başka türlü bir şeyi kurmak zorundayız.
Dr. Begüm Başdaş hakkındaBoğaziçi Sosyoloji lisansının ardından California Üniversitesi Riverside’da sanat tarihi alanında yüksek lisans ve California Üniversitesi Los Angeles’ta (UCLA) coğrafya alanında doktorasını tamamladı. İstanbul Bilgi Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversitesi'nde lisans ve master dersleri veriyor. Uluslararası Af Örgütü’nde çalışıyor. |
Elbette dönülecek bir gün, o güne bir bilgiyi, deneyimi biriktirip aktarmak durumundayız. Belki bir umudu taşımak, umudu tarihe bırakmak zorundayız. Çok hata yapabilir, çok şaşırabiliriz önemli değil. Bu şaşırmalarımız hatalarımız da bilgi ve deneyim birikimidir. Yarına, bir şeyleri yerden tekrar toparlayıp kaldıracak ve yeniden kuracak olanlara bir küçük izlerdir. Hansel’le Gratel’in ekmek parçaları gibi. Biz yürüyoruz. Parçaları bırakıyoruz.
B.B.: Akademisyenlerin atılması ile o üniversitelerde kurabildiğimiz küçük alanların da ortadan kaldırılması söz konusu. Dersim’den Ahmet Kerim’in atılması Dersim’deki öğrencilerin o küçük bahçesini üstüne basılması gibi bir şey.
Ama yaşanan sadece bu değil. Geri dönüş süreçlerine dek öğrenciler için de kayıp süreç yaşanacak. “Biz vardık da öğrenciler acayip bir şeyler çıkıyorlardı” değil. Umutsuzluk, tedirginlik, baskı sadece akademisyenler için değil öğrenciler içinde geçerli. Önümüzdeki on seneyi “lost generation” olasılığı olarak da görüyoruz. Bunun da tedirginliği var. Bu süreçte benim ayakta kalma stratejim bir arada durmak.
“Terapiyse, onun da yeni bir yolunu bulduk”
T.A.: Sürekli bir şeylere cevap veriyoruz.. Birisi çemkiriyor ona cevap vermeye çalışıyoruz. Tamam onu da yapalım ama biz yolumuza devam ediyoruz. Yeni bir dünya için, ayakta durmak için umudu taşımaya çalışıyoruz.
B.B.: Bir sürü insan “Niye bu kadar uğraşıyorsunuz dünyayı mı kurtaracaksınız?” diyor, hiçbir şeyi kurtaramayacağımın bilincindeyim. Benim derdim bir gün her şey sonlanacak olursa, ben “Biz yan yana durduk” diyebilmeliyim. Sadece bunu diyebilmek için elimizden ne geliyorsa yapacağız. Bir şey kazanmak için değil. Bu süreci en iyi bildiğimiz şeyi yapmaya devam ederek yürütmek.
T.A.: Yöntem buluyoruz. Bir tür praksis aslında. Konuşuyoruz, çalışıyoruz, okuyoruz, tartışıyoruz ama yapıyoruz yaptığımıza bakıyor ve devam ediyoruz. Bir arkadaş “Belki bir terapidir, size iyi geliyor olabilir” dedi. Olabilir, belki bir terapidir. Ben daha fazlası olduğunu düşünüyorum ama velev ki terapi. Öyleyse de terapinin kolektif ve yeni yolunu bulduk, ne ala. Kolektif, birbirini sağlatan bir yaşam alanı yaratıyoruz. Bu da bir şey demektir.
“Buradan öğrendiklerimizle devam edeceğiz”
İstanbul Atölyesi’ni nasıl değerlendirirsiniz?
B.B.: On gün boyunca sayısı 35’ten 25’e dek değişen İstanbul’dan ve Munzur Üniversitesi’nden gelen ekiple atölyeyi gerçekleştirdik. Geri dönüşlerde, üniversitede yaşadıkları boşluklara alternatif bir şey görmenin heyecanı; bizim de işe yeni başladığımız ama manifesto olarak sunduğumuz bazı yöntemleri, öğreten öğrenen arasındaki interaktivitenin yeteri kadar kurgulanamadığı gibi –ki biz de farkındayız- eleştirileri oldu.
Ama bir arkadaş dedi ki” Üniversitede on gün arka arkaya derse girdiğim görülmemiştir, buraya her gün geldim”. İnsanların demek ki ihtiyaçları var.
T.A.: Devam etmek istiyorlar. Biz onlardan bu deneyimlerinin bilgisini üretmelerini de bekliyoruz. Bir yöntem arıyoruz.
B.B.: Nasıl projeler üretebilir, birlikte nasıl ortaklıklar kurabiliriz, buradan öğrendiklerimizle sonraki atölyeleri nasıl daha farklı kurgulayabilir ve bundan sonra nasıl devam edebiliriz diye düşünmeye, tartışmaya devam edeceğiz.
Kampüssüzler Ders Ortakları hakkındaBilginin disiplinlere ayrıştırılmasına karşı bilginin bütünselliğini ve ilişkisel yapısını savunur. Doğa bilimleri, toplumsal bilimler, sanat ve edebiyat alanlarına ilişkin keskin ayrışmayı reddeder. Yükseköğretimde alışkın olduğumuz gibi konusunda “uzman” bir akademisyenin dinleyici konumundaki öğrencilere seminer vermesi şeklindeki öğrenme-öğretme biçimlerine karşı öğrenenlerin etkileşiminden bilgiyi birlikte üretmeye evrilen bir öğrenme ortamı yaratma kaygısıyla ortaya çıkar. Öğrenmenin, kuram ve pratiğin birbirini karşılıklı desteklediği ve geliştirdiği bir süreç olarak ilerlemesini ilke edinir. Kampüssüzler bilginin derlenme ve oluşturulma sürecinden yaygınlaştırılmasına uzanan tüm aşamalarda bu ayrışmanın yerine bütünlüklü, karşılıklı ve ilişkisel olmayı hedefler. Bilgiyi bir yerden başka bir yere aktarılan bir nesne gibi görmeyen, ancak toplumsal etkileşim içinde üretilebileceğinin farkında olan Kampüssüzler dinamik, karşılıklı ve ilişkisel bir süreç öngörür. Kolektif bir çalışma, üretme ve paylaşım süreci hedefler, bilginin ilişkiselliği üzerinden derinleşmeyi savunur. Bu öğrenme ortamında dersi “sunan” öğretmen ve dersi “dinleyen” öğrenciler yerine kolektif bir faaliyet içindeki katılımcılar vardır. Bu tür bir öğrenme ve bilimsel bilgi üretme ortamının hazırlanması birlikte defalarca çalışmayı gerektiren ve zaman alan süreçlerdir. Alışık olmadığımız bir yöntemi üretirken öğrenmemiz, soru sormamız, alışkanlıklarımızdan vazgeçmemiz, alternatif yöntemlere dair okumamız gerekir. Farklı bir yöntemin üretimi için deneyerek ve zaman zaman yanılarak, eleştirerek ve çalışarak devam etmeyi planlıyoruz. |
(BK)