“Olağanüstü dönemden geçiliyor, karşılığında olağanüstü tavırlar da sergileniyor. Geri dönüp o kurumları akademi yapmak gibi gerçekçi hedeflerimiz olmalı. Zihni açık, eleştirel, düşünen, sorgulayan, umuda ihtiyacı olan insanlar var burada. Bu insanları umutlandırmak, anlatmak lazım.”
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Kerim Gültekin, 6 Ocak’ta ilan edilen Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında 679 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Munzur Üniversitesi’ndeki görevinden ihraç edilen akademisyenlerden. Sosyoloji Bölümü’nde akademik hayatının ilk görevinde iki buçuk yılın ardından ihraç edildi.
Gültekin ile Barış İçin Akademisyenler’in “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisi imzacılarının ihraçların ardından kurdukları İstanbul’daki Kampüssüzler Ders Ortaklığı, Dersim Dayanışma Akademisi ve Ankara’da kurulan Sokak Akademisi ortaklığında 27 Ocak - 5 Şubat tarihleri arasında yapılan “İstanbul Atölyesi”nde görüştük.
Dersim Dayanışma Akademisi’ni anlattı, dayanışma akademilerinin, İstanbul Atölyesi’nin önemine değindi. Türkiye’de akademi için mevcut durumun zor olduğunu belirtirken mücadeleye devam etmekten ve umuttan söz etti.
"Uzun vadeli süreçler"
Dersim Dayanışma Akademisi nasıl kuruldu, neler yaptınız?
Dersim Dayanışma Akademisi kuruluşunda diğer dayanışma akademilerinden ilham aldık. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası’nda herkesin katılımına açık üç seminer yaptık. Belli hocaların davet edildiği sunumlar yaptığı buluşmalar şeklinde gerçekleşti.
Dersimden hemen ayrılmayı düşünmüyorum. Hem atıldılar gittiler gibi görüntü vermemek lazım. İkincisi de ikinci dönem verdiğim dersler vardı, sendika ile görüşüp on hafta kadar derslerden birini ikisini vermeyi düşünüyorum.
Bunların daha ilerletilmesi taraftarıyım. Sunum, seminer bir araya gelinmesi ve görünürlük bakımında iyi, anlamlı. Ama bizim mesleğimize dair farkımızı ortaya koymamız gerekiyor.
İmzayı bilim insanı olma sorumluluğuyla attık. Bilgiye, bilime, bilginin inşasına daha farklı perspektiften baktığımız için o imzayı attık. Topluma karşı duyulan sorumluluk gereği, üretim içinde kendimizi özneler olarak görmemizin gereği olarak attık.
Mesleki alanda da bunu devam ettirmek gerekiyor. Seminerler şeklinde değil, buradaki deneysel yönü olmuş oldu.
Katılımcılarla uzmanları uzun vadeli süreç içinde bir araya getiren, katılımcıları ilerletmeyi hedefleyen, onları akademiye çekmek ve akademide ilerletmek gibi pratik amaçlar güden, bir programı olan, uzun vadede kurumsallaşmayı hedefleyebilecek süreç olarak bakılmalı diye düşünüyorum.
"Özgür bilim üretim alanları"
İstanbul Atölyesi nasıl geçti?
Bu fikir birkaç ay önce oluştu. Dersim’den İstanbul’a gelmiştik yine. Toplumsal cinsiyet ve yerinden edilme başlıklı Dersim’de yapmak istediğimiz çalıştayı orada yapamayınca buraya naklettik. Kampüssüzler ekibi ile o zaman tanıştık. Ne yapabiliriz diye konuşurken bunu önermiştik. Farklı dayanışma akademileri ile daha uzun erimli çalışmada bir araya getirmek katılımcıların sürekliliğini sağlamak. On gün 30 kişi düzenli olarak geldi. 20’ye yakını Dersim’dendi. Olumlu bir tecrübe oldu.
Bize şunu gösteriyor; pratik amaçlar güden, akademiyi elle tutulur hale getiren çaba, sadece seminer vermek, toplantı yapıp dağılmak yerine uzun vadeli ilişki kurmak, insan yetiştirmek önemli. Akademi de böyledir. Hoca öğrenci ilişkisi içi boşaltılmış durumda bugünün Türkiye’sinde.
Uzmanların yanında bulunan uzmanlık kazanan insanlar kendi çalışmalarıyla yenilik katan insanların yetiştiği bir alan aslında akademi. Dışarıda daha özgür bağımsız olarak iktidarın belirlediği, çarpık ilişkilerin dışında yeni eşitlikçi özgür özerk bilgi üretim alanları inşa etmeye çalışıyoruz.
"Bu bir fırsat"
İhraçların ardından ortaya çıkan bu oluşumlar çabalar, istenilen akademiyi yaratmak için adım olabilir mi?
Tarih de böyle. Olağanüstü zamanlar olağanüstü koşullar, olağanüstü tutum ve tavırların ortaya çıkmasına sebep oluyor. Akademi dünya genelinde de Türkiye’de de her zaman iktidarın, otoritenin, siyasal erkin tahakkümü altındadır. Onun istediği yönde bilgi üreten mecralar olarak bakılmıştır akademiye. Tarihte en bilinen örnekler 1940’lardaki DTCF tasfiyesi, İsmail Beşikçi örneği 1402’likler… Tarihten bugüne getirdiğimiz akademi içerisinde iktidarın belirlediği sınırları aşmaya dönük bilimsel çabaların karşılaştığı baskı boyutu olarak bugüne geliyordu.
Bu bir fırsat tabi ki. Olağanüstü dönemden geçiliyor karşılığında olağanüstü tavırlar da sergileniyor. Türkiye demokratik, insancıl, akademi de özgür, demokratik ve özerk olacaksa, bugünkü çabalar üzerine inşa edilebilecek bir gelecekle olacak.
Mevcut akademi Türkiye’deki diğer devlet kurumları, kurumsal yapılar gibi çökmüş vaziyette. Hiçbir hukukun kalmadığı her türlü haksızlığın yapıldığı yozlaşmanın çürümenin yaşandığı binalar haline geldiler.
"Öğrencilerin akademiye dönmeleri hepimizin kazancı"
Bu ihraçlar öğrencilere nasıl yansıyor? Konuştuğumuz öğrenciler sizin onları yüksek lisans için cesaretlendirdiğinizi anlattı. Siz nasıl görüyorsunuz öğrencilerin durumunu?
Biz sadece işimizi kaybediyoruz. Onlar daha büyük baskı altında. Yüzlerce tutuklu öğrenci var. Bir kısmının okuma hakkı elinden alınıyor. Hayatını kaybeden arkadaşlarımız var. Piyasacılığın yanında dinsel muhafazakarlığa mahkum edilmiş bir cendere de var.
Öğrencilere “Fabrikalar patronların elinde. İşçiler fabrikalara gitmesin mi?” örneği veriyorum.
Biz de toplumsal üretimin bir parçasıyız. O mücadelenin dışında durmuyoruz. Sosyal bilim tamamen ideolojik bir alan. Bilgiyi nasıl ürettiğiniz, hangi kaynaklardan beslendiğiniz, hangi soruları sorduğunuz, ortaya koyduğunuz fikrin toplumsal faydanın neresinde durduğu sizin sınıfsal konumuzla ideolojik tutumunuzla alakalı olarak şekilleniyor.
Bugün bizlerin önü kesilmiş olabilir ama bu arkadaşların önümüzdeki 5-10 yılda birçoğunun iyi bir yüksek lisans, doktora yapıp, dil öğrenerek, gerekiyorsa yurtdışından beslenerek, yüzlerini akademiye dönmeleri hepimiz için kazanç olur.
"Umuda ihtiyacı olan insanlar var"
Akademinin geleceği açısından umutlusunuz yani.
Durum ümitsiz görünüyor. Umutsuz olmak için fazlasıyla neden var. Son birkaç yılda binlerce insan hayatını kaybetti binlerce insan tutuklandı müthiş bir baskı var. Toplumsal muhalefet önemli ölçüde geri çekilmiş vaziyette dağınık sinik görünüyor. Buna akademi cephesinden baktığımızda da imza süreci başından sonuna kadar çok büyük bir baskı süreci.
Kendimden örnek vereyim; Benim doçentliğe başvurmuştum KHK ile durdurdular, TÜBİTAK’tan post doktora bursu almıştım ama imza sonrasına geldiği için gözünün üstünde kaşın var gibi gerekçeyle iptal edildi, Cambridge Üniversitesi Sosyal Antropoloji Bölümü'nden davet aldım, hiçbir gerekçe gösterilmeden elendim. Bir yandan da bir proje hazırlamıştım, iki üç ay alan çalışmasını yaptığım projeyi iki ay masada beklettiler, neredeyse doçentliğe başvuramıyordum.
Üretiyorsunuz, çalışıyorsunuz bir şeyler yapmak istiyorsunuz, öğrencilerle ilişkiler kuruyor onları ilerletmeye çalışıyorsunuz, hem kurumsal bir çaba gösteriyorsunuz hem kendi işinizle ilgili çaba gösteriyorsunuz ama böyle saçma sapan şeyler büyük bir baskı yaratıyor.
İstifa edenler, emekli olmak isteyenler var, KHK ile atılan birçok arkadaş yurtdışı fikrinde duruyor, hepsini anlıyorum. Herkesin kendi kişisel yaşamı. Ama ben tüm bunlara rağmen kalmaktan, ısrar etmekten yanayım. Mücadele böyle veriliyor. Kaçarak, uzaklaşarak, kendimize bir dünya kurarak mücadele veremeyiz.
Geri dönüp o kurumları akademi yapmak gibi daha gerçekçi hedeflerimiz olmalı.
Zihni açık, eleştirel, düşünen, sorgulayan umuda ihtiyacı olan insanlar var burada. Bu insanları umutlandırmak, anlatmak lazım. Ben didişmekten uğraşmaktan yanayım bırakıp gitme taraftarı değilim. (BK)