Roman Kahramanları dergisi, yazarlara, kadın cinselliğinin edebiyata nasıl yansıdığını sordu. Birinci yılını kutlayan derginin Ocak/Mart sayısında tartışmaya açtığı dosya konusunu, Elif Şafak, Aslı Tohumcu, Feryal Tilmaç, Hande Öğüt, Mine Söğüt ve Tuna Kiremitçi yorumladı.
"Sizce Türkiye'de kadın roman kahramanları cinselliklerini özgürce yaşayabiliyorlar mı?" sorusuna verilen cevaplar durumun vahametini de açık ediyor. Yazarlar, Türkiye'de kadının ne romanda ne gerçek hayatta cinselliğini özgürce yaşadığını düşünüyor. Daha da vahim olanı, kadın yazarların cinselliği yansıtırken özgür olmadıklarını düşünmeleri.
Kadınların, cinselliği yazarken otokontrol uygulamalarının sebebi toplumsal baskılara boyun eğmeleri mi yoksa feminist bir kaygı güderek "Seks satar" mottosuna karşı durmaları mı? Yazarlar, kadın kahramanları anlatırken bu soruya da cevap veriyor. Ve cevaplardan anlaşıldığı üzere, erkek yazarların kadın kahramanları ise gerçeklikten çok uzak.
Aslı Tohumcu, konuyu bir adım daha ileri götürerek, "Romanda kadının adı yok" diyor: "Türkiye'de kadın roman kahramanları da varmış demek! Bu soruyu sorabildiğinize göre... Ben başka tarafa bakarken geçip gitmiş olacaklar! Edebiyat hayatı yansıtıyorsa eğer, ki bence her durumda böyledir; kadınlar hayatın içinde nasıl kenara atılıyorlarsa, edebiyatta da başrolü kaptıkları çok ender. Hafızanız keskin değilse, yakın dönemde yazılmış ve üzerinde az çok konuşulmuş romanlara bir bakın, erkeklerin krallığında yaşadığımızı bir kez daha göreceksiniz. Tam da bu nedenle, edebiyatta doğru düzgün varlık gösteremeyen kadınların, roman kahramanları olarak herhangi bir şeyi özgürce yaşadıkları saptamasını yapmak zor."
"Erkeklerin krallığı" olarak tanımlanan Türkiye yazınını yine kadınların 'kurtarabileceğini' de söylüyor Tohumcu. Kadınlara, taşın altına elini sokmalarını öneriyor; hem roman türünün geleceği hem de kadınların özgürleşmesi için. Kadın cinselliğini yazmanın ateşten gömlek giymekle neden eşdeğer olduğu ise başka ve uzun bir sosyolojik tartışmanın konusu.
Kitapları her zaman 'çok satanlar listesi'nin üst sıralarında yer alan Elif Şafak da konuya farklı yaklaşmıyor: "...Kadın roman kahramanlarımız ise içinden çıktıkları toplumdan yalıtılmış değiller. Bizden bir adım önde ve daha özgür olmalarına rağmen, onlar da cinselliklerini tam olarak yaşayamıyor. Yalnız bu konuda erkek yazarların daha rahat olduklarını düşünüyorum. Bir erkek yazarın cinsellik hakkında yazması her zaman daha kolay...
...Erkek yazarların yazdığı kadın roman karakterleri, kadın yazarların yazdığı kadın roman karakterlerinden daha özgür yaşıyor cinselliği ve kadınlıklarını."
Dikkatimi çeken, yazarların kendi kahramanlarından hiç bahsetmemeleri oldu. Kahramanlarının cinsellik konusundaki cesaretlerini ya da çekincelerini irdelemek yerine meseleye yukarıdan bakmayı tercih etmişler. Kadın kahramanların cesaretine burun kıvırırken, erkeklerin hayatta ne kadar cesur olabildiği de irdelenmeliydi belki. Ancak konumuz cinsellikle sınırlı, devam edelim okumaya:
Feryal Tilmaç: "...Tüm bunlara bakınca daha sahici, içerden, dönüştürücü, değiştirici bir cinselliğin yazılması için özgür düşünebilen, cesur kadın kalemlere gereksinim olduğu açık. Edebiyatımızda örnekleri yok mu? Var elbette; örneğin Leyla Erbil'in Cüce romanındaki Zenime geliyor aklıma. Yazar, ileri yaşındaki bu kadın karakterini, bir gazete için fotoğraf çekimi yapmaya evine gelmiş, hiç tanımadığı, ilk kez karşılaştığı, üstelik kendinden epeyce genç bir adamla, eli titremeden seviştirmiştir. Olup biter, geçer gider; birikmiş enerjinin anlık patlamasıdır o kadar. Duyguyla soslandırayım, bir ilişkiye dönüştürüp çoğunluğun yüreğine az da olsa su serpeyim çabasına girilmemiştir..."
Kendi hayatını kendi istediğini gibi yaşayan kadının 'kötü', 'çocuklarımın anası' cefakar ve fedakar kadının 'makbul' olduğu, örnekleri şu sıralar televizyon dizilerinde de sıkça görülen kadın tipinin, romanlara da aynen böyle yansıdığını söylüyor Tilmaç. Bunu değiştirmenin de yine kadın yazara düştüğünü söyleyerek, bir çözüm yolu da öneriyor. Ona katılmakla birlikte, kadınları özgür olmayan toplumun erkeklerinin de özgür olamayacağı fikrinden hareketle, ölü toprağını kadın-erkek birlikte kaldırmaları gerektiğini de eklemek lazım.
Yukarıda bahsettiğim, toplumsal rollere uygun bir cinselliğin satış rakamlarını artırmada en garantili yol olduğu gerçeğini, Hande Öğüt şöyle anlatmış:
"...Erkekler, dilin, kültürün, edebiyatın yaratıcı ve sürdürücü aktörleri olarak eserlerinde kadın cinselliğini, ataerkinin çok boyutlu kuşatılmışlığı içinde, kadını kategorize ederek, son derece dar bir kavrayışla melek/şeytan, bakire/fahişe, metres/eş dikotomileri içinde anlattılar, anlatıyorlar: Âşık olunan, hayal edilen, sessiz, suskun tek boyutlu kadınlar, trajik sonlar...
...Kadına ve kadın cinselliğine dair tabular yüzünden cinselliği konu alan kitaplar, toplum ahlâkını tehdit ettiği gerekçesiyle yasaklanır (Sevgi Soysal; Yürümek, Pınar Kür; Bitmeyen Aşk gibi) ya da cinsellikle ilgili yazdıkları şeyleri mutlaka deneyimledikleri düşünüldüğü için kadınlar ahlâksızlıkla suçlanır. Adalet Ağaoğlu, bir kadının erotik rüyalarını yazdığında başına neler geldi biliyoruz..."
Anlıyoruz ki, sadece roman kahramanı değil, kadın yazar da baskı altında. Yazarlar, sanatın avangart tavrıyla, toplumun önyargıları arasına sıkışmış durumda. Belki bu genel olarak tüm sanatçıların sorunu, ama daha çok kadınların sorunu.
Mine Söğüt de şöyle anlatıyor, kahramanların kaderini:
"Edebiyat ait olduğu çağın gerçekliğinden beslenir. O yüzden romanlardaki kadın kahramanların kaderi sokaktaki kadınların kaderinden bağımsız bir yol izlemez. Gerçek hayattaki kadınlar cinselliklerini ne kadar özgür yaşıyorlarsa roman kahramanı kadınlar da o ölçüde özgür olurlar. Türk edebiyatında cinselliğini alışılmış ölçülerin dışına çıkarak yaşadığını gördüğümüz kadın kahramanlar vardır elbet ama onlar da edebiyat tarihine "özgür" olarak değil "marjinal" kahramanlar olarak geçerler..."
Buradan çıkan sonuç, kadınların özgürlük için sokağa çıkmaları. Tamamen doğru bir görüş olsa da, ben yine de sanatın avangartlığı konusundaki ısrarımı sürdürerek, Tuna Kiremitçi'ye geçiyorum:
"Nabokov'un dediği gibi, romanda asıl hadise kahramanlar arasında değil, romanı yazanla okuyan arasında geçiyor. Bu nedenle, roman kahramanının cinsel özgürlüğü yazarın aklının ne kadar özgür olduğundan ayrı ele alınamaz...
..."Cinselliğin normalleşmesi" derken kastettiğimse şu: Bireyin cinselliğini özgürce yaşayabilmesi için, cinsellikten özgür olabilmesi gerek. Yoksa en özgürlükçü yazarımızın bile mevzu cinselliğe geldiğinde yaşadığı gerginliği, yazdıklarından anlayabiliyoruz. Bu gerginlik de iki şekilde tezahür ediyor: Gereksiz bir mahcubiyet ya da gereksiz bir abartma şeklinde. Bu gerilimi romanın lehine değerlendirmeyi başaran yazarlar çok fazla değil: Leyla Erbil, Sevgi Soysal, Oğuz Atay ya da Kemal Tahir isimleri geliyor aklıma."
Kiremitçi'nin doğru bir noktaya temas ettiğini kabul etmem gerekiyor: "Bireyin cinselliğini özgürce yaşayabilmesi için cinsellikten özgür olabilmesi gerek." Bunu başarması için de aklının zincirlerini kırması gerek. Roman yazarlarımıza ağır bir yük yükledik, evet. Belki de romanları sadece toplumun aynası olarak görüp, konuyu buradan incelemeye başlamak da önemlidir. Bizi, toplumun değişmesi gerektiğini sonucuna götürür, en azından.
Roman Kahramanları dergisinin sorusunu önemli ve değerli buldum. Çünkü konuyu tartışmaya açarken yazarları da işin içine katıyor. Onları da bu konuda düşünmeye zorluyor. Belki de kibarca, "Sizin kahramanlarınız neden utangaç/cinsiyetsiz/yanlış yönlendirilmiş?" diye soruyor. Böylece Türkiye yazınına cinselliğini ve hayatını daha açık yaşayan cesur kadınlar hediye etmek için bir adım atmış oldular. İşi, olup biteni değil hayali yansıtmak olan romancılarımız, hayatın en özgür alanlarından biri olan yazın dünyasına toplumu taşımaktansa, toplumu yazın dünyasına taşımayı da amaç edindiğinde özgür kadınları okuyabiliriz, belki.
Derginin tartışmaya açtığı konuyu duyduğumdan beri aklımda Virginia Woolf var. Hayır, Woolf'un derdi, kadın cinselliğini yazmak değildi. Daha önemli bir dediği var, "Kendine Ait Bir Oda" romanında: "Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!.."
Kadın ve edebiyatın belki de en isabetli sorgulaması olan "Kendine Ait Bir Oda", edebiyatın erkeklerin hegemonyası altında olduğu bir coğrafyada kadınlara büyük sorumluluk yüklüyor: Topluma inat yazın! Cinselliği de, diğer tüm tabuları da. Söylediği kolay değil, ama Virginia Woolf olmak da kolay değil...(AS/EÖ)