Vicdani retçi O.Z. askerleranlatiyor.blogspot.com adlı bir site kurdu ve bundan sonra hayatı hiç geri dönülmeyecek şekilde değişti. Sitede askerliğini yapmış ya da yapmakta olan yurttaşların isimli/isimsiz şekilde gönderdikleri askerlik hikâyeleri yayınlanıyor. Hikâyeler okundukça, ülkemizde ordunun iç işleyişine, militarizme, insan haklarına ve daha pek çok şeye bakışımız değişiyor.
Kimilerine göre peygamber ocağı, kimilerine göre erkekliğin sınavdan geçirildiği er meydanı olan zorunlu askerlik hizmetine bu kez vicdani ret ekseninden yorum yapmamıza olanak sağlıyor. O.Z. ve bir arkadaşının ortak kurdukları askerler anlatiyor.blogspot.com, kısa zamanda basının ilgisini çekmiş ve halihazırda bazı gazetelerde haber olmuş durumda bile.
Öncelikle siteden bahsetmek lazım galiba, bir anlamda askerliğin kapalı kapılarını insanlara açtı. Bu işe girerken ki motivasyonunuz neydi? Ne zaman başladınız? Şu an işler nasıl ilerliyor?
Bu siteyi, insanların utanmadan, kendilerini teşhir etmek zorunda kalmadan, dolayısıyla da "vatan haini", "korkak", "muhallebi çocuğu" gibi suçlamalara maruz kalma endişesi taşımadan, askerlik sürecinde yaşadıklarını anlatabilecekleri bir mecra oluşturmak maksadıyla kurduk.
Uzun zamandır askerliğin anlatılış biçimlerinin ne kadar sınırlı olduğu üstüne kafa yoruyorduk. Çoğu hikaye ya kahramanlık ya da komiklik ve "ne acayip şeyler yaşadık" temalarıyla dile getiriliyordu. Bunun dışında derin bir sessizliğin hakim olduğunu fark ettik. Sessizlik farklı anlamlara gelebilir tabii ki. Kimisi için travmatik, şiddet dolu, can yakıcı, utanç verici olaylara işaret ederken, bir başkası için uzun bir dönem cefası çekilen can sıkıntısı ve beyhudelik anlamına gelebilir. Her durumda bu kadar çok erkeğin yaşadığı bu deneyimin dile kolay dökülememesi, paylaşılamaması bizi rahatsız ediyordu.
Askerlik hikayelerinden çıkarak nereye varabiliriz?
Milyonlarca insanın yaşadıkları bu ülkeye dair soru üretmeye, düşünmeye ve sorgulamaya yarayabilir. Askerlik hikayelerinden yola çıkarak itaat kültürüne, makbul vatandaşlığa, şiddete, ayrışmalara, sınıflaşmaya, eşitsizliğe ve torpilciliğe, kadınların toplumdaki konumuna ve halihazırda var olan pek çok tartışmaya katkı sağlamak mümkün.
Bize göre, 19-20 yaşındaki gençlerin 15 ay boyunca maruz kaldıklarını ciddiye almak, deneyimi siyasi bir dile tercüme edecek araçlar üstüne kafa yormak ve bu sessiz bırakılmış alanı tartışmaya açmak çok acil bir ihtiyaç.
Özetle, böyle bir sitenin sadece askerliği değil, Türkiye'de erkekliği ve daha pek çok can yakıcı meseleyi de anlamamıza yardımcı olacağını düşündük. Askerliğin son derece önemli bir yer tuttuğu ve yasalarla da korunduğu bir toplumda, insanları askerde yaşadıklarını kimliklerini ifşa ederek anlatmaya çağırmak çok zor. Malum, yasalar insanları korumaktan ziyade onlara hayatı dar etmek için kullanılabiliyor; buna ne yazık ki çok sık şahit oluyoruz. Bize yazan biri, "bunca yıldır bunları kimseye anlatmadım, şu anda da yazarken ellerim titriyor" diyorsa, biz bu korkuyu, endişeyi ve içine kapanmayı ciddiye almak ve iletişim kanallarını açık tutmak zorundayız. Yaratılan korku ikliminde kendi ismiyle öne çıkamayan insanları anlamak durumundayız.
Site ne zaman kuruldu?
Siteyi Ağustos 2010'da kurduk, ancak tanınması ve yazıların gelmeye başlaması bir iki ay aldı. Daha sonra site çeşitli köşe yazarlarının ve gazetelerin dikkatini çekti ve hem yazı gönderenlerin hem de okuyanların sayısında ciddi bir artış yaşandı. Şu anda gelen yazılarda bir azalma olsa da bine yakın hikaye geçti elimize. Ziyaretçi sayımız da bu kadar kısa bir zamanda 200 bini geçti ki bu durum da sizin tabirinizi kullanacak olursak askerliğin kapalı kapılarının ardında neler olduğunu görmek isteyenlerin hatırı sayılır bir kalabalık olduğunu gösteriyor.
Siteye dışarıdan kullanıcılar rahatça hikayelerini gönderebiliyorlar. Bu manipülasyona açık bir durum değil mi? Kötü niyetli mesajların da geldiğini düşünürsek nasıl bir seçme süreci yapıyorsunuz?
Bu çok önemli bir soru ve gerek siteyi kurma aşamasında gerekse daha sonra yaşanan süreçte bizim de zihnimizi epeyce meşgul etti. Belki evvela sorunuza bir şerh düşmemiz lazım:
Okuduklarımızın tamamını kendi akıl süzgecimizden geçirmek durumundayız. Bu, sadece bu site için geçerli bir durum değil. Gazetelerde yazılanlar, siyasetçilerin ağızlarından çıkanlar, devlet kurumlarının "belgelere dayanan" açıklamaları ve hatta bol bol kaynak gösterilerek yazılmış kitaplar çarpıtılmış bilgilere dayanıyor olabilir. Biz de en başından beri gerçeklik meselesi üstüne etraflıca düşünüyoruz. Şunun farkındayız: Delil sunma hedefi olmayan bir sitenin üreteceği siyasetin de sınırları var. Bu bir kusur olarak telakki edilebilir; ancak gene de biz sitenin bu haliyle birtakım önemli faydaları olduğunu ve yeni siyasi mecralar açabileceğini düşünüyoruz.
Askerlik hikayelerine ilişkin "delilsizlikten" kaynaklanan bir korku iklimi mi var sizce?
Daha fenası, pek çok insanın herhangi bir delil sunabilecek durumu da yok; çünkü delillere sahip olmak bile belli bir birikimin ürünü. Delillerini toplayamayacak ya da onlara sahip çıkamayacak derecede güçsüz olanların, örneğin köyünden bir gecede sürülmüş bir köylünün veya askerde öldüresiye dayak yedikten sonra ertesi gün yine aynı komutanın karşısına çıkmak zorunda olan askerin sesleri hepten kısılıyor.
Çünkü her yaşanan bir belgeye, bir kanıta dönüşmüyor. Bize ismiyle ulaşanlar bile yaşadıklarını herhangi bir belgeyle kanıtlayamıyor. 8 sene önce keyfe keder atılan bir dayağın ne şahidi ne belgesi kalıyor. O anlamda delillerin önemini teslim etmekle beraber, delil üstüne yoğunlaşan bir siyasetin de kendine has sınırları olduğunu görmemiz gerekiyor. Bütün bunların sonunda yine de "siz gelen yazılarda anlatılanların gerçekliğinden nasıl emin oluyorsunuz" diye soracak olursanız verebileceğimiz cevap şu olacaktır: Benzer olaylar farklı yerlerde o kadar çok sayıda hikayenin konusu oluyor ki insan sormadan edemiyor: Kaçı yalan söylüyor olabilir?
Gönderilen hikayeler içerisinde insanın kanını donduracak nitelikte olanlar var.
Geçen aylar içinde bazen en basit görünen, en sıradan hikayelerin bile içimize oturduğu oldu. Yüzlerce sıradan hikaye, dayak, küfür, unutulabilecek yüzlerce önemsiz haksızlık bir süre sonra insanı ezmeye başlıyor. İlk anda ufak ve önemsiz görünüyorlar. "Ee, ne var bunda, o kadar da olur" dedirtiyorlar.
Ancak bu önemsiz görünen hikayeler beraber okunduklarında bir toplu çılgınlık hissi uyandırıyor. Elimize geçen çok ağır yazılar da var. Askeri cezaevinde işkenceler, köy basmalar, karakolun yanındaki araziye gömülen faili meçhuller, intihar vakaları... Ancak biz sitedeki birkaç yazıyı öne çıkarmaktansa yazıların toplu etkisine vurgu yapmak istiyoruz; çünkü sitenin tanıtım yazısında belirttiğimiz gibi sadece büyük olayları değil, sıradan addedileni de sorgulayabilmek istiyoruz. Bize göre iktidarın en tehlikeli hali, uyguladığı şiddeti anlatılmaya değmeyecek kadar sıradanlaştırması, doğallaştırması.
Sizce biz nasıl insandan askere dönüştürülüyoruz?
Koşulsuz itaat etmeyi ve aklımızı askıya almayı öğrenerek; bunların bir parçası olarak da toplumsal hayatlarımızın her alanında bir hiyerarşi varsaymayı öğrenerek asker oluyoruz. Yani askerlik hiyerarşisi, en acıklı haldeki erbaşa dahi altındaki üç tane erin üstünde bir tahakküm imkanı vererek kendini mümkün kılıyor. Belli bir anda en altta olan, ezilen, dayak yiyen, tuvaletleri elleriyle temizleyen asker biliyor ki, bir-iki ay içerisinde yeni askerler gelecek ve aynı şeylere onlara maruz kalacaklar.
Dolayısıyla, askerlik sürekli kimin kimden emir alacağının, kimin kimin karşısında süklüm püklüm olacağının ve kimin karşısında aslan kesilebileceğinin belirlendiği bir yer. Maalesef bu bilgi çok kalıcı... Askerde hayatta kalmak için elzem olan bilgi maalesef askerden sonrasına da tesir ediyor. Patronunun karşısında el pençe divan durup evde karısını ve çocuklarını döven adam tam da bu tarz içselleştirilmiş bir hiyerarşiyle ve itaat kültürüyle hareket ediyor. Şiddet şiddeti üretiyor.
Sitede aynı zamanda vicdani retçilerin mesajları, bunun yanında da bu konuyla ilgili röportaj ve haberler de var. Bu biraz cesaret de isteyen bir şey. Çekindiğiniz şeyler var mı?
Çekindiğimiz şeyler var elbette. İnsanların ağızlarından çıkan bir cümle yüzünden linç edildiği, ülkeyi terk etmek zorunda bırakıldığı ve hatta öldürüldüğü bir ülkeden bahsediyoruz. Ancak bunlara rağmen "Askerler Anlatıyor" öncelikle çoksesliliğe imkan tanıyan bir platform.
Türkiye'de askerliğe dair en radikal duruşu sergileyen ve bu nedenle de en ağır şekilde saldırıya uğrayan vicdani retçilerin seslerini duyurmaya çalışıyoruz. Ama aynı şekilde "ben askere isteyerek gitmiştim, ama bir daha çağırsalar gitmem diyenin" ya da "şu kötü komutanlar olmasa askerlik ne güzel olurdu" diyenin anlattıklarına da yer veriyoruz. Amacımız bu farklı seslerin birbirini duyması. Siteyi okuyanların, birtakım önyargılarla normalde kolaylıkla
ötekileştireceği insanlarla askerde yaşananlar vesilesiyle özdeşlik kurabilmelerini temenni ediyoruz.
Vicdani ret mücadelesinin Türkiye medyasındaki yansımalarını nasıl yorumluyorsunuz?
Türkiye'de vicdani ret mücadelesini görünmez kılmaya yönelik o kadar çok çaba var ki. Vicdani retçiler son derece kasıtlı olarak yok sayılıyor, söylediklerini geçelim, yaptıkları ve maruz kaldıkları ile dahi ana- akım medyada yer bulamıyorlar. Örneğin yakın zamanda Harbiye Orduevi'nin önünde Kürt Vicdani Ret Hareketi'ne mensup iki genç eylem yaptılar. Yaklaşık 300 kişilik bir kalabalığın eşliğinde vicdani retlerini açıkladılar. Normal şartlarda önünden geçerken durakladığınızda bile askerlerin düdük çaldığı bir yerde yapılan ve en radikal sloganların atıldığı bu gösteri, orada hazır bulunan onlarca kameraya rağmen tek bir haber kanalında ya da gazetede yer bulamadı. Bir diğer örnek ise, İslami inançları nedeniyle askerlik yapmayı reddeden Enver Aydemir'in yaşadıklarının dindarlara hitap eden gazeteler tarafından tamamen yok sayılmasıydı.
İnsanlar vicdani retçileri vatan haini gibi görüyorlar. Devlet tarafından aldıkları cezalar da ortada. Bu bakış açısını değiştirmenin bir yolu olduğuna inancınız var mı?
Gramsci'den esinlenerek cevap verelim: Aklın terazisiyle değerlendirdiğimizde, var olanlar karşısında en kötü ihtimalleri hesaba katmak durumundayız. Değişimlerin bugünden yarına gerçekleşmeyeceğini, belki bizim ömrümüzde hiç gerçekleşmeyebileceğini biliyoruz.
Ancak, irademiz ve eylemlerimizde iyimseriz; var olan karşısında yılgınlığa kapılma lüksümüz yok. Bizim hissiyatımız bu doğrultuda. Üstelik iyimser olmak için çok sebep var. Türkiye'de bugün askere gitmek istemeyen, erteleyen, gittiğine pişman olan, çocuğunu göndermek istemeyen milyonlarca insan var. Bakaya ve yoklama kaçaklarının sayısı bile bir milyona yaklaşıyor. Bu kadar çok insan tarafından paylaşılan bir duygu neden fiiliyata geçmesin. (ET/EKN)
* Bu röportaj Bilgi Üniversitesi Medya ve İletişim Sistemleri öğrencileri tarafından çıkartılan, yayın yönetmenliğini Doç. Dr. Esra Arsan'ın yaptığı "eksiyirmidört" dergisinin 1. sayısından alınmıştır.
* "eksiyirmidört"ün bu sayısında ayrıca "Bir Anda Kör Olmak: Ahmet Şık", "Ötekinin Yeni Hali: Apaçilik", "Berlusconi'yi Döven Kadın: Sabina Guzzanti", "Cinselliği Yok Etmek Tecavüze Engel Değil: Hadım" ve daha pek çok konu hakkında yapılmış haberi okuyabilirsiniz.