Vicdani ret hareketi bu topraklara oldukça hareketli yıllarda girdi. Yaklaşık yirmi bir yıl önce cılız bir ses olarak beliren ret açıklamaları yıllar içinde katlanarak çoğaldı. Kimi zaman durgun geçen yıllar oldu, kimi zaman "düşük yoğunluklu çatışmanın" yoğunluğunun arttığı yıllarda, tepkisel olarak ret açıklamalarının arttığı yıllar da... Geçen yirmi yıl içerisinde hareket, bekleneceği üzere, çeşitlendi, gelişti ve büyüdü.
Vicdani ret, alışıldık tanımını verirsek, bireyin, vicdani, ahlaki, dini, politik ve benzeri nedenlerle, askerlik hizmetini yapmayacağını kamusal olarak ilan etmesidir [1].
Tanımdan da görüleceği üzere, bir sivil itaatsizlik eylemidir. Dolayısıyla, çoğunlukla bir cezası vardır. Ceza, ret açıklamasından ziyade, genelde, retçinin askere gitmemesi (yani bakaya ya da yoklama kaçağı olması, bazen de emre itaatsizlik) nedeniyle verilir. Ama kimi zaman, vicdani retçiler, hem askere gitmediklerinden, hem de açıklamalarıyla düşünce suçu (?) işlediklerinden, çifte suçlulardır. Bu da yetmez, askere gitmedikleri için, üstüne üstlük askerden "kaçmadıkları" için kolaylıkla yakalanabilirler.
Yakalandıklarında hapse girerler, hapisten çıkınca, haliyle askere gitmeleri beklenir, ama vicdani ret tutumu, süreklilik arzeden bir tavır olduğundan, retçi haliyle askere yine gitmez. Dolayısıyla tekrar tutuklanır. Tekrar edip duran bu kısır döngü "sivil ölüm" denen zulmü oluşturur [2].
Hareket hak ettiği ilgiyi görmeye başladı
Türkiye'nin ultra-militarizasyonu nedeniyle, vicdani ret hareketi, diğer sivil itaatsizlik eylemlerinden daha yakın bir ilgiyi hak ediyor. Mutlulukla görüyoruz ki hareket, bu ilgiyi artık çekiyor. Örneğin, bu seneki 15 Mayıs Dünya Vicdani Retçiler Günü nedeniyle İstanbul'da yapılan etkinliklerin programına göz attığımızda, hareketin nasıl geliştiğini ve çeşitlendiğini görebiliyoruz [3].
Etkinliklerde, araştırmacıların ve akademisyenlerin yanında, 1990'larda açıklamalarını yapan Türkiye'nin ilk retçileri, bir kaç yıl önce retçi olduklarını ilan eden Türkiye'nin ilk kadın retçileri de konuşmacı olarak yer alıyor. Bununla beraber, bir çok grup ve örgüt de katılıyor etkinliklere.
Barış için Vicdani Ret Platformu'ndan, Kürt Vicdani Ret Hareketi'ne, Müslüman Vicdani Retçiler'den, psikologlara, toplumsal matrisin birçok boyutunda yer alan örgütlenmeler bu devinimin birer parçaları.
Vicdani Ret Hareketi'nin daha geniş bir toplumsal düzleme yansımaya başlaması özellikle yeni yeni retçilerin belirmesiyle hızlanmıştır. Hareketin ilk yıllarına baktığımızda anarşist ya da anarşizan tandanslı retçilerin çoğunlukta olduğunu, "düşük yoğunluklu çatışmaya" rağmen hareketin nispeten marjinal kaldığını görüyoruz. Benzer şekilde, bu dönemde neredeyse bir çok diğer politik grubun temkinli olduğunu, hareketi gözleme ve tanıma aşamasında olduğunu düşünebiliriz.
Bu süreci etkileyen en önemli gelişme, İslamcı bir retçinin çıkması olmuştur. "İmani retçi" olarak adlandırılan Enver Aydemir, 2007'de açıkladığı reddiyle hareketin bileşenlerini etkileyici bir şekilde değiştirmiştir. Buyrun, okuyalım [4]:
"Hayattaki en önemli değeri inançları olan birisi olarak, özellikle TSK seçkinlerinin İslami değerlere karşı gösterdiği (...) tutumu kabul etmem mümkün değildir. (...) Müslümanların en temel inançlarını bile bu kadar açık bir şekilde tahkir eden bir kurumda benim yer almam söz konusu olamaz. Bununla birlikte kamuoyuna duyurmam gereken asıl meselem, TC Devletinin üzerine kurulmuş olduğu temel değerlerin hiç birine sempati beslemiyor olmamdır. Benim de inanç değerlerime kimsenin zorla sempati beslemesini beklemiyorum. Bununla beraber yaşadığım coğrafyanın gerçeklerini de göz önüne alarak, ortak yaşamın getirdiği sorumluluklar çerçevesinde inançlarıma uygun ve bireysel haklarımın tanındığı (eğitim özgürlüğü, kılık kıyafet özgürlüğü, düşünce özgürlüğü vb.) bir ortamda kamu hizmeti yapabileceğimi beyan ediyorum."
Bu açıklama, oldukça önemlidir. İslamcı vicdani ret hareketinin mihenk taşıdır. Öte yandan, hareketin o ana dek yansıttığı politik nüansa taban tabana zıttır. Aydemir, alternatif sivil hizmet talep etmekte ve seçici bir ret ortaya koymaktadır. Ama yine de, unutumayalım, spektrumunun tamamıyla zıt köşelerinde yer alan politik görüşlerin, ortak eylemlilik zemininde buluşabilmeleri ve bu nedenle sosyal matrisin en büyük ortak paydalarından birine hitap edebilmeleri, bir çok toplumsal dönüşüm hareketinin bileşenlerinde bulunmayan bir özelliktir. Bunu da not edelim.
Öte yandan, Aydemir dışında, dikkat çekici bir Müslüman ret açıklamasına 2008 yılında, Şeyh Bedreddin'in mezarı başında tanık oldu Türkiye. İnan Mayıs Aru, besmeleyle başladığı şiirsel açıklamasında 've Hünkârım, Beyim, Paşam / yorma hiç o güzel ağzını emretmek için bana / Hak sözünden gayrı bir buyruğa tabi olmayacağım bundan sonra' diyerek, modern Türkiye'nin bilinen ilk Sufi vicdani ret açıklamasını yaptı [4]. Dolayısıyla, görüyoruz ki ortodoks İslam ile heterodoks İslam'ın dahi buluşabildiği nadir zeminlerden biri olabilmiştir ret hareketi.
Kürtler ve kadınlar harekete ivme kazandırdı
Spektrumun öte yanında, Kürt retçiler vardır. Bilhassa Kürt Vicdani Ret Hareketi'nin örgütlenmesiyle, sayıları gittikçe artan ve süregiden "savaşa" karşı çıktıklarını ilan eden retçiler toplu açıklamayla tavırlarını ortaya koymaktalar [4].
Son yıllarda hareketin tanık olduğu diğer bir politik tavır, feminizmin ve beraberinde kadın retçilerin hareketin organik bir parçası haline gelmesidir. Türkiyeli kadın retçilere dek, kadın retçiler sadece kadınların da zorunlu askerlik yükümlülüğünün bulunduğu İsrail'de belirmişti. Politik ve feminist bir tutum olarak, zorunlu askerlik tehdidi altında bulunmayan kadınların harekette yer alması, Türkiye'deki mücadelenin seslendiği ve kapsadığı sahayı daha da genişletmiştir.
Hareketin diğer bir önemli bileşeni de Mehmet Tarhan'ın artık ezberlediğimiz açıklamasından da anımsadığımız eşcinsel özgürlük hareketidir. Mehmet, açıklamasında, "Eşcinsel olmam nedeniyle 'hak' olarak sunulan çürük raporunu ise militer düzenin kendi çürüklüğü olarak algılıyorum" diyerek, militarizmin homofobisine yönelik eleştirisini de ortaya koymuştur.
Anarşistler ise, vicdani ret eylemlilikleri içinde en baştan beri yer almakta ve insanın kanını ısıtan açıklamalarıyla, radikal mücadele alanındaki duruşlarını sürdürmektedirler. Örneğin ilk retçilerden olan Yavuz Atan, 1993 yılındaki açıklamasında "Militarist aygıtın ve devletin işlediği hiçbir suça ortak olmayacağım. Aksine milliyetsiz, ülkesiz, devletsiz, savaşsız, adil ve özgür bir dünya için eylemeye devam edeceğim ve hiç kimsenin askeri olmayacağım. Çünkü ben bir anarşistim!" tam da buna değinmiştir [4].
Peki madalyonun arka yüzünde ne var? Şaşırtıcı, dünyada eşi benzeri olmayan bir şekilde çeşitlenen ve genişleyen Türkiye vicdani ret hareketini bekleyen riskler nelerdir?
Türkiye vicdani ret hareketinin ilk yılları büyük çoğunlukla pasifist anarşistlerin eylemlilikleri ve kuramsallaştırmalarıyla kendini var etti. İzmir Savaş Karşıtları Derneği'yle başlayan bu süreçte, itaatsizliğin ve militarizm karşıtlığının yanı sıra, o yılların açıklamalarından okuyoruz, ciddi bir şiddet karşıtlığı da söz konusudur [4]. Hareketin büyümesi, bu özün yitmesine yol açmıştır. Bir çok İslamcı retçi, "laik TSK"da hizmet etmek istemezken, cihatta ön saflarda yer alabilecektir. Benzer şekilde, bir çok Kürt retçi de, "işgalci TSK"da savaşmak istemeyecekken, Kürt ordusu ya da silahlı kuvvetlerinde savaşmaktan çekinmeyebilecektir.
Öte yandan, kadın retçiler, gerek kuramsal gerek siyasi anlamda bir çok eleştirilere maruz kalmaktadır. Daha önce değindiğimiz bu meseleye burada tekrar değinmeyelim [1]. Ayrıca, eşcinsel retçiler de, dünyanın bir çok ülkesinde gündeme gelen "eşcinsellere orduda çalışma hakkı" tartışmalarında sessiz kalmaktadırlar. Örneğin, ABD'nin 'ne sen sor, ne ben söyleyeyim' taktiğiyle sessizliğe gömdüğü eşcinseller askerler, kimi zaman diğer grupların desteğiyle politikleşmekte ve eşcinsellerin açık ve aleni şekilde orduda yer almasına dair hak kazanımları sağlayabilmektedirler. Bu, antimilitarist vicdani ret hareketi için, incelenmesi gereken oldukça önemli bir vakadır.
Bu topraklardaki vicdani ret hareketinin serpilmesinin kısa bir özetini yapmaya çalışırken elbette atladığımız bir çok nokta olacaktır. Ama yine de, yukarıda değindiklerimiz bağlamında bir iki öneride bulunabiliriz.
İlki, bağlamsal olarak ya da değil, şiddet kavramının hareket içerisinde yeniden tartışılmasıdır. Türkiye'de temsil edilen hemen her muhalif hareketin öyle ya da böyle eklemlendiği ret hareketi, şiddet eleştirisi ve eylemlilik yöntemleriyle, toplumcu devrime de önayak olabilme potansiyeline sahiptir. İkinci önerimiz, karma ve kolektif politik hareketlerin önemli maruzatlarından biri olan, ortak amaç eksikliğine yöneliktir. Dolayısıyla, hareket içindeki altgrupların birbirleriyle olan iletişiminin ve diyaloğunun sağlıklı bir şekilde gelişip artması, bu ortak amacın doğal bir şekilde yeşermesini sağlayabilecektir.
Kaynaklar
[1] Can Başkent, Vicdani Reddin Politikasına ve Pratiğine Dair Formel Bir Değini, 'Vicdani Ret Yazıları' içerisinde, Federe Yayınları, 2010.
[2] Can Başkent, Bir Öz-İfade Olarak Vicdani Ret, 'Türkiye'de İfade Özgürlüğü' içerisinde, BGST Yayınları, 2009.
[3] Savaş Karşıtlarının İnternet Sitesi: http://goo.gl/seqIX
[4] Vicdani Ret Açıklamaları Almanağı (editör: Can Başkent), Propaganda Yayınları, 2011: http://propagandayayinlari.net/