Uluslararası Para Fonu (IMF) bundan 62 yıl önce kuruldu. IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn, bugün krizin 2010'a kadar bitmeyeceğini açıkladı. AKP hükümeti sermaye çevrelerinin de ısrarıyla IMF'yle 23 milyar dolarlık yeni bir anlaşmaya hazırlanıyor. Prof. Dr. Korkut Boratav'ın "IMF'ye kesinlikle hayır" dediği yazısını yayınlıyoruz.
Emperyalist sistemin metropolü, kendi krizini adım adım bizim buralara da taşıdı. Şimdi de bizlere, özellikle IMF aracılığıyla, akıl vermeye başladı.
IMF hangi yüzle sistemin çevresinde yer alan ülkelere yeni programlar önerebilecektir? "Sermaye hareketleri üzerindeki tüm kısıtlamaları kaldırın; merkez bankalarını özerkleştirin ve bizim gözetimimizde sadece enflasyonla mücadeleye odaklandırın; reel faizleri yüksek, kamu harcamalarını düşük tutun; dövizin fiyatını dalgalanmaya bırakın, ucuzlarsa ucuzlasın; dış borcu fazla dert etmeyin..." Bu reçetenin tüm öğelerini parti parti bizlere "cebren ve hileyle" kabul ettiren kuruluşun öncelikle IMF olduğunu biliyoruz.
Bugünkü kriz ortamı da bu kabullerden türemedi mi? İşte bu soruyu dört yıl önce olumlu yanıtlayan açık-seçik bir öngörü:
"Bir sonraki borç krizi fazla beklemeden patlak verecektir. Küresel portföy fonları, yüksek getiriler peşinde koşarak yükselen piyasalara yığılıyor. Düşük faizler nedeniyle borçlanma kolaylaşıyor; borçlu ülkeler rehavete sürükleniyor. Bu durum sürdürülemez. Zengin ülke yatırımcıları: Yükselen piyasalardan geçen yıl elde ettiğiniz ortalama yüzde 55'lik getirinin bir sapkınlık olduğunu algılayınız. Gelişmekte olan ülkelerin liderleri: Sizler de borç almanın uyarıcı ilaçlara benzediğini; kısa dönemde başarımı yükselttiğini; sonrasında ise aldatıcı sonuçlara yol açacağını kavrayınız. Bu sefer durum farklı mı diyorsunuz? Kolay gele..."
Bu keskin eleştiri ve kötümser öngörü, Amerikalı bir iktisatçı, Kenneth Rogoff, tarafından 2004'te yapılıyor. Ne var ki bu zat, bu tarihten bir yıl öncesine kadar IMF'nin "baş iktisatçısı" idi. Hal böyle olunca, Rogoff'u gerçekçi uyarılarından ötürü tebrik edemeyiz. Aksine, kendisini "bir yıl öncesine kadar çevre ekonomilerini tam zıt doğrultuda yönlendirirken aklın nerdeydi?" diye sorgulamamız gerekirdi. Ortada masumane bir "şizofrenik kimlik bozukluğu" veya "islah olma" durumu yoktur. Bir ahlâkî zafiyet söz konusudur.
***
IMF'nin "beyin takımı"nda ahlâkî zafiyetin yaygınlığına bir örnek, Rogoff'tan bir önceki baş iktisatçı Stanley Fischer'in Türkiye ile ilişkilerinde de gözlenir. Bu zat, 1999'da Türkiye ile IMF arasında imzalanan stand-by anlaşmasının dayandığı "enflasyonla mücadele" modelinin sorumluluğunu taşımıştır. Bu modelin Türkiye'yi 2001 krizine sürüklediği de, bugün yaygın kabul görüyor. Kriz patlak verinceye kadar Fischer Türkiye'ye her geldiğinde ekonomik yönetimi, "aferin, iyi yoldasınız; ödün vermeden devam edin" diye pompaladı. Kriz patlak verdikten sonra, önceki övgülerini unutup hükümeti "programdan sapma" suçlamasıyla eleştirdi. Ardından "bilimsel" bir makale kaleme alarak bize uygulattırılan modelin yanlışlığının, Türkiye deneyimi sonunda anlaşıldığını ima etti. Türkiye, adeta, "doğru döviz politikasını keşfetmek için" Fischer tarafından bir laboratuvar olarak kullanılmış oluyor.
Dahası da var: Türkiye'nin kriz koşullarına sürüklenmeye başladığı anlaşılır anlaşılmaz bir IMF heyeti Türkiye'ye geldi; 10.5 milyar dolarlık ek kredi sağlandı ve "bankaların dış borçlarının da devlet güvencesi altına alınması" Başbakan'a ayak üstü (ve T.C. yasaları açıkça çiğnenerek) kabul ettirildi. IMF Başkanı Köhler, ertesi gün Türkiye hükümetine bu kararından dolayı alenen teşekkür etti. Fischer birkaç ay sonra IMF'den ayrılacak ve (Türkiye'den alacakları devletçe üstlenilmiş büyük bankalardan biri olan) Citibank'ın yönetimine geçecektir.
***
IMF, anlaşma yaptığı ülkelerin iç siyasetine uzak durduğunu iddia eder. Gerekten öyle mi? Mayıs 2005'te AKP hükümeti IMF ile 10 milyar dolarlık yeni bir stand-by anlaşması imzaladı. Bu türden bir kredi anlaşması Türkiye ekonomisinin nesnel koşulları dikkate alındığında IMF kurallarına da uymamaktaydı. IMF heyeti, yine de "olağan-dışı koşullar" nedeniyle kredinin verilmesini tavsiye etti. Türkiye'nin bu ayrıcalıktan yararlanması niçin uygundu? IMF heyetinin 28 Nisan 2005 tarihli raporu yanıtlıyor: "Üç yıllık bir program... 2007 Kasımında yapılacak olan genel seçimler için bir çıpa sağlayacaktır". Türkiye'nin değil, açıkça AKP'nin desteklenmesini hedefleyen stand-by bu nedenle onaylandı; uygulandı.
***
IMF'nin otuz yıldır savunduğu politikaların kuramsal dayanakları çökmüştür. Baş iktisatçıları, uzmanları, yönetimi ahlâkî zafiyet içindedir. Bizlere akıl vermesinin meşruiyeti yoktur. Sicili bozuktur.
Bugünün koşullarında IMF için öncelik, uluslararası finans kapitalin çıkarlarını (yani Türkiye'den alacaklı olanları) 2001'de olduğu gibi gözetmektir. Bu hedef esastır. AKP'yi tekrar destekleyebilir veya bu kez köstekleyebilir. Her durumda kaybeden Türkiye'nin emekçileri olacaktır.
IMF'ye bu nedenlerle "kesinlikle hayır..." (KB/TK)