"Canım kardeşim, Hüseyin'im, veda etmeden, helallik almadan gidişler, gönüllerde dönüşsüz olmuyor. Kaç yıldır adını koyamadığımız bir zamanda bekler dururuz seni. O pazar sabahı kurulan, ekmeğini getiremediğin kahvaltı sofrası hala yerde. 27 yıldır seni bekliyor.
Bir bilsen daha nice sofralar ekmeksiz kaldı senden sonra. Berkin Elvan'ın annesi beklemez mi getirilemeyen ekmeği. Cizre'de elinde ekmeğiyle vurulan 70'lik Mehmet Dede'nin sofrası hala ekmeksiz değil midir!"
Bu kez kaybedilen kardeşine böyle seslenen kişi Sakine Toraman. Toraman'ın kardeşi Hüseyin Toraman, İstanbul'da Ekim 1991'de gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamadı.
İçişleri Bakanlığı'nın "yasaklaması" nedeniyle 64 haftadır Galatasaray Lisesi önünde açıklama yapamayan Cumartesi Anneleri/İnsanları, bu haftaki eylemlerini de İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi'nin bulunduğu Çukurluçeşme Sokak'ta yaptı.
Ellerinde karanfiller ve kaybedilen yakınlarının fotoğraflarını taşıyan Cumartesi Anneleri/İnsanları'na, Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul İl eş başkanları Elif Bulut ve Erdal Avcı ile Uluslararası Af Örgütü genel Sekreteri Kimi Naidoo da destek verdi.
Eylemde ilk olarak haftanın açıklamasını insan hakları savunucusu Cumartesi İnsanı Sebla Arcan okudu.
"Hüseyin Toraman için 28 yıldır hakikatin ve adaletin peşindeyiz" diyerek sözlerine başlayan Arcan şunları söyledi:
"Devlet, varlık ve meşruiyetini hukuk ve adaletten alır. Hukuk ve adalet uygar ve barışçı bir toplumsal varoluşun temelidir. Hukukun üstün olmadığı, devletin adil olmadığı ülkelerde hak ve özgürlükler askıya alınmış demektir. Hukuk devleti, insan haklarına dayalı değerler sisteminin bütünüyse Türkiye'de hukuk yok; devlet hukukun dışında konumlanıyor. Yargı sisteminin görevi, devlet karşısında, siyasal iktidar karşısında yurttaşın hak ve özgürlüklerini korumaksa, Türkiye'de yargı yok. Hukuktan yana, insan haklarından yana, adaletten yana adli ve siyasi bir irade olmadığı için güvenlik güçleri tarafından gözaltında kaybedilen insanlarımızın akıbetleri açıklanmıyor, onları kaybedenler cezasızlık zırhıyla korunuyor. Tanıklara rağmen, AİHM mahkumiyetlerine rağmen, kamu görevlilerinin açıklamalarına rağmen, bizzat faillerin itiraflarına rağmen, TBMM raporlarına rağmen hukuk işletilmiyor, hakikat ve adalet talebimiz karşılanmıyor."
"Gerçeği söylemekten vazgeçmeyeceğiz"
"64 haftadır da uluslararası hukukun ve Anayasa'nın güvencesindeki düşünce, ifade ve barışçıl toplanma özgürlüğümüzü kullanma hakkımız keyfi biçimde engelleniyor. Talebimiz açık ve net: Güvenlik güçleri tarafından gözaltına alındıktan sonra varlığı inkar edilen sevdiklerimize ne olduğunu öğrenmek istiyoruz. Gözaltında kaybetme suçundaki cezasızlığın son bulmasını, adaletin sağlanmasını istiyoruz. Bir daha hiçkimsenin kaybedilmeyeceği bir hukuk devleti istiyoruz. Bunları söylediğimiz için suçlanıyoruz, şiddete uğruyoruz, gözaltına alınıyoruz. Biz gerçeği, yalnızca gerçeği söylüyoruz. Yurttaş olarak hakkımız olanı talep ediyoruz. Onurlu yurttaşlar olarak gerçeği söylemekten, hakkımız olanı talep etmekten vazgeçmeyeceğiz."
"Kayıplarımızı aramaktan vazgeçmeyeceğiz"
Arcan son olarak şunları söyledi:
"763. haftamızda bir kez daha, yaşanan bu hukuksuzluğa son verecek, Hüseyin Toraman'ın akıbetini açığa çıkartacak ve ceza adaletini sağlayacak etkinlikte bir soruşturma başlatılması için savcıları göreve çağırıyoruz. Bir kez daha ilan ediyoruz: Kaç yıl geçerse geçsin Hüseyin Toraman ve tüm kayıplarımızı aramaktan, 64 haftadır bize yasaklanan kayıplarımızla buluşma mekanımız Galatasaray'dan vazgeçmeyeceğiz."
Arcan'ın ardından Hüseyin Toraman'ın kardeşi Sakine Toraman'ın gönderdiği mektup okundu. Toraman mektubunda şöyle seslendi:
"Galatasaray Sana kavuştuğumuz yerdir"
"Hüseyinim, biliyor musun, İstanbul sokakları ilk sende tanıdı gündüz gözüyle insan kaçırmayı. İnanamadık, nereden bilecektik senden sonra daha yüzlerce canın aynı akıbeti paylaşacağını. Dünyamız karardı, bilirsin ne çok severdi annem seni. Yüzüne bakmaya bile kıyamazdı. Seni bulmak için her şeyi öylece bıraktı. Çalmadığı kapı kalmadı.
Hakimi, savcısı, polisi, amiri, bakanı, cumhurbaşkanı bir olup sustular. İşte böylece yarı can kaldı annem. Sürgünde doğup sürgünde ölen babamı iki yıl önce, senin kaçırıldığın gün toprağa verdik. Ben mi, ben yıllarca sana ağlamadım. Ağlarsam eğer, işte o zaman gerçekten ölürsün sandım. En çok canımı yakan, bu olaylardan senin hiç haberin olmadı.
Sonra ne mi oldu?
Hüseyinim, memleketin dört bir yanında kaybedilen canların sayısı bini buldu. Evlatsız bırakılan anne babalar, anne babasız bırakılan evlatlar. Sonra buluşup bir araya geldik. Birlikte sizleri, kaybedilen canlarımızı aramaya başladık. Galatasaray'ı siz kayıplarımızla kavuşma mekanımız eyledik. Acılarımızı dillendirdiğimiz, sorumlulardan hesap sorduğumuz yer oldu Galatasaray. Hüseyin'ini kaybeden annemi ne korkutabilir ki! Evladı elinden alınmış bir annenin kaybedecek neyi olabilir ki! Kardeşim, Galatasaray sana kavuştuğumuz yerdir! Acılarımızı dillendirip paylaştığımız, kayıplarımızı toplumsal hafızada yaşatmak için buluştuğumuz mekanımızdır."
"Devletin şiddeti zayıflıklarının göstergesi"
Son olarak ise Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Kimi Naidoo konuştu. Naidoo özetle şunları söyledi:
"Sizin herkesten daha iyi bildiğiniz gibi, zorla kaybetme dünyadaki en menfur suçlardan biridir. Bu suçun mağdurları alınıp götürülmekle kalmıyor, devlet yetkilileri tarafından varlıkları inkar ediliyor, hayatları en sert şekilde yarıda kesiliyor. Zorla kaybedilenlerin yakınları babalarının, kız kardeşlerinin, oğullarının ve kızlarının akıbetini bilmedikleri, yas tutacak bir mezara bile sahip olamadıkları ve sorumlulardan hesap sorulduğuna ve adaletin yerini bulduğuna tanıklık edemedikleri bir kabusla yaşamaya mahkum ediliyor. Geride kalanlar için bu hayat boyu süren bir ceza demektir.
Hakikat ve adalet talebiyle her hafta gerçekleştirilen buluşmalarla sürdürdüğünüz cesur, onurlu ve barışçıl mücadele belli ki yetkilileri tedirgin etti. Yoksa Ağustos 2018'de 700. kez toplanmanızı engellemek için tazyikli su, biber gazı ve plastik mermileriyle polisi çağırmalarının bundan başka ne sebebi olabilir?
Sizi susturma girişimlerinde başarılı olamadıklarını gördüğüm için mutluyum. O günkü polis şiddetini gösteren görüntüler dünyanın dört bir yanında izlendi. O görüntüler, sizin mücadele ettiğiniz devlet şiddetinin sembolüdür. Güçlerinin değil, zayıflıklarının sembolüdür."
Hüseyin Torman nasıl kaybedildi?
1 Mayıs için bildiri hazırlama suçlamasıyla hakkında arama kararı vardı. Bu nedenle İstanbul'a taşındı. 27 Ekim 1991 sabahı İstanbul/ Kocamustafapaşa'daki evinin önünde silahlı, telsizli, sivil giyimli kendilerini polis olarak tanıtan kişiler tarafından 34 ATZ 56 plakalı Beyaz Toros'a zorla bindirilerek kaçırıldı. Kaçırılma semt karakoluna çok yakın bir yerde ve mahalle sakinlerinin gözü önünde gerçekleşti. Olaya tanık olanlar polisi arayıp, bir kişinin silahla kaçırıldığı haberini verdi. Bunun üzerine Çınar Polis Karakolu'ndan bir polis ekibi olay yerine geldi. Görgü tanıklarından bilgi alan polisler bir dükkânın telefonundan görüşmeler yaptıktan sonra olaya müdahale etmeden ayrıldı.Baba Ali Rıza Toraman Çınar Karakolu'na giderek neden müdahale etmediklerini sordu. Karakol amiri Hüseyin'in kaçırılmadığını, siyasi polisler tarafından gözaltına alındığını bu nedenle müdahale edemediklerini söyledi. Baba Toraman karakol amirinin bu beyanını gizlice kaydetti, ses kaydını savcılığa ve dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin'e verdi.
İstanbul Emniyet Müdürü Mehmet Ağar'la görüşen aileye Ağar: "Oğlunuz emniyettedir, merak etmeyin, evinize gidin" dedi. Oğlunun bulunması için dönemin Başbakan'ı Süleyman Demirel'le görüşen Hatice Toraman'a Demirel: "Oğlun cebimde mi ki çıkarıp vereyim" dedi.
Ailenin tüm ilgili kurum ve kişilere yaptığı başvurular sonuçsuz kaldı. Hüseyin Toraman'ın gözaltına alındığı inkar edildi. Açılan soruşturmalar bugüne kadar bir sonuca ulaşmadı. Tam 28 yıldır Hüseyin'in bilinen failleri korundu. Gözaltında kaybedilen bedeni ailesinden gizlendi." (EMK/AÖ)