Yasa yeniden ele alınıp gazetecilerin yaşadıkları olumsuzlukları ortadan kaldırmalıdır. Türkiye'de patron baskısı olmadan haberleri gerçekleştiği biçimiyle yazabilmek... Yazınca, işten atılmamak... Güçlerin medyası yerine güçsüzlerin sesi olabilmek... Gazeteciler kendilerini güvenceli hissetmelidirler.
52 yıldan beri yürürlükte bulunan 5953 sayılı "Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkındaki Kanun" yani Basın İş yasası 13.6.1952 kabul tarihlidir.
Gazetecilerin ve işverenlerinin çalışma koşullarını düzenlemektedir. Elli iki yıldan günümüze basın değişti. Gazeteler ve gazeteciler değişti. Yasada çok önemli değişiklikler olmadı.
Sadece 4.1.1961 tarihinde kabul edilen 212 sayılı yasa ile 43 yıl önce Basın İş Yasasında gazeteciler lehine önemli değişiklikler yapıldı.
Günümüzde ise gazeteciler kendi yasalarına sahip çıkana veya böyle bir yasanın varlığı ile eksiğini ve neresinin düzeltilmesi gerektiğini fark edene kadar; işverenler bu yasanın yürürlükten kalkması için çalışmaya başlayacaklar.
Önümüzdeki günlerde TGC'nin gündeme getirdiği yasanın yeniden gözden geçirilerek gazeteciler lehine hükümler konulması için uğraş vermeye başlamasıyla birlikte, işverenlerde bu yasanın "gereksiz" veya "lüks" olduğu görüşü ile kaldırılmasını isterse şaşırmayın. Nedeni işverenler yönünden çok kolay açıklanabilir.
İşverenler böyle bir yasayı ne 52, ne de 43 yıl önce istediler. Hatta yasanın fazla haklar içerdiği görüşüyle üç gün süreyle gazetelerini kapattılar.
1990'lardan sonra da sermayedarlar kendi çıkarlarını koruyabilmek adına güçlerin medyasını yaratmak için yazılı, görsel ve işitsel kitle iletişim araçlarının mülkiyet yapısına müdahale ettiler.
Öncelikle paralarını medyaya yatırdılar. Sonra da "daha çok para kazanmak" için gazetelere, radyolara ve televizyonlara kurdukları bürolarından "diğer" işlerini yürütmeye başladılar. Sektördeki yoğunlaşma, basın iş kolundaki tekelleşme sürecini hızlandırdı.
Baş döndürücü bir biçimde yükselen medyanın gücüne kapılan "bir kısım gazeteciler" de sahiplerinin sesi, kalemi ve görüntüsü olarak radyolarda, gazetelerde ve televizyonlarda boy gösterdiler.
Sermayenin iyiliklerini anlatan makaleleriyle gazetelerin baş köşelerine fotoğraflarıyla yerleştiler. Televizyon ekranlarındaki sermayenin tiraj artıran reklamlarında rol aldılar.
Ama "muteber" gazeteci sıfatıyla çağrıldıkları devletin üst katlarında kulaklarına üflenen "gizli" kayıtlı bilgilerle fırtınalar yaratan yazılar yazdılar. Gazetecilik mesleğinin ilkelerini savunur gözüktüler.
İşvereninin masasından kalkıp, sahibinin "diğer işlerini" takip etmek için sermaye adına yaptığı görüşmeleri ve iş takiplerini, Türkiye'nin ekonomisine büyük bir katkı olarak Türk halkına yutturmak için makaleler döşendiler.
Gazetecilik kimliklerini sahiplerinin yemek masalarında unutmadılar, bilerek bıraktılar. Herkesi enayi sanan bu gazeteci türleri işverenleri adına takip ettikleri işleri beceremeyince hırçınlaştılar.
Yayın yoluyla şantajları ve insanlar hakkındaki dedikoduları, diğer sermaye grubunun çıkardığı gazetelerde haber oldu. Sermayenin çıkarları, yayın gruplarının çıkarlarıyla örtüştü. Yayın grubunun dahil olduğu sermaye yayınları etkiledi.
Çok uygun bir ortama girilmişti. Sendika zaten tasfiye edilmişti. Basın İş kolundaki örgütlenme önlenmişti. Geriye elde kalan ve 212 sayılı Yasa olarak bilinen Basın İş Yasası uygulamaları asgariye indirilmeli ve hatta uygulanmasının önlenmesi için gerekenler yapılmalıydı.
Düzenlenen panellere katılan "bazı gazeteciler" de artık 212 sayılı Basın İş yasasının ne kadar gereksiz olduğunu ve kaldırılması gerektiğini açık açık söyler oldular.
İşte bu noktada tek çözüm vardır. Sendikal örgütlenme sağlanmalıdır. Türkiye gazetecilerinin sendikası Türkiye Gazeteciler Sendikası kendi gücünü güçlendirmeli, söz ve karar sahibi olarak gazetecilerin "halkın doğru bilgilendirilmesi" açısından kamusal bir hizmet yapan gazetecinin iş güvencesi güçlendirmelidir. Güç olsa da, bu güçlük aşılmalıdır.
Gazetecilerin iş yasası gazeteciler ve halkın bilgi edinme hakkı için güçlendirilmelidir. Yoksa ne editoryal bağımsızlık sağlanabilir, ne de "Yargı-Mit-Çakıcı" üçgenindeki gerçekler gün ışığına çıkabilir.
Asıl gerçek saklı kalır. Halk doğruyu öğrenemez. Görünür gerçekler yaratılır. Gerçekmiş gibi yazılır. Haber, sermayenin çıkarlarına uygun olarak şekillendirilir. Sermayenin adamı gazetecilerin elinde eğilip bükülen gerçekler yutturulur. Herkes uyutulur.
Artık gazeteciler de kendilerinin çalışma koşullarına uygun bir yasa isteyip istemediklerine karar vermelidirler.
Sermayenin gerçekleri değiştirme gücüne karşılık, gazetecilerin editoryal bağımsızlıkları güçlenmelidir. Sermayeden bağımsız haber yazabilmelidirler. Kendi güçleriyle sendikalarına güç katmalıdırlar.
İşveren Basın İş yasasını kaldırmaya niyetli. Yasal güvencelerle veya toplu iş sözleşmesiyle çalışan gazeteci istemiyor.Sermaye, sahibinin sesi gazetecilerden hoşnut...
52 yıldır yürürlükte olan Basın İş Yasasının varlığını işten atılmadıkça bilmeyen gazetecilerin sayısını azaltmanın yolu, gazetecilerin kendi iş yasasına sahip çıkmalarından geçiyor.
Yoksa yakında editoryal bağımsızlığı olan gazeteci kalmayacak. Ortalık eğilip bükülmüş gerçeklerin hakım olduğu güçlerin medyasına teslim olacak... Bir dirhem hakikat bile saklanacak... (Fİ/BA)