Tuğrul Eryılmaz 1974’ten beri gazeteci. Kendi deyimiyle 38 yıllık gazetecilik hayatında TRT’den sol yayınlara, üniversite hocalığından Radikal’e pek çok yerde gazetecilik yaptı, gazeteciler yetiştirdi.
Tuğrul Eryılmaz bu sene 16 yıldır çalıştığı Radikal İki’nin genel yayın yönetmenliğinden “gazetenin dijitalleşme politikası” sonucu kovuldu. Onun ardından kısa bir süre sonra da Radikal iki tümüyle kapatıldı.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin 24 Temmuz Basın Özgürlüğü Ödülleri’nden biri bu sene Tuğrul Eryılmaz’a ait.
Rolling Stones hayranı, gazeteci, TRT, Nokta, Sokak, Yeni Gündem, Cumhuriyet, Radikal emekçisi, IPS İletişim Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Eryılmaz ile 38 yıllık basın özgürlüğü mücadelesini, gazeteciliği konuştuk.
Tuğrul Eryılmaz1996’da kurulduğundan beri Radikal İki’nin yayın yönetmeniydi. 1969’da Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi, bir süre İngiltere'de öğrenim gördü. SBF’de yüksek lisans eğitiminin ardından, TRT Haber Merkezi'nde gazeteciliğe başladı. Bir dönem Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu'nda iletişim dersleri verdi. 1981'de üniversiteden ayrıldı. İstanbul'da haftalık Nokta, Yeni Gündem, Tempo ve Sokak dergileriyle Cumhuriyet ve Yeni Asır İstanbul gazetelerinde çalıştı. Bahçeşehir, Bilgi ve İzmir Ekonomi Ünivesiteleri iletişim fakültelerinde gazetecilik dersleri verdi. Çeşitli televizyon kanallarında sinema programlarında yer aldı. Sinema ve dizilerde danışmanlık yapan Eryılmaz İPS İletişim Vakfı kurucusu ve Yönetim Kurulu üyesi. Rolling Stones ve Marianne Faithfull hayranı. |
Eskiden gazetecilik
Neden gazeteci oldunuz?
Gazeteci olmak için çocukluktan gelen bir hevesim yoktu. Yurtdışındaydım, Türkiye’ye geldim, param yoktu. Ankara’da Siyasal’ı bitirmiştim. TRT’nin sınavı vardı girdim.
Haber işinden hoşlanmıştım, altı ay sonra asılayım bu işe dedim. Bir de o zamanlar parası sağlam, maaşını alıyorsun, gazetecisin, o zamanlar gazeteciliğin bir prestiji de vardı.
Aynı heyecan 40 sene boyunca sürdü mü?
Gitti geldi aslında. Mesela 12 Eylül’den sonra, Nokta’yı dönüştürmek için bizi çağırdılar. 1982’de, siyasi bir dergi çıkarmak için. Üç dört ay hiç eve gitmeden masalarda yattık. O zaman çok heyecanlanmıştım. Sonra aynı heyecanı Radikal’de yaşadım.
Bir de Sokak maceranız var. Kısa süren ama uzun anlatılan…
Sokak bir sene sürdü. Ama tamamen bambaşka bir şeydi. "Anaakımdan tamamen koparak nasıl gazete çıkarılır"ın kavgası vardı orada. İlk alternatif medya deneyimlerinden biridir Sokak dergisi. Hayatımda en keyif aldığım dönemdi.
Sokak, Nokta, Yeni Gündem
Okuyucuların tepkisi nasıldı?
Nokta insanların hoşuna gidiyordu. Bunlar hala IMF’den, hem polis şiddetinden bahsediyorlar hem de askerle ilgili bir takım dertleri var diye görüyorlardı.
Ciddi sorunu Sokak’ta yaşadım. Şimdi çok moda oldu ama o zaman Kürtleri savunacaksın, komünistlerin var olma hakkını savunacaksın, bir yanda yeşiller, çevre gibi şeyler yazacaksın, bir yandan da Allah muhafaza geylerden lezbiyenlerden bahsedeceksin. Böyle dertlerimiz olduğundan kimseye yaranamadık.
Yalçın Küçük bile 1989’da Öcalan’la konuşmuştu, onu yayınlamıştık.
Bir de benim kendisini sosyalist olarak adlandıran gruplarla ilk denemem Yeni Gündem dergisi var. Kürt Sorunu Gündemde diye kapak yapmıştık. Epey de sorun yaşamıştık ama 1985, 1986’da bunu yapmayı becermiştik.
İlklerde olmak hoşuma gidiyor. Doğru zamanda doğru yerdeydim, karşıma doğru insanlar çıktı ama bu hep böyle gitmedi.
Medyadaki çözülme
Meslek hayatınızda pek çok dönüşüme tanık oldunuz. 1980 darbesi, 1990’lar, 12 yıllık AKP iktidarı. Medya bu yıllar boyunca nasıl dönüştü, ne hale geldi?
Önce Türkiye’de sol hareketin bastırılmasının ardından Milliyetçi Cephe’den çok müthiş bir baskı yaşadık. TRT ve üniversitedeki asistanlık dönemimde bunu gördüm.
12 Eylül’de bu iyice katmerlendi. Gece kapak değiştiriliyordu. Nokta’dayken Yazgülü Aldoğan yazı işleri müdürüydü. Seçimler zamanı. Kapağa Ecevit’i koymuşuz. Gece yarısı telefon geldi, bu konmayacak diye. Biz gitmedik. Oradakiler, o işveren tayfası kendileri değiştirdi kapağı.
Toplantıları hatırlıyorum. O haber toplantılarında işin haber tarafında olan insanların nasıl benzer düşündüklerini hatırlıyorum. Yavaş yavaş eridi bu. Haber tarafında olanlar yavaş yavaş masanın karşı tarafına geçmeye, patron gibi davranmaya başladılar.
Ama 2000’lere başlayan çözülme daha dehşet oldu.
"Patron sözcüsü gazeteciler"
Nasıl bir çözülme?
Patronların bir sürü işleri olduğu için siyasetle bağlantıları, kendine gazeteci diyen bir takım insanların patron sözcüsü gibi davranmaları bu çözülmeyi getirdi. İnsanlar villalarda otursunlar, uçaklarla Dünya Kupası’na gitsinler tamam da... Ama bunu bir şeyi satarak yapıyorlar. Sattıkları şey meslekleri. Bir muhabirler yayın müdürü arasındaki farkın 50 kata çıkması normal bir şey mi?
Yukarıda bir patron, onun altında birkaç favori kişisi, geri kalanı emekçi sürüsü diye davrandılar insanlara. Bütün gazeteler böyle kimse kimseyi kandırmasın.
Bu durum gazeteci dayanışmasını, örgütlenmesini nasıl etkiledi?
Örgütlenme dendiğinde ben sendikayı anlarım. Ben bildim bileli bizim meslekte örgütlenme hiç olmadı. Türkiye Gazeteciler SEndikası (TGS) da parlak değildi. Sadece TGS de değil. Orada burada işçi sınıfının, halk kitlelerinin örgütlenmesi diye ahkam kesenler kendi mesleklerindeki örgütlenme haklarını bal gibi sattılar. Bir faciadır bu. TGS son dönemde gençlerin eline geçti de yeni bir örgütlenme çalışmasında.
Örgütlü olmak denince, İngiltere’de National Journalist Union’un (Ulusal Gazeteciler Sendikası) binlerce üyesi var. Oralardan geçmeden doğru düzgün gazeteci bile olamıyorsunuz. Ama burada herkese gazetecilik yaptırılıyor.
Gazeteciliğin itibarı
Bu süreç içinde okur, izleyici nasıl değişti?
Meslek okurun gözünde ciddi bir itibar kaybına uğradı. Ama medya tek başına bozulmadı. Ülkedeki değerler sistemi bozuldu. Okur da çok masum değil. Bunda televizyonlara gazeteci diye çıkardıkları uzmanlar, akademisyenler etkili oldu.
Tabii ki uzman görüşü önemli. Ama nasıl her konuda uzman olabilirsin ki. İzleyici gazeteci diye onları biliyor. Bunun yanında faili meçhul cinayetlerin peşinde koşanlar, Gezi’de sabahlayan muhabirler hep arkaya itildi.
"Havuz medyası hep vardı"
Bu süreç içinde Gezi direnişini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gezi çok önemliydi. Ama medyanın Gezi’nin getirdiği demokratik kazanımların üzerinde yeterinde gidemediğini düşünüyorum. Genç muhabirleri dışarda tutarım ama medya korkuyor. Ben hiçbir dönemimde son on yılki kadar ürkek gazetecilik yapmadım. Sebebi tamamen siyasal iktidarın sürdürdüğü politikalar. Bu durumu ancak 12 Eylül’le karşılaştırabilirim.
Peki Gezi sonrası oluşturulan “Havuz Medyası”?
Havuz medyası hep vardı. Aynı binalarda oturuyorduk hep beraber. Adamın bir gazetesi, bir televizyonu var, farklı olmaları mümkün mü? Ama iş artık iyice ortaya çıktı. Sağ gazetelerin bazıları artık aynı manşetle çıkıyorlar.
İktidar giderek pervasızlaştı. Öyle bir ortam ki medya patronları telefonda ağlıyor. Yüz yüze bile değil, telefonda. Ne korkunç. Bir gazeteci başbakana soru sormaya korkarsa burada konuşacak bir şey kalmamış demektir.
Gazetecilik ve tetikçilik
Peki son dönemde medyada da belli kırılmalar var. Ana akım medyada da daha öncesinden farklı olarak basın özgürlüğünü tartışmaya başlayan yayınlar var, muhalefet eden gazeteler var. Bu kırılmayı nasıl yorumluyorsunuz?
Burada yapılan gazetecilik değil. Siyasi duruşun tetikçiliği. İnsana sorarlar “Daha önce neredeydin” diye. Bu durum herkes için geçerli, sadece Cemaat medyası değil. AKP medyası için de geçerli. Tetikçilikle gazeteciliğin karıştırılması çok yanlış. Bunlar tetikçi ve o kadar çoklar ki. (EA)