Çocuklarının dağa kaçırıldığını söyleyen ailelerin Diyarbakır Belediye binası önünde oturma eylemi yapmaya başlamasıyla çocukların militarize edilmesi sorunu yeniden gündeme geldi.
"Çocukların çatışma ve savaştan korunabilmesi için barış gerekir" diyen Prof. Dr. Serdar Değirmencioğlu ile hem PKK saflarına çocuk katılımı, hem de çocukların eğitim sistemi ve resmi devlet politikalarıyla militaris bir ortama çekilmeleri üzerine konuştuk.
Değirmencioğlu'na göre devlet bir an önce "güvenlik", "terör" gibi gerekçelerle Çocuk Hakları Sözleşmesi'ni ihlal etmekten vazgeçmeli.
Son günlerde PKK’ye katılan çocuklar gündemde. Örgütte çocukların ön saflarda veya arka planda yer almasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çocuk hakları, özellikle de çocukların yararı açısından çocukların çatışmalara katılmaları da, bir gerilla gücünde yer almaları da doğru değildir. Çocukların dünyası sivil bir dünya olmalıdır. Ama burada temel meseleyi gözden kaçırmamak gerekir. Çatışma ve savaş kaçınılmaz değildir. Çocukların çatışma ve savaştan korunabilmesi için barış gerekir. Çocukların taraf olmasına karşı çıkıp, yetişkinlerin çatışma ve savaşlarda yer almasına sessiz kalınamaz. Henüz 18 yaşında olmayanları savaştan korumaya çalışıp, bir iki yıl sonra askere alınmaları ve savaştırılmaları kabul edilemez. Türkiye dünyanın en büyük ordularından birine sahip ve zorunlu askerlik uygulanıyor. Oysa dünyada ordusu olmayan ülkeler bile var.
Diğer yandan bu meselenin anlaşılması için iki gerçeğin kabul edilmesi gerekiyor. Savaş koşulları hüküm sürerken 14-15, hatta 12-13 yaşındakiler “eli silah tutabilir” damgası yerler. Ordu tarafından işe koşulabilirler veya hedef alınabilirler. Köy basan askerler tüm yetişkin erkeklerle birlikte genç erkekleri de hedef alabilirler. Bosna’daki katliamlarda olduğu gibi. Irak’ta olduğu gibi. Gerillaya katılım çoğu zaman devlet güçlerinin halkı toptan “düşman” olarak sınıflamasının sonucudur. Bunun örnekleri Türkiye’de çok görüldü, hâlâ da görülüyor.
İkinci olarak, çatışmaları yaşayan, baskıya, haksızlıklara hatta katliamlara tanık olan, bunlarla büyüyen çocukların tepki vereceği ve er ya da geç bunlara karşı çıkacağı artık kabul edilmelidir. Bir halk hareketi ortaya çıktığında bu harekete çocuklar ve gençler destek vereceklerdir; bu hareketin içinde yer alacaklardır.
Biliyoruz ki, halk hareketi güçlendikçe devlet güçleri yöre halkını “düşman” olarak görür ve giderek çocuk ve gençleri hedef alabilir. Mersin’deki bayrak provokasyonu sonrası bu bir politikaya dönüşmüştür. Sonuçta çocuk ve gençlerin yer aldığı her protesto, onlara şiddet uygulanması için bir gerekçeye dönüştürülür. Gözaltı, hapis, kötü muamele, işkence, cinsel taciz, hatta tecavüze maruz kalanların arasından dağa gidenler çıkmıştır. Aklıma ilk gelen örnek Mazlum Erenci. Bu kabul edilemez uygulamalar sürdükçe dağa gidenler bitmeyecektir.
PKK’nin açıklamalarına bakıldığında dağa çıkan çocukların geri dönmesi halinde cezaevine girdiklerinden bahsediliyor ve biliyoruz ki Pozantı Cezaevi örneğinde de gördüğümüz gibi cezaevlerinde pek çok hak ihlali yaşanıyor. Son olarak 2011’de, 14 yaşında, Bingöl’ün Karlıova ilçesinde yakalanan ve bir askerin kendi montunu giydirme görüntüleri nedeniyle, “askerin şefkati” başlıklı haberlere konu olan PKK'li bir çocuğa üç yıl sonra 45 yıl hapis cezası verildi. Ailesi Diyarbakır’da PKK’den çocuklarını isteyen ailelerin yanında eyleme başladı. Sizce devlet bu gibi durumlara karşı çocuklar için ne gibi adımlar atmalı?
Devlet artık çocuk haklarına aykırı davranmaktan vazgeçmeli. Çocuk Hakları Sözleşmesi yasal çerçevenin bir parçası ve bağlayıcı ama devlet “güvenlik”, “terör” vb. gerekçelerle sürekli olarak sözleşmeyi ihlal ediyor. Yargı “güvenlik”, “terör” vb. gerekçelerle taraf durumunda. Çocuk haklarını izleyen bağımsız bir izleyici kurum da yok. İhlallere işaret edenler de devletin gözünde istenmez oluyor. Sözleşmeye göre çocuklara ayrımcılık uygulanmaması gerekir ama bazı çocukların hakları hep askıda. Çocukların hakları askıda ise dönenlerin hakları nerede olur söylemek zor. Geri dönenler için hiçbir güvence yok ve neyle karşılaşacakları tümü ile devlet güçlerinin keyfine kalmış.
Belki de en kötüsü dönenlerin pazarlık konusu yapılması, bir çeşit rehineye dönüştürülmesidir. Hükümet işler yolunda gitmedi mi onlara zarar verme tehdidine başvurabilir.
Yapılması gereken her türlü baskı ve kötü muameleden korunmaları, kesinlikle cezaevi vb. ortamlarda bulunmamaları, dünyada örnekleri olan “geçiş” veya “rehabilitasyon” desteği ile sivil yaşama dönüşlerinin desteklenmesidir. Okuldan uzak kaldıkları için okula dönüş de düşünülmeli. Her çeşit şiddetten, damgalama ve ayrımcılıktan uzak tutulmaları gerekir. Yoksa tepki vereceklerdir. Bugünkü koşullarda bu sürecin devlet kurumlarından bağımsız olarak yürütülmesi gerekecektir.
Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinde askerle poz verdirilen, operasyona giden askerlere el sallayan, vs, pek çok çocuk fotoğrafı yer alıyor. Silahlı bir gücün çocuklar aracılığıyla mesaj vermesini nasıl yorumluyorsunuz?
Burada birkaç ciddi sorun var. Bunlardan biri, ayrımcılık. “İyi çocuklar” ve “kötü çocuklar” ayrımı yapılması. Polise taş atan “düşman”, polisin yanından taş atan ise “iyi çocuk” olmamalı. Ordu “iyi çocuklar” ile iç içe ama havan mermisi ile öldürülen bir çocuk için hesap vermiyor. Diğer yandan saldırgan bir militarizm ve “tek vücut” olmak anlayışı var. Burada sormayan-sorgulamayan, askeri disiplindeki gibi büyükler ne derse yapan, gerekirse seve seve ölüme koşan bir anlayış işleniyor. Bu öncelikle çocuklara yönelik bir çalışma. İkincil olarak “mesaj verme”, yani bir halkla ilişkiler çabası.
Bu “iyi-kötü” ayrımı müthiş bir tutarsızlık ama çok yaygın ve sorgulanmıyor. Sarıkamış’ta donarak ölen çocuklar devlet-millet için öldüler ve birer kahraman olarak niteleniyor. Onlar hakkında “120” diye bir film var, bu film okullarda gösteriliyor. Gençlik Spor Bakanlığı binlerin katıldığı Sarıkamış Şüheda Yürüyüşleri düzenliyor. Ama aynı yaşlarda dağa çıkanlar “kötü çocuklar”. Onlar “aldatılmışlar”, “kaçırılmışlar” vs. Bugünlerde onların dağda olmaları korkunç bir şekilde siyaset malzemesi yapılıyor. Suriye’ye “cihad” için gidenlere ses çıkarmayan “büyükler” dağa gidenlere parmak gösteriyorlar.
Okullarda ilkokuldan itibaren müzik derslerinde marş söylettirildiğini, beden eğitimi derslerinde uygun adım yürüyüş yaptırıldığını, tarih, Türkçe, edebiyat gibi derslerde askeri övgülere yer verildiği malum... Devletin çocukları küçük yaştan itibaren militarist temalı eğitime maruz bırakmasının toplumsal sonuçları neler oluyor?
Militarizm Türkiye’de çok güçlü ve topluma işlenmiş durumda. “Vatan-millet-bayrak” söylemi, “asker millet” vb. uydurmacalar, “şehitlik” mitleri, genel olarak militarizmin kurgusu birilerinin askeri olma zihniyetini pekiştirmek için kullanılıyor. Padişahın askerleri, halifenin askerleri, cumhuriyetin askerlerinden tutun, öğretmenlerin “eğitim ordusu” olarak nitelenmesine militarist bir gelenek var. Bu devletini hep destekleyen, büyüklerinin dediğini yapan, günümüzde medya ile yönetilen bir “sürü demokrasisi” anlamına geliyor.
Dahası toplumun içinde “hassas vatandaşlar” olarak devreye girebilecek, kafasında mayınlar taşıyan bir gücün oluşması sağlandı. Bir çeşit milis gücü gibi. Bayrak, cami, ezan, İstiklal Marşı gibi kutsal olarak belletilen ne ise, ona yönelik her müdahale bu gücün devreye girmesini sağlayabiliyor. Yakın geçmişte görülen linç girişimleri, Cuma namazı çıkışında gelen bir “haber” ile başlayan katliamlar, Madımak Katliamı hepsinin bununla ilişkisi var. Ali İsmail Korkmaz’ı öldüren sivil neferler nasıl ortaya çıktı, düşünmek gerek.
Bugün ortaya kefenle çıkan partililer görüyoruz. Bu militarizmin renginin değiştiğini gösteriyor. Son on yıl içerisinde milyonlarca çocuk, genç ve yetişkin Çanakkale’ye götürüldüler. Bir “şehit turizmi” sektörü oluştu. Bunun seferberlikte başı AKP denetimindeki belediyeler çektiler. Okullar, sokaklar, caddeler “şehit” ile dolu. Mavi Marmara’dan “şehitler” üretildi ve gençlere örnek olarak sunuldu. Bu militarizmin asker yeşilinden İslamcı yeşile geçtiğini gösteriyor. Bu daha büyük bir tehlike demek. (SMD/YY)