Kenan Evren’in hala Cumhurbaşkanı olduğu, milyonlarca kişinin fişlendiği, faili meçhul cinayetlerin, işkencelerin yaygın ve Kürtçe konuşma yasağının olduğu bir dönemde Ankara’da filizlendi Koma Amed.
Son albümleri Derguş'u dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem, Avrupa Birliği Bakanlarına "Bakın bizde Kürtçe müzik de yapılıyor" diyerek hediye etmişti.
Oyuncu Havin Funda Saç’ın yönetmenliğini yaptığı ve çekimleri devam eden “Gecikmiş Ağıt” belgeseli de Koma Amed’i ve kurucularından Evdılmelik Şexbekir’i nam-ı diğer Melek’i konu ediniyor.
Bu vesileyle belgesel öncesi Koma Amed’in çekirdek kadrosundan Fikri Kutlay ve Dr. Ahmet Kaya ile konuştuk.
Nasıl bir araya geldiniz ve grup nasıl ortaya çıktı?
Her şey aslında Melek’in, Suriye’den Hacettepe Üniversitesi’ne tıp okumaya Ankara’ya gelmesi ve kendisi gibi tıp okuyan bizlerle tanışmasıyla başladı. Çok iyi bir ressamdı, aynı zamanda çok iyi şiirler yazar ve Kürtçe-Türkçe simultane tercüme yapardı. Türkçe’yi çok kısa sürede öğrenmişti.
Mesela biz üniversiteye geldikten sonra politikleştik ama kendisi sağlam bir birikim ve siyasal bilinçle gelmişti. Bizi çok etkiledi ve tetikledi. O dönemde 1985’te Hacettepe’deki merkez kampüsü ve yurtlarda büyük bir eylem oldu. Eyleme katılan tüm solcu ve Kürt gençler yurtlardan atılmıştı. Yeni gelenlerle, o atmosferde birbirimizi tanıma fırsatı bulduk.
Ve 1987’de, Kürtleri 12 Eylül sonrası ilk kez bir araya getiren bir Diyarbakırlılar gecesi düzenledi. Sosyaldemokrat Halkçı Parti'li (SHP) bazı milletvekilleri ve Şerafettin Elçi de katılmıştı. Grubun asıl çatısı o gecenin müziklerini hazırlarken ortaya çıktı. Melek, Savaş Çakmak ve ben (FK) vardık. O gecenin çıkışında birçok kişiyi gözaltına aldılar. Ve biz de grup için harekete geçtik.
Ahmet Kaya, Rohat Kutlay, Gülşen Çetin ve Mustafa Kart’ın da dahil olmasıyla grubun ilk temeli atılmış oldu. Kürtçe yasağı olduğu için ablamın ve amcamın evinde çalışmalarımızı gizlice yürütüyorduk. 12 Eylül’ün koşulları, faili meçhullere karşı halkın geliştirmiş olduğu isyan ruhu ve politik atmosferin de etkisiyle ilk albümü yapmaya karar verdik.
Melek dağda ölür
İlk albüm Kulilka Azadi çok zor şartlarda ortaya çıktı bildiğim kadarıyla…
Melek, Çapa Tıp Fakültesi’ne geçiş yaptı ve tekrar Ankara’ya döndükten sonra, biz masraflara Şerafettin Elçi’nin de yardım etmesiyle 1990 Şubat ayında Mete Artun’un Bahçelievler’deki stüdyosunda kayıtlara başladık. Kendisini ikna edebilmek için Murathan Mungan’ın sözlerini yazdığı “Telli Telli”yi de albüme aldık. Kayıtlar 2 gün içinde, toplam 19 saatte tamamlandı. Şartlardan dolayı kısa sürdü.
Albümdeki Destane Silopi, Silopi’de katledilmelerinin ardından isyanların çıktığı köylüler için yapıldı. Albüme adını veren Kulilka Azadi (Özgürlük Çiçeği), Muzaffer İlhan Erdost’un 12 Eylül’de katledilen kardeşi için yazdığı bir şiirdi. Grubun adı da kayıtları aldığımız o akşam belirlendi. Kayıtları bulabildiğimiz teyiplerde kopyaladık ve gizlice dağıttık. Fakat diğer albümler bandrollü olarak çıktı.
İlk albümden sonra Melek, 1991 Eylül’ünde sürekli gözaltına alınmaya dayanamayarak dağa çıktı. Ve 5 ay sonra vefat etti. Grup da İstanbul’a gelip Mezopotamya Kültür Merkezi (MKM) bünyesinde çalışmalarına devam etti. O dönemde Serhat Karakaş, Merdan Zırav, Memo Gül, Mehmet Kaya, Birkan Çelik ve daha sonra da Serap Sönmez, Süleyman Gültekin ve Leyla katıldı.
Kürtçe Çav Bella
Birçok ilki gerçekleştirdiniz ve sizden sonra gelenleri etkilediniz. Mesela Çav Bella’yı ilk kez Koma Amed Kürtçe olarak seslendirdi…
Geleneksel Kürt müziğinin yerelden evrensele ulaşması ve dünya müzikleri standardında ayakları üzerine oturması açısından Türkiye’de kurulup, albüm yapıp Kürtçe müzik yapan ve konser veren ilk grup olduk. Hatta bizi Kolombiya’daki sokak satıcıları bile dinlemeli gibi bir idealimiz vardı. Dönemsel ve ağırlıklı olarak öğrenciler çok dinliyordu. Beslendiğimiz kaynaklar da yine halk ezgileri, dengbejler, Kürt edebiyatı, sözlü gelenek ve dünya müzikleriydi.
Çav Bella’yı da ilk kez Kürtçe’ye Melek çevirdi. Ve ilk kez Kürtçe olarak seslendirildi. Türkülerin birçoğu da zaten derleme ve bir öyküsü var. Kürtçe’nin çeşitli lehçelerinden oluşuyor. Mesela “Rınde”yi Ramazan Mercan, 92 yaşında bir kadından derliyor. Ve kadın 3 ay sonra vefat ediyor. Bu nedenle derlemeler müzik tarihimiz açısından çok önemli.
Yolları Roma'ya düşer
İstanbul süreci nasıl devam etti?
2. albüm Agır u Mirov’u (Ateş ve İnsan) 1995’te çıktı. Oğuz Abadan’ın stüdyosunda yapıldı kayıtları. Çeşitli derneklerin, partilerin ve örgütlerin davetlisi olarak sahne almaya başladık. Düğünlere bile çıkıp politik müzik yaptığımız oldu. Ayrıca grubun kendi konserleri de oluyordu. İlk kez Mezopotamya Kültür Merkezi’nde sonra Evrensel Kültür Merkezi’nde konser verdik. Daha sonra üniversitelerin bahar şenliklerine kadar alanımız genişledi. Bulutsuzluk Özlemi, Grup Yorum, Kızılırmak ile aynı sahneleri paylaştık.
İtalya turnesi de Kürt müziği açısından bir ilkti…
İtalyan Komünist Partisi’nden ayrılan “Rifondazione Comunista” partisi bizi 1996 yazında bir konser serisine çağırdı. Roma’dan Palermo, Katanya, Trieste’ye ve partinin olduğu her yere, köylere kadar konser verdik. Verdiğimiz ilk konser Roma’da İtalya’nın en prestijli salonuydu. Ayrıca bir konserimizi de Napoli’nin bir köyünde, bir ahırda verdik.
O gün ilginç bir anımız da oldu. Süleyman “Evare” türküsünü söylüyordu. Türkünün dik yerindeki sese uyanan ahırdaki köpekler aniden havlamaya başladı. Hepimiz neye uğradığımızı şaşırdık. Konserlerde bizi dinleyen müzik profesörleri uzun ritimlerle karşılaşıp bu yeni müziğe ve aksak ritmlere çok şaşırıyorlardı. Bizi çağırmalarının bir nedeni Kürtlerle dayanışmaktı. Kürt hareketini çok iyi takip ediyorlardı. Mesela bazı konserlerde Kürt hareketi üzerinden sosyalizmi, komünizmi tartışan dinleyicilerden müziğe bir türlü başlayamıyorduk.
Mehmet Uzun kitabını Derguş dinleyerek yazdı
Son albüm Derguş, grubun müzikal kalitesinin zirveye ulaştığı ve çok tanınmasını da sağlayan bir albüm oldu herhalde?
Tabii ki. 1997’de, tüm albüm akustik olarak yarısı Almanya’da yarısı Türkiye’de kaydedildi. Birçok vurmalı kullanıldı ve koral zenginliği vardı. Zaten Derguş’e kadar bütün parçalar artık derlenmiş, sahnede seslendirilmiş ve hazırdı. Davulda Asım Ekren, bağlamada Çetin Akdeniz, kanunda Halil Karaduman, nefeslilerde Ertan Tekin ve Yasin vardı, perküsyonları da Soner Akalın çaldı.
Albüm çıktığında grup da zaten popülerdi ve albüm de çok ses getirdi. Hatta dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in AB Bakanlarına “Bakın bizde Kürtçe müzik de yapılıyor” diyerek hediye ettiği bir albümdü. Yani sadece Kürtlere değil herkese mal olan ve Kürtçe müziğin kamusal alanda iyice görünür olduğu bir albüm oldu. Aşağı yukarı 200 bine yakın satış yaptı. Şöyle bir anısı da var. Mehmet Uzun’la Taksim’de karşılaşmıştık. O gün, “Kader Kuyusu” adlı kitabını yazarken sürekli ve sadece Derguş albümünü dinlediğini söylemişti.
Son olarak albümdeki “Hoy Memo” türküsünün hikayesini bir de sizden dinlemek isteriz
Hoy Memo’yu ben (FK) derledim. Hikayesi de şöyle: Osmanlı döneminde bir asker yıllar sonra evine geri dönüyor. Geldiği gibi karısının koynuna giriyor. Sonra ev sakinleri gece seslere uyanıp gelinin odasına giriyorlar ve tutup adamı öldürüyorlar. Ve sonra anlaşılıyor ki o adam kendi oğulları, yani Memo. (HŞM/NV)