Türkiye geleceğini tartışıyor. Yaşamın her alanında yankı bulan çözüm sürecinin önemli bir safhasını toplum olarak anlamaya ve doğru yere oturtmaya çalışıyoruz. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin koridorlarında dolaşarak akademisyenlerin ve öğrencilerin nabzını tuttum. Siyasal Bilgiler süreci bianet için yorumladı.
“Etnik siyaset sorunu çözülüyor”
Doç. Dr. Hikmet Kırık (Siyaset ve Sosyal Bilimler-Kamu Yönetimi): İngiltere’nin küresel bir güç konumuna gelmesi İskoçlar ile barışmasıyla başladı. Osmanlı’nın ise Ortadoğu’daki hakimiyetini sağlamlaştırması Mercidabık Savaşı’ndan sonra meydana geldi. Yani Ortadoğu’nun hakimiyeti Suriye’den geçiyor demek tarihsel bir saptama sayılabilir. Burada Yavuz Sultan Selim’in Kürtlerin desteğini arkasına alması faktörü vardı. Yani Osmanlı ne zaman Kürtler ile uzlaşıp siyasi olarak bir orta yol bulmuşsa Ortadoğu’daki gücünü de kurmuş ve sağlamlaştırmıştır. Türkiye Cumhuriyet’inin ise 80 yıllık sürecinde geldiği nokta hem iktisadi hem de siyasi gelişimi açısından artık belli bir büyüme potansiyeline ulaştı. Mevcut koşullarla gelebileceği noktaya kadar geldi. Bundan sonra bu konumunu içeride ve dışarıda muhafaza etmek, sağlamlaştırmak için ve yeni alanlara açılmak için Türkiye’nin Kürtlerle olan mücadelesini sonlandırması lazım.
Ayrıca Türkiye’nin Avrupa Birliği ile elinin daha serbest olduğu ilişkiler kurabilmesinin arkasındaki politik gerekçeyi kavramak gerekiyor. Ve Türkiye’nin uluslararası imajında ve söylemsel meşruiyetindeki inandırıcılık, Kürtlere karşı bakış açısını değiştirdiği zaman değişecek ve güçlenecektir.
Türkiye Cumhuriyeti laik ve ulus devlet temeli üzerine kurulu olduğu için temel tehditlerini de laiklik karşıtlığı ve homojen ulus karşıtlığında görüyordu. Bunun somut karşılığı da islamcı siyaset ile etnik siyaset idi. 1980’ler sonrasında Türkiye, islam merkezli siyasal söylemi rejimin meşru zeminlerine katmayı başardı. Geriye kalan etnik siyaset ise bir sorun olarak duruyordu. Şimdi etnik siyaset meşruiyet kazanıyor. Bunun hukuki zemini de hazırlanıyor. Merkezi idari yapıda önemli değişiklikler olacak. Sanıyorum Osmanlı idare yapısına da çok benzeyen, merkezi il yönetimleri ile belediyelerin bir araya geldiği özerk bir iller modeli üzerinden yapılacaktır.
“Artık vatandaşlığı deneyimlememiz gerekiyor”
Yrd. Doç. Dr. Sevgi Usta (Hukuk Bilimleri-Kamu Yönetimi): Süreç, biraz da Cumhuriyet’in kuruluşunda çözümü ertelenen sorunların çözülme sürecidir. Kürtlerin Türkiye’ye dahil edilmesi süreci. Kürtlerin Türkiye’ye dahil olamaması, feodal ve siyasi sebeplerden ötürü geri planda bırakılması birçok siyasi partinin ve milletvekilinin de iktidarda kalmasını kolaylaştırdı, işlerine geldi.
Anadilde savunma hakkı önemli adımlardan biriydi. Kimse bunun korkulacak bir şey olmadığını anladı. Şehit aileleri de süreci destekliyorlar artık ölümler olmasın diye, bu çok önemli bir gelişme. Zaten eğer bu ülkeyi seviyorsan ve toprak sınırlarını korumak istiyorsan bu savaşa dur diyeceksin.
İnsanlar bölünme söylemi üzerinden çok korkutuldu. Ve bu korkunun doğru olmadığı anlaşıldı artık. Medyanın bunda çok olumsuz etkisi oldu insanlar üzerinde.
Ben çok ümitliyim. Bu toprakların Cumhuriyet ile birlikte geçmişle bağları da kesildi ve hafızasını yitirdi. Şimdi Osmanlı ile de bir bağ kuruyoruz. Çünkü geriye gitme endişesi vardı ve bunun da korkulacak bir şey olmadığı anlaşıldı. Bu topraklar bizim ve artık vatandaşlığı deneyimlememiz gerekiyor hak sahibi olarak.
“Barış dilini kullanmalıyız”
Egemen Deniz Bahar (Kamu Yönetimi Öğrencisi):Bugün hem Kürt hem de Türk tarafından yükselen bir barış iradesi ve söylemi var. Gündelik hayatımızda bile bu barış dilini kaçırmamız gerekiyor. İnsanlar ideolojik kaygılarından biraz sıyrılıp akılcı bir bakışla çözüme yaklaşmalıdır. Ben bu süreçten gerçekten çok umutluyum. Ama bir uzlaşı ve anlaşma ile de bu süreç bitmeyecek çünkü bu adımlar sadece yeni bir başlangıç. Kürtlerin talepleri önemli ama Devlet’in yapmak zorunda olduğu şeyler var. Mesela Kürtler için bir iade-i itibar durumu söz konusu.
Öcalan’nın barış çağrısı her kesimi kapsıyor. Herkes için barış diyor. Bu çok iyi bir söylem. Çünkü bu topraklara barış gelecekse sadece Kürtlerle Türkler için değil bu toprakların tüm etmenleri için gelecek. Bence Öcalan tam olarak bunu kastetti. Ve Öcalan’ın hükümet tarafından asıl muhatap olarak kabul edilmesiyle önemli bir eşik aşıldı.
“Kürt hareketinin eşitlikçi bir deneyimi var”
Ar. Gör. Kıvanç Yiğit Mısırlı (Siyasi Tarih-Uluslararası İlişkiler): Son otuz beş yılın önemli bir kısmında zor aygıtı aracılığıyla ile çözüm arandı ve bunun son on iki yılını istikrarla sürdüren ise AKP’ydi. 90’lı yıllarda ise iktidarın yolunun belli olmadığı ve kendi içinde bölündüğü de bir dönemdi. Dolayısıyla nasıl hareket edileceği konusunda da bir sıkıntı vardı. Ve o yıllarda Devlet, altyapısının bu sorunu çözmeye yetmeyeceğini anladı.
Bugün ise asıl önemli olan PKK’nin sınır dışına çekilmesinin nasıl olacağı. Ordu sürece müdahale etmeyeceğini söyledi ama problem bu değil. Örgütün dağ kadrosunun çekilmesinden ve süreç içinde hayata eklemlenmesinden bahsediyoruz ama bir yandan hiç dağa çıkmamış yüzlerce tutuklu KCK’li söz konusu. Onlara ne olacağı önemli bir soru.
Tüm iyimserliğimize rağmen bu süreç, daha geniş bir şekilde mobilize olabileceğimiz ve mücadele etmeye devam edeceğimiz anlamına geliyor. Ve genel olarak iktidara güvenmemek iyi bir şey. Çünkü tarihsel olarak bizi mutlu etmedi. İleri kapitalist toplumlarda, Margaret Thatcher döneminden sonra ve AKP ile birlikte ortaya çıkan politika şuydu: İktidar olabileceğiniz kadar belirli bir hakim blok ve onun içine katılabileceği kadar bir tabi grup ve onların dışında kalan herkesin kriminalize edilmesi. Çünkü iktidarın temel iktidarını kurma biçimi, toplumsal muhalefeti ötekileştirme üzerine kuruludur. Buna karşın Kürt hareketinin eşitlikçi bir deneyimi var katılımcılık konusunda. Türkiye’de siyaset yapan herkesin bir şeyler öğrenebileceği bir nokta bu.
“Türklere Kürtlerden daha çok iş düşüyor”
Yrd. Doç. Dr. Güven Gürkan Öztan (Siyaset Bilimi-Uluslararası İlişkiler): Barış arayışlarının ve umudunun belki de en yüksek olduğu günlerde yaşıyoruz. Bu kadar büyük acılar yaşamış, kırılmış dökülmüş, travmalarla örselenmiş Türkiye halklarının en çok ihtiyaç duyduğu şey barış. Barışmak adı üstünde barışan tarafların hatalarıyla, eksikleriyle yüzleşerek iradi bir şekilde yeni bir başlangıç yapmayı seçmesi. Bir başka ifadeyle silahsız, kavgasız bir birliktelik için hem kendiyle hem de mücadele ettiğiyle yeniden tanışması, sorgulaması/sorgulanması, tartması/tartılması. Bunu yaparken de mümkün olduğu kadar adil bir tutum takınabilmesi. Barış için müzakere yöntemi ve Newroz’un iklimi bu sürecin başlangıcı için umut verici. Ancak daha yapacak çok işimiz var.
Barışmanın özüne ilişkin çabalar ise mekanik işlerden çok daha çetrefil ve uzun soluklu olmak zorunda. Bu aşamada tam manasıyla toplumsal rehabilitasyon şartlarını tesis etme iradesi gerekli. Karşılıklı acıların, travmaların konuşulabileceği, acıyı sömürmeden ama “karşı taraf”ın yaşadığını öğrenerek ‘bunlar bir daha olmasın’ diyebilmek için. Burada Türklere Kürtlerden daha çok iş düşüyor. Yıllarca gözünü kapadığı, bilmeyi, öğrenmeyi istemediği gerçeklerle yüzleşmek için daha fazla çaba ve tefekkür şart. Gündelik hayatta barışı inşa etmek için özellikle Kürt kadın hareketinden öğrenilecek çok şey var. Bilhassa toplumsal çatışma potansiyelinin ve provokasyon ihtimalinin yüksek olduğu yerlerde ayrıca mesai harcamak gerek. Unutmayalım çok savaştık, militarist propagandaların elinde esir olduk, şimdi barış için çabalamanın vakti.
“Silahlı mücadele doğal sınırına ulaştı”
Yrd. Doç. Dr. Erhan Keleşoğlu (Uluslararası İlişkiler): Kürt siyaseti silahlı mücadeleyle yapacaklarının doğal sınırlarına ulaştı. Bir ulusal mücadeleden bahsediyoruz. Ulusal mücadelenin esas amacı, uğruna mücadele ettiği ulus için belli kazanımları sağlamaktır. Ve o ulusu hayata geçirmek, o ulusal bilincin ve ideolojinin geniş kitleler tarafınca ulusal kimlik haline dönüştürülmesidir. Dolayısıyla silahlı mücadele bu kimliğin yaratılmasında başarıya ulaşmıştır. Özellikli 2000’li yılların başında Öcalan’nın yakalanması ve İmralı’ya getirilmesi sürecinde Kürt hareketi içerisinde belli tartışmalar oldu. Yani ayrı bir ulus devletten vazgeçerek Türkiye’nin mevcut sınırları içerisinde farklı çözüm önerileri gündeme gelmişti. Ama bunların hayata geçirilebilmesi için Türkiye’de köklü reformlar gerekiyor.
Kürt sorunu artık sürdürülemeyecek bir hale geldi. Çünkü AKP hem hareketi baskı altına almak hem de ideolojik olarak kendisine yedekleme stratejisi güdüyordu ve bunda çok başarılı olamadı. Bölgesel koşullara baktığımızda Irak’ta merkezi hükümetle Kürdistan bölgesi arasında ciddi bir gerilim yaşanıyor ve bu gerilimde Türkiye ağırlığını açıkça Kürdistan tarafından yana koydu. Irak’la Türkiye’nin ticaret hacmi 10 milyar dolara ulaştı. Bunun büyük bir kısmı Kürdistan ile yapılıyor. Şimdi, siz hem orayla iyi ilişkileri sürdüreceksiniz hem de kendi Kürt sorununuzda çözümsüzlükte ısrar edeceksiniz. Bu ciddi bir çelişkidir. Suriye’deki gelişmelere bakarsak, PKK’ye yakın PYD güçleri Suriye’nin Rojava bölgesinde birçok şehri ele geçirdiler. Ve buralarda demokratik özerkliği hayata geçirdiklerini ilan ettiler. Bu durum Türkiye’yi çok zorluyor. Bir yandan Kürdistan bölgesi, bir yandan Suriye’deki Kürt gerçekliği bir yandan da Türkiye içinde çözülememiş bir Kürt sorunu var. AKP hükümeti Kürt siyasal hareketiyle bir ilişki kurabilir ve geliştirebilirse elinin bölgede güçleneceğini düşünüyor. Kürt hareketi ise AKP’ye güvenmemek ile birlikte yani ulusal kimliklerinin yeniden tarifinin AKP eliyle olabileceğine çok inanmamakla birlikte bunun demokratik yollarla yapılmasının bu hareketi bir sonraki safhaya taşıyacağını düşünüyorlar çünkü silahla gelebildikleri yere zaten geldiler. Ama bugün tek mesele silahların nasıl bırakılacağıdır. Murat Karayılan’nın da dediği gibi henüz varılmış bir anlaşma yok ortada. Çünkü Kandil somut adımlar görmek istiyor, yasal düzenlemeler istiyor ve hükümet kısa vadede buna pek yanaşmıyor.
21 Mart bu süreç için bir milattır. Çeşitli provokasyonlar olabilir, tarafların kendi içlerinden itirazlar da yükselebilir. Ama her iki tarafın da kazanacağı, çok narin bir süreç de bu aynı zamanda.
“Kürt realitesi varlığını kabul ettirdi”
Nazlı Koca (Kamu Yönetimi öğrencisi): Son 30-40 yıllık Kürt hareketi bir Kürt realitesinin varlığını kabul ettirdi. Ve bu bir kazanımdır. Ama insanların zihninde yaşanan acılardan ve psikolojik yarılmalardan kaynaklı bir tereddüt doğal olarak var. Çünkü resmi olarak kırk bin, elli bin ölüden bahsediyoruz. Hatta Bernard Shaw’ın bir metninde savaş sonrası ölülerin ne yapılacağı sorusu var. Bu açıdan önemli bir soru.
Kürtlerin süreç ile ilgili tereddütlerinin olması doğal. Çünkü geçmişte birçok kez kandırıldılar. Bunun en son örneği Habur’da yaşandı. Ve Roboski ile ilgili yapılan TBMM raporu. Tüm bunlara rağmen Kürtler hala barış diyebiliyorlarsa bu ortada çok büyük bir iradenin olduğunu gösterir.
Yakın zamanda asker anneleri ile gerilla anneleri bir yemekte buluştular. İşte toplum bu şekilde helalleştiği zaman barış tam anlamıyla gelecek. Öcalan da mektubunda bunu dile getirdi.
“Seçilmiş siyasetçiler serbest bırakılmalı”
Ar. Gör. Mustafa Kahveci (Maliye-Kamu Yönetimi): Temel olarak Türkiye’nin 30-40 yıldır birincil meselesinin bu kadar açık olarak konuşulmaya başlaması başlı başına bir değişimdir, bunu görmek gerekir. Diyarbakır’da Newroz’daki kalabalığa bakıldığında bu kadar insanın hiçbir provokasyona gelmeden bir araya gelmesi ve organize edilmesi önemliydi.
Barış sürecinin test edileceği birkaç alan var. Eğer silahlı bir grupla müzakere aşamasına gelinmişse herhalde makul bir aklın gereği, cezaevine atılan bu hareketin içinde bulunmuş ve seçilmiş siyasetçilerin de bırakılmasıdır. Bu Kürtlerin güven duygusunu sağlayacak şeydir de aynı zamanda. Diğer yandan BDP’nin AKP ile ittifak kurup muhalefeti bırakacağı endişesi pek gerçekçi görünmüyor, bir kere hareketin doğasına aykırı. (HŞM/HK)