Kimisi 3 buçuk, kimisi 15 aydır tutuklu. Diyarbakır'da düzenlenen bir gösteride, polisin ateş açması sonucu Dicle Üniversitesi matematik bölümü üçüncü sınıf öğrencileri Mahsun Karaoğlan ve Aydın Erdem adlı arkadaşları öldü.
Dicle Üniversitesi öğrencisi Aydın Erdem'in otopsisinde yakın mesafeden ateşli silahtan çıkan bir merminin sırtından girip kalbinin üzerinden geçerek omuzdan çıktığı ve ölümüne neden olduğu belirlendi.
Aynı sıraları paylaştıkları arkadaşlarının ölümünün ardından haklarını aradılar. Kendi ifadeleriyle: "Öldürülen arkadaşlarımızın failleri bulunsun dedik, bulunup yargılansın, yargılanıp cezalandırılsın ki, yüreğimize su serpilsin... Ve bu isteklerimiz 'örgüte üye olmak', 'propaganda', 'gösteri yürüyüşü' olarak tercüme edildi."
Bunun sonucunda tutuklanıp cezaevine kondular. 20-30 yıla varan cezalar isteniyor. Her davada tahliyelerini isteseler de tutuklulukları sürüyor, dahası taş atan çocukların başına geldiği gibi kendi yaşlarının çok üstünde cezalar alma ihtimali giderek artıyor. Aşağıdaki mektubu da seslerinin duyulması için yazdılar:
"Dicle Üniversitesi'nin tutsak öğrencilerinden mektup var!
Bizler, Diyarbakır (D) ve (E) Tipi cezaevlerinde tutuklu bulunan 40'ın üzerinde, Dicle Üniversitesi öğrencisiyiz.
Ailelerimiz büyük olanaksızlıklar içerisinde bizleri okuttular. Bizler de batıdaki akranlarımızın sahip olduğu imkânlara sahip olmamamıza rağmen, adeta kafa patlatırcasına çalışıp üniversiteyi kazandık. Ancak, ülkemizde yaşanan siyasal, sosyal, ekonomik sorunlara karşı duyarsız kalmadık. Aydın gençlik olma misyonumuzun gereklerini yerine getirmeye çalıştık.
Bunun için çeşitli demokratik etkinlikler, seminerler, basın açıklamaları vb. yapmaya çabaladık. Katıldığımız tüm etkinlikler, yasal ve demokratik legal eylemlerdir. Buna rağmen, devletin güvenlik güçleri, üzerimizde her türlü baskıyı uyguladı.
Nihayetinde geçen sene üniversitemizde polislerin açtığı ateş sonucu, matematik bölümü 3. sınıf öğrencileri Mahsum Karaoğlan ve daha sonra Aydın Erdem arkadaşlarımız vurularak yaşamlarını yitirdi...
Daha düne kadar aynı sıraları paylaştığımız, aynı kampusta gülüp konuştuğumuz arkadaşımızı vurup öldürmüşlerdi.
Bizlerin bunları yaşanmamış sayması mümkün değildir. Bunun için yasal yollardan hak arama mücadelesini verdik. Bu arkadaşlarımızı sorgusuz-sualsiz öldüren yargı önünde adalete karşı hesap vermeliydiler. Ancak bu adalet arayışımızın bedeli, Dicle Üniversitesi öğrencileri olarak bize ağır ödetildi ve daha da ödetilmeye devam ediyor...
Biz öldürülmedik. Bu yüzden kendimizi şanslı mı görmeliyiz? Bunu takdirinize bırakıyoruz. Yalnız şunu belirtmek gerekir ki; içimizden, sıramızdan bir arkadaşımızın yasını bile dahi tutamamışken, içeride dört duvar arasında kendimizi gördük.
Öldürülen arkadaşlarımızın failleri bulunsun dedik, bulunup yargılansın, yargılanıp cezalandırılsın ki, yüreğimize su serpilsin... Ve bu isteklerimiz 'örgüte üye olmak', 'propaganda', 'gösteri yürüyüşü' olarak tercüme edildi.
Bu 'eşsiz' tercümeyle de tutuklandık. Kimimiz 3,5-10-15 aydır içeride. Okulda dersler veriliyor, sınavlar yapılıyor. Belki de bir sınıf arkadaşımız, adımız okunduğunda 'cezaevinde' der. Ve bu yüzden gözaltına alınıp benzer suçlamalarla suçlanır veya tutuklanır. Kim bilir?
Çoğumuzun aileleri Diyarbakır dışında. Görüşçülerimizin sınavları görüş gününe denk gelmezse okul arkadaşlarımız gelir. Ailelerimizin çoğu, ayda bir yapılan açık görüşte zar zor geliyor. Bazen de gelemiyor.
Kimimiz, haftada bir gün, 10 dakika arayabileceği ailesini, köydeki telefon düşmüyor diye arayamıyor. Geriye mektuplar kalıyor. Sınav sonuçlarımızı da arkadaşlarımızdan aldığımız mektuplardan öğreniyoruz. Okul bölüm panosundan değil.
Okula cezaevi ring aracıyla (cehennemiyle) götürülüp getiriliyoruz, eller kelepçeli... Sınava boş bir sınıfta giriyoruz, her pencere ve kapının önünde, arkasında askerler duruyor. Askerler ve hocalar gözetiminde sınavlara giriyoruz.
Gören de darbe planlarını bizler yaptık zanneder!
Kimi arkadaşlar, sınav kağıdına siyasal çözümlemeler yazıyor, kimileri makale-şiir ve kimileri de arkadaş ve hocalarına selamlarını yazıp gönderiyor. Ne yapsınlar? Kimisi birinci sınıfın daha ilk döneminde tutuklanmış. Kaynak yok ya da yetersiz. Olsa da cezaevi psikolojisi altında hazırlanmak, ders çalışmak oldukça zor.
Sonuç olarak, biz aşağıda ismi yazılı olan ve kendilerine ulaşamadığımız, ismi yazılı olmayan Dicle Üniversitesi öğrencileri olarak, 20-30 yıla varan cezalarla cezalandırılmak isteniyoruz.
Her mahkeme tahliye beklerken, bu beklentimiz yerine, taş atan çocuklarda olduğu gibi, yaşımız kadar cezalarla cezalandırılmak üzereyiz. Bir kaç arkadaşımız aldı da.
Uğradığımız bu haksızlığa devletin, kendi geleceği olan üniversiteli gençlerine reva gördüğü bu hukuksuzluğa karşı, sizlerden demokratik sesinizi yükseltmenizi bekliyor ve yanımızda görmek istiyoruz...
Dicle Üniversitesi öğrencileri
Diyarbakır E Tipi Cezaevi: Zeynep Altunkaynak, Mukaddes Şahin, Ceyhan Şaybak, Derya ve Nilgün... Diyarbakır D Tipi Cezaevi: Sinan Kaplan, Zeki Metin, Hasan Basri Bozdemir, Talat Uçar, Bedri Adanır, Yoldaş Fırat, Mehmet Kocakaya, Azad Akıncı, Özgür Güven, Abdullah Nas, Cihan Bahadır, Ethem Öcalan, Sedat Altunay, İdris Baran, Mahsum Akbaş, Umut Savaş Koçyiğit, Ramazan Durmaz, Ahmet Boncuk, Harun Turan, Sedat Uysal, Maşuk Ertem, Ayetullah Özçelik, Ferhat Yiğit, Cihan Ölmez, Mesut Bağcık, Mehdi Ay, Mehmet Tanrıkulu, İlyas Gündüz, Ahmet Humartaş ve soyadını tespit edemediğimiz Eray, Doğan, Cuma, Şaban, Mahrumi, Hasan, Şenol ile Kadri." (MU/BB)