Makalenin İngilizcesi için tıklayın
Hani vardır ya, bir gün öncesinden resmi tatildir ya da bayram, seyran hafta sonu tatili ile birleştirilir, daha uzun bir tatil elde edilir. Dalıcılar işte bu fırsatları dalışa gitmek için kullanır.
Bu okuyacağınız hikaye de işte öyle bir uzun hafta sonu tatilinin hikayesi. “Bir dalışta ne yapılır, neler yapılmamalıdır, sualtında sorunlar nasıl çözülür?” meselesini tartışıyoruz, Tamer’in reportare’deki yazısında anlattığı gibi.
Buddym (dalış arkadaşı/eşi), dostum ve meslektaşım Tamer Durak ile bu dalışı neredeyse yirmi yıldır konuşuruz aramızda. Geçenlerde yine bahsederken Tamer bana “yazalım bunu” dedi.
Şans bu ya aynı günlerde yazmışız, o benden önce yayınladı. Özetle öğretici bir anıyı, riskli bir dalışta akıntı ile nasıl mücadele edileceğini, bir dalışta zorlukların nasıl alt edileceğini anlatıyoruz. Dalgıçlar ve dalışa başlamak isteyenler için kritik bilgiler var bu iki yazıda.
Ben de kendi bakış açımdan aynı dalışı anlatıyorum. Öğretici bir dalış sonrasında sualtıyla, sportif dalgıçlık ile ilgilenenlerin mutlaka dikkat etmesi gereken deneyimlerimizi, 15-20 dakikalık bir kış dalışının bize öğrettiği bir çok önemli meseleyi anlatıyoruz.
Soğuk ve rüzgarlı bir günde dalış
Fotoğraf: Tamer Durak |
Hepimizin kendi dalış malzemelerimiz var; abc dediğimiz maske-ıslak elbise-patik üçlüsü zaten evvelden alınmış, üstüne biraz daha para biriktirip yüzerlik ceketi yani BCler, sualtındayken nefes alıp vermemizi sağlayan regülatörler mevcut.
Dalış malzemeleri, yerli üretim çok az olduğu için genellikle ithal ve her şartta döviz üzerinden satılıyor. Ama o zamanlar kazandığı para ile insanlar döviz karşılığında satılan bu teçhizatı kendisini mali açıdan öyle aşırı zora sokmadan alabiliyordu, şimdilerde çok zor. Öyle güzel günler yani, hele döviz kurlarının geldiği vaziyete bugünden bakınca.
Dalış eğitmeni (instructor) olma yoluna girip ilk ileri seviye kursunu da tamamlayan “buddym” Tamer Durak, (o yıllardan beri kendisi ile birbirimize hep “Buddym” diye sesleniriz), ikişer yıldız dalıcı ben ve Ekrem Özgelen ile çıktığımız bir dalış turunun hikayesi. Hepimiz gece ve batık dalışları da dahil birlikte dalabilmek için gerekli formasyonu tamamlamışız. O zamanlar bugünkü düzenlemeler de yok, mevzuat bir dalış okulunun aracılığı olmadan dalış yapılabilmesine olanak tanıyor. Bu nedenle Saroz körfezinin nefis bölgelerine dalıcılar yanlarında dalış sertifikaları olduğu sürece gidip rahatça dalabiliyor, öyle çok fazla karışan, görüşen yok.
Kahramanlarımızın aklında çok sevdikleri Saroz İbrice Limanı’nda duvar dalışlarını yaptıktan sonra planları Tenedos’a, yani Bozcaada’ya gidip hep methini duydukları, daha önce hiç dalmadıkları o muhteşem dalış bölgesinde iki günü dalarak geçirmek.
Hava biraz nane molla. Kıştan yeni yeni çıkılıyor. Zemheri ile baharın karıştığı tuhaf havalar var ya, hani montla gezmek zorundasın ama biraz fazla hareket edince sıcak basıyor, işte öyle bir gün. Arabayı ben sürüyorum, öyle çok deneyimli bir sürücü değilim o günlerde. O yüzden yolda direksiyonu yay gibi gergin tutuyorum.
Mahmutbey gişelerini geçtikten hemen sonra kuvvetli lodos deneyimsiz şoförün direksiyonunu Marmara’dan doğru sert eserek zorlamaya başlıyor. Ekrem çoktan arka koltukta devrilip uyuyor. Tamer, ben araba kullanırken uykum gelmesin diye benimle konuşuyor. Radyo açılıyor, müzikler çalınıyor, kısa bir kahve molası, poğaça filan derken yola devam ediyoruz. Ekrem arada uyanıp uyku sersemi haliyle şakalar yapıyor, eğleniyoruz.
Dalış hikayeleri avcı menkıbesine dönüşünce
Fotoğraf: Tamer Durak |
İki ya da fazla dalıcı bir araya geldiklerinde neredeyse sadece dalış konuşurlar. Hani kazara bir dalış ekibinin arasına düşüp bu muhabbete maruz kalacaklar için bir uyarı, dalış deneyimleri yoksa bu muhabbet onları sıkabilir. Ekrem, o günlerde hepimiz içinde en çok dalış yapanı.
O başlıyor anlatmaya, Kaş’ta kaplumbağa ile karşılaşmış, İbrice “Sol 1” ya da diğer adıyla nefis duvar dalışları yapılan “Cehennem”de müren görmüş, orada çok güzel bir de Orfoz varmış, belki o gün de görürmüşüz.
Yalan yok, deneyimiyle bizi biraz eziyor. Ekrem o günlerde “60 +” (yani altmıştan biraz daha fazla) dalış yapmış, öyle ifade etmeyi uygun görüyor. Ben 30 dalış civarındayım, Tamer’in benden çok daha fazla dalışı var.
Yaptığımız önceki dalışlardan söz ediyoruz, anlatılan hikayeler zaman zaman avcı menkıbesi kabilinden lakırdılara dönünce “yok artık” gibi tepkiler veriyoruz, kahkahalar, gülüşmeler, “ufak at civcivler yesin” diye laf sokmalar falan, gırla.
Bazen abartı düzeyi artınca argo devreye giriyor tabii, ağızdan fütursuzca çıkan bazı ifadeler, kalitesiz ve kiralık yerli otomobilin tavanından sekip gülüşmelere karışıyor. Yol boyu sert esen lodos, arada kuvvetle bastıran sağanak bendeniz acemi sürücüyü yoruyor, kimi zaman gerginliğini artırıyor.
Üç buçuk, dört saatin sonunda Keşan’daki dalıcı oteline varıyoruz. Boş tüpler hemen kompresöre bırakılıyor. Belli bir bedel karşılığında havalar dolduruluyor. İbrice’ye doğru yola çıkıyoruz. Nefis iki duvar dalışı yapıyoruz. “Cehennem” güneyli rüzgarlara karşı korunaklı, dalışlar ne yüzey ne de dip akıntısı ile karşılaşmadan sorunsuz bitiyor.
Su soğuk, dalış süreleri bu nedenle kısa. Ama olsun, çok keyif alıyoruz. Ekrem’in yol boyunca bahsettiği canlılıktan ise eser yok; ne müren, ne orfoz. Biraz lidaki (çipuranın ufağı), isparoz, çokça papaz balığı, o kadar.
Fakat dalıcı için sadece suyun altında olmak, tüpten gelen havayı solumak bile tek başına bir tatmin duygusu yaratıyor. Bize tam amatörce bir ruh hakim (hala öyle bu arada). Bu iki dalışın ardından yeniden oteldeki kompresöre gidiliyor, havalar tazeleniyor. Değil mi ki ertesi gün ilk feribot ile Bozcaada’ya gidilecek, tüpler bagaja atılır atılmaz Çanakkale’ye doğru yola çıkıyoruz. Gece orada kalacağız, ertesi gün ilk vapurla ver elini Tenedos. Feribot sert rüzgarın etkisiyle çalkalanarak ilerliyor. Sonuçta biraz zor da olsa iskeleye yanaşıyor.
Geç vakitlere kadar Çanakkale Savaşı konusunda uzun uzun sohbet edip türlü fikir tartışmalarına giriyoruz. Epeyce uzun süren bu tartışma uykumuzdan çalıyor, ama ne gam.
Lodos planları bozuyor
Fotoğraf: Hamdi Uygur |
Vapur saatine göre uyanıyoruz, istikamet feribotun kalkacağı Geyikli iskelesi. O da ne! Rüzgar dineceğine artıyor, binmeyi umduğumuz feribot iskeleye bağlı, sert dalgalarda fındık kabuğu gibi sallanıp duruyor. Adaya doğru hareket etmesi imkansız görünüyor. Vapur saati yaklaştığında görevlinin iptal anonsu duyuluyor, hayalini kurdukları Tenedos dalışı şimdilik “yalan” oluyor.
Ekrem sakinliğini koruyor, bir önceki gün dalışlar iyi geçti ya, ona yetiyor. Fakat gençler (!) sabırsız, dalış sayıları kendilerince yetersiz, artırmak istiyorlar. “Hazır buraya kadar gelmişken” diyor Tamer, “bari gidip Küçük Kemikli’de dalalım”.
Fikir kulağa iyi geliyor. Çanakkale’den yeniden feribota binip Eceabat’a, oradan Kabatepe’ye doğru yeni bir dalış bölgesini tadacak olmanın heyecanıyla kısa yolculuğumuza başlıyoruz.
Küçük Kemikli’ye hafif tepeden bakan bir yerde duruyoruz, üçümüzün de gözleri denizin yüzeyini tarıyor. Burası da kısmen lodosa karşı korunaklı, en azından suyun yüzeyindeki hareketsizlik bizde öyle bir izlenim, daha doğrusu bir yanılsama yaratıyor. Karşıdan Gökçeada bize bakıyor. Tamer ile ikimiz dalış için hazırlanmaya başlıyoruz.
Ekrem, “siz dalın ben dalmayacağım” diyor ama hazırlanmamıza yardım ediyor, muhtemelen açıklarda, Gökçeada üzerinde birikmeye başlayan kara bulutlardan, sertleşen rüzgardan dolayı olabilecekleri seziyor. Haksız olmadığını daha sonra anlayacağız. Hafif eğimli bir arazide, denizden bir 15 metre kadar uzağa park edilen arabanın bagajından malzemeleri alıp kuşanıyoruz.
Ya akıntı arkadan gelirse
Fotoğraf: Tamer Durak |
Biz ise dalışa hazırız. Dalış lideri, eğitmenlik yolunda emin adımlar ile koşan Tamer. Otomobil sürmekten yorulmuşum, hissedebiliyorum. Ama Tamer’in peşi sıra gidiyorum. Su çok soğuk. Zemin kayalık. Öbek öbek kayalıklı bir sahil şeridi. Suyun içi de öyle.
Paletleri takıp, BC’leri şişirip biraz açığa doğru ilerliyoruz. Olmazsa olmaz “buddy check” yapılıyor. Ekrem kararından memnun, “ben neden dalmıyorum ki yahu?” diye en ufak bir tereddüt göstermiyor. Bize iyi dalışlar dilerken, yüzünde hafif bir tedirginlik seziliyor, “aman dikkat!” diyor.
Dalış başlıyor. Yaz, kış her mevsimde o günler için epeyce (30+) dalış yapmış dalgıçlar için sıradan bir kıyı dalışı hissiyatıyla iniyoruz suyun altına. 6 metrede buddy’ler olarak tamam işaretini veriyoruz, her şey yolunda.
Daha önce hiç dalmadığımız, orada güzel dalışlar yapıldığını birilerinden sadece işittiğimiz, deniz tabanını bilmediğimiz, yepyeni bir yerde palet çırpıyoruz.
Ama bir aksilik var. Su bir türlü derinleşmiyor, 11 ila 13 metrede dolaşıp duruyoruz. Git git aynı derinlik. Bu durum yön tayininde bir sorun olduğunu gösteriyor. Tamer bana “bekle” işareti yapıyor, suyun yüzüne çıkıyor. Çıkması ile inmesi bir oluyor. Gözlerindeki telaşlı bakış maskenin arkasından bile rahatça okunuyor.
Yine dalış işaretleri ile daha bana, “dalış bitti, yukarı çıkıyoruz,” anlamına gelen işareti yapıyor. Ben olup bitene bir anlam veremeye çalışırken Tamer yukarı doğru tekrar yükselmeye başlıyor. Az sonra suyun yüzeyinde buluşuyoruz. Fark edip gördüğümüz şey biraz ürpertici: Kuvvetli bir dip akıntısı hiç farkına varmadan bizi koyun dışına doğru sürüklüyor. Akıntı kıyıdan dışarı doğru arkamızdan ağır ağır vurduğu için sürüklendiğimizi hissetmiyoruz.
Akıntı açığa sürüklüyor
Fotoğraf: Hamdi Uygur |
İkimizin de gözleri fal taşı gibi açılıyor. Akıntı bizi resmen açık denize itiyor. Tamer’e, “Pusulaya bakalım, yön tayini yapıp yapışalım deniz tabanına, pusuladan takip ederek kendimizi kayalardan çeke çeke kıyıya varalım” diyorum. Bunu da daha önce teorik derslerde öğreniyoruz fakat sadece teori ile sınırlıyız o anda.
Yani böyle bir akıntıya kapılıp sürüklenmek o günlerde sıkça başımıza gelen bir şey değil. Yıllar içinde sıkça karşılaştığımız bir duruma dönüşüyor tabii. Sonuçta 20 yıl öncesinden söz ediyoruz. Fakat Tamer, hem bana karşı kendisini sorumlu hissettiğinden, hem de böyle bir durumla o da çok fazla karşılaşmadığından, başka bir karar veriyor.
Su altında dalış lideri kaptandır. O ne derse öyle yapılır, tartışmaya açık bir konu değildir bu. Zaten uzun uzun düşünüp tartışmaya vakit de yok, sürükleniyoruz. Nitekim Tamer, pusula ile dipten gitmek yerine koyun bize göre solunda kalan kayalığa doğru yüzeyden gitme kararı alıyor.
Sırt üstü dönüp, lodosla beraber çırpıntısı ve üst akıntısı biraz daha artan suyun yüzeyinden palet çırparak zorlukla kıyıya varıyoruz, dalışa başladığımız yerin epey uzağına. Sırt üstü yüzerken bacaklara kramplar girip çözülüyor, yorgunluk neredeyse tükenmişlik hissi yaratıyor.
Neyse ki karaya ulaşıyoruz. Güçlü akıntı biz kayalıklara ulaşınca bu sefer yerini kuvvetli dalgalara bırakıyor. Her dalga ikimizi de bir ileri bir geri savurup duruyor. Tamer önümde, ben arkada, kendimizi emniyetli bir yere atmaya çalışıyoruz. Paletler ayakta, sırtta tüp, belde ağırlık... Yorucu tabii.
Ben de bu aşamada soluklanmak için ağzımdan regülatörü çıkarıyorum, suratımdan da maskeyi. Tamer bana “sakın öyle yapma” demeye çalışıyor, ağzında regülatör olduğu için tam olarak konuşamıyor, ben de tam anlamıyorum ne demek istediğini, çünkü teçhizatını hiç çıkarmıyor.
Bir dalga bana sertçe vurup yüzümü hafifçe bir kayaya çarpınca demek istediği şeyi anlıyorum: Ne olursa olsun maske ve regülatör, zorlu hava ve deniz şartlarında kıyıya ya da dalış teknesine ulaşsan da takılı kalmalı. Teçhizat seni korur. Yoksa bir sakatlık doğabilir, benim gibi yüzünü bir yere çarpabilirsin, dalış arkadaşın fark etmeden suratına bir palet darbesi indirebilir.
Ben de vartayı ucuz atlatıp yeniden takıyorum ekipmanımı. O sırada Ekrem geliyor. Yüzünde “beyler ne yaptınız siz yahu, ben size demiştim” ifadesi. Üzerimizdeki fazlalıkları alıyor, ağırlık kemerleri ve paletler otomobilin bagajına gidiyor. Biz Tamer ile hala kayalardan tırmanıp kumsala atmaya çalışıyoruz kendimizi, sonunda beceriyoruz.
Dikkat edilmesi gerekenler
Dalışta yapılmaması gereken pek çok şeyi tek bir dalışta görüp biraz da ucuz atlattığımız değerli bir tecrübe ediniyor, epeyce şey öğreniyoruz:
* Asla deniz tabanını bilmediğin bir yerde dalma. Rehbersiz dalacaksan önceden o bölge ile ilgili çalış, bilgi topla, sualtı topoğrafyasını incele.
* Hakim rüzgarları ve bunların oluşturabileceği yüzey ve dip akıntılarını önceden araştır. Akıntı dalışları zordur ama çözümleri de vardır, öğren, dene.
* Yön tayini yapmana yarayacak ekipmanı mutlaka işlevsel biçimde kullan.
* Ne olursa olsun su ile temas halindeyken regülatörünü ve maskeni suratından çıkarma.
* Dinlenmene, uyku düzenine dikkat et.
* Unutmadan ekleyeyim: Hiçbir şartta dalıştan bir gün önce keyif verici maddeler kullanma.
Tabii bir de omuz omuza durmayı, birbirine güvenmeyi, dayanışmayı bil. Burada da görüldüğü gibi başına ne gelirse gelsin hep dostluk kazanıyor, buddym Tamer ile tam 20 küsur yıldır yaptığımız gibi.
Ha, tabii bir de büyük sözü dinle.
Sevgili Ekrem Özgelen’in kulakları çınlasın. (MU/APK/KU)