Yönetmen Zeki Demirkubuz Gezici Festival’in Ankara ayağında Ankara Sinema Derneği Başkanı Ahmet Boyacıoğlu’nun yönettiği söyleşiye katıldı.
Alman Kültür Merkezi’nde, sayısı iki yüzü geçen sinemaseverin katıldığı iki saatten uzun süren söyleşide edebiyattan sinemaya, Gezi Direnişinden hayata dair çok konu koşuldu. Bu uzun söyleşiden tuttuğum notlar:
‘’Gezici Festival” benim için anlamlı
“1997’de, ‘Masumiyet’i çektiğim yıl tanıştım onlarla. İstanbul’dayız. Woody Allen’ a benzeyen bir adam; Ahmet Boyacıoğlu ‘Biz Ankara’da Gezici Festival’de senin bu filmini gösterelim’ deyince ‘Yok, hayır’ dedim. Neyse araya Başak Emre girdi de gösterdik. O zamandan beri Gezicilerle beraberim. Ankara yağcılığı yapmıyorum; bu kent, Gezici Festival, buradaki sevdiğim insanlar iyi geliyor bana. Rahat ediyorum bu şehirde. Sokağa çıkıp insanları izlerken bile farklı bir film çekiyorum.”
İnsanlara duygularının hakiki karşılığını vermeyen şehir
“Ankara’da iki film çektim. Farklı bir mecra burası. Ankara’nın sinemaya ilgisi ‘Behzat Ç.’den sonra yanlış bir şekilde tartışılmaya başladı. Sinemada trafik, şehir, yer diye bir şey yok. Orada hayat var mı? Buna bakmak lazım. Buranın insanları çok yakın. İnsanı rahatsız etmiyorlar. Dost ama öfkeliler. Engürü kahvesinde otururken bile öyle bakarlar size; sebepsiz bir öfkeyle. ‘Yeraltı Notları’na benzer bir sıkışmışlık var burada. Entelektüellik ve hassaslık var. Bence Gezi direnişinin hakiki karşılığı Ankara’dır. Ankara; insanların duygularının hakiki karşılığını vermeyen bir şehir. ‘Yeraltı’ filmimde de bunu kullandım zaten. Ankaralı sinemacılarda ve şairlerde de gözlüyorum bunu. “
İlla ki Dostoyevski
Ben başka bir insanken, Dostoyevski’nin ‘Suç ve Ceza’sını okuduktan sonra başka biri oldum. Devrimci olma zamanım dahil, bana yaşadığım gerçekliğe dair kimse bir şey söylememiş. Hapiste kaldığım arkadaşlarımdan hiçbiri bana ‘Ecinniler’deki gerçeği söylememiş. ‘Karamazov Kardeşler’; beni hayat ve varlık üzerine etkiledi. Onun yarım bıraktığı ‘Bir Büyük Günahkarın Anıları”nı, kendime uyarlayarak ben mi yazsam acaba diyorum. Adını öyle koymam tabii ama güzel bir şey olabilir böyle bir çalışma.
Dostoyevski’den sonra Kafka mı Camus mu gelir? Camus gelir. Bir yanımda ‘Düşüş’ bir yanımda ‘Yeraltı Notları’ durur. Dostoyevski, Camus dahil daha nicelerine esin kaynağı olmuştur. Dostoyevski olmasaydı Camus olmazdı; olsaydı da eksik olurdu. Dostoyevski anti komünisttir Camus modern bir adam; egosu gereği Komünist Parti’de yer almış, sonra da kovulmuş zaten.
İnsanın durumu başka ne olabilir duygusu yüzünden ‘Yeraltı Notları’ iyi geliyor bana. Gece okuyunca, kendime veriyorum coşkuyu, gazı. Ertesi gün de alıyorum başıma belayı. Camus’ün ‘Tersi ve Yüzü” diye minicik bir kitabı var. İç duvarlarımızı yıkmak üzerine; insan olmaya dair. Bunu okuduğumda onu ağabeyim gibi hissettim; tırnak içinde yalnız olmadığımı anladım bu dünyada.”
İyilik ve güzellikten yana durmak ahlaki bir durum
“Neden sinemacı oldum?
“Başlangıçta benim hikayem küçümsenen, küçümsenecek bir hikayeydi. Bazı gerçeklerin sonucunda, tesadüflerin sonucunda sinemacı oldum. Olayların gidişi öyle oldu. El yordamıyla, ekmek parası telaşıyla sinemacı oldum. Ekmek telaşı büyük telaştır; insanı anlama götür. Bir sürü büyük yazarın da derdi bu. İlk filmimi çektikten sonra ikincisini de çekeceğim dedim. Bu durum nasıl hesaplanır ki? Sonra kendime yeni bir kanal açtım. Daha çok bildiklerimi değil sorguladıklarım üzerinden gitmeye başladım. Hayatta iyilik ve güzellikten yana durmak ahlaki bir durum. Hayatı, bütünü anlamak; kötülüğü anlamaktan geçiyor.”
Garibanlık ruhu
“Zeki (Ökten) Ağabeyin, aralıklarla dokuz yıl asistanlığını yaptım. Çektiğim filmlerde etkisi vardır. Ankara’da ‘Düttürü Dünya’yı çekiyoruz; onunla. Kemal Sunal, o zaman için Ankara’nın en lüks otelinde kalıyor; Zeki Abi de mecburen orada kalıyor. Ekip ise, AST’ın oralarda kötü bir otelde kalıyor. O zamanlar asistanlar farklıydı. Her sabah erkenden buluşuyoruz Zeki Abiyle o gün yapılacakları konuşmak için. Buluşacağız diye dışarıya çıktı. Sokağa çıktım; buluşacağız onunla. Onu bir poğaçacının yanında çay içip kahvaltı ederken gördüm. Kaldığı oteldeki masrafa kahvaltı dahildir ama öyle yapmıyor. Garibanlık ruhu işte. O ruh bende de var. Mesela yurt dışına gidiyorum lüks bir otelde kalıyorum. Çok dağıtıp pisletiyorum ortalığı. Temizlikçi görmesin diye, yerleri siliyorum filan. Kalsın o yapsın diyemiyorum, garibanlık ruhumun etkisiyle.”
İnsan gösterdikleriyle değil; sakladıklarıyla insandır
“Doğa, yaratılış, bunca büyük deneyimlere rağmen hala muğlak. Altı-yedi yıl önce ‘Binbir Gece Masalları’nı okudum. Beş bin yıl kadar önce yazılmış bu masalların temasına, içindeki nesnelere, olgulara baktığınızda; ihanet, kıskançlık, iktidar hırsı vb. görüyorsunuz. Her şey inanılmaz bir hızla gelişip değişirken doğayla ilişki değişmiyor. Çünkü insan gösterdikleriyle değil, sakladıklarıyla insan; doğanın belirsizliğinde.
Hayatın içinde her şey iyi olabilecekken insan çok büyük acılar çekebiliyor. Bu o insana çare olmuyor ve acı çekmeye devam ediyor. Kendisi hakkında çok az şey bilebilen bir varlık; başkaları hakkında nasıl bu denli çok şey söyleyebilir.”
Anlaşılması zor olan şeyleri anlatmayı seviyorum
“Gezi Direnişiyle ilgili bir film yapmak istiyor muyum?
“Hayır. Yapanlarınkini izlerim. Filmlerimi entel-dantel bulan ağabeylerim ’Zeki’cim sen niye yaşadıklarını, Metris’i filan film yapmıyorsun; başka şeyler çekeceğine ‘ derlerdi. Çekmedim. Ama tahliye olduğum gün eve getirildiğimde ailece yediğimiz akşam yemeğinin filmini çeksem seyirciyi yerlerde süründürürüm.
Bugün Gezi olur, dün 12 Eylül olmuştu; yarın başka bir şey olur. Gezi net bir şey. Birileri ağaç kesti; birileri ağaçları kestirmek istedi. Sonra da olanlar oldu. İnsanlar neden orada olduğunu biliyordu. Çok netti her şey. Net olan ya da bildiğim şeyleri değil; kafamda anlaşılması zor olan şeyleri anlatmayı seviyorum. 12 Eylül, Gezi sokaklarda anlatılır. Bu ahlaki bir konu; hem bizim için, hem ülke için.
Ölmeden önce tüm yaşananların dışında, Gezi’yle ilgili aklında ne kaldı, diye sorulsa 'en pasif direnişçi' videosu derim. Hani sokağa mı çıksam, eve içeri mi girsem diye apartman kapısı önünde duran adamın, o sıkışmış adamın, çöp variline tekme atıp yuvarlayışına dair video var ya. ‘Yeraltı’nı çekmeden önce olsaydı bu; kesin böyle bir sahne dahil ederdim.”
Haklı isyan, haklı itiraz
“Bazı insanlar için geciken bazı insanlar için beklenen Gezi Direnişi herkesin bireysel anlamda düşüncesini değiştirdi. Sizin de değişti mi?“ sorusuna yanıtım şöyle.
Yararı; artık ağaçlar gizlice, uyutularak kesilecek, açıktan kesilmeyecek. Zararı mı? Haklı isyan ve haklı itirazlar, kendilerine kemik bir kitle yaratır. Bu tarih boyunca böyle oldu. Bu kitle değişebilir; isyan ve itirazın ne olduğuna bağlı olarak. Toplum aklından ve vicdanından korkuldu. Çok büyük bir kitle; uzaktan bakan bu insanlar kemikleştirildi. İtiraz etmek ahlaki bir konudur. Gezi de ahlaki bir konudur.
Gezinin ne olup olmadığı yıllar sonra anlayacağız. Bakın dershaneler konusunda ‘diren dershane’ deniyor; oysa onların direnmek yoktur ama bu kapatma işine diren dershane” dediler.
Ülke hazır değil bazı şeylere. Gezi ne, ne değil? Zamanla belli olacak; geçmişte bu ülkenin yaşadığı bir sürü olaydan farklı olarak. Vicdanlı, haklı, derdi olan insanları içine alacak bir şey olduğundan Gezi zamanla daha iyi anlaşılacak.”
Hayatın içinde var bedel ödemek
“Sinemayla uğraşan insanların ödediği bir bedel var mı?
Bu insana göre ve bedelin ne olduğuna göre değişir. Ben uykusuz gecelerimden nedeniyle çok yoruluyorum mesela. Tırnak içinde yalnızlık duygusu yaşıyorum bir de. Sinema nedeniyle trajedi yaşayan birçok insan var. Ama hayatın her alanında bir bedel ödeme durumu var; tersane işçisi de ödüyor bedel; başkaları da, sinemacı da.”
“Açım ekmeğe, kadına, her şeye açım”
“Bizim edebiyatımızdan beni etkileyen yazarlar şairler yok mu?
“Elbette var. Hilmi Ziya Ülken, dert ortağım Cemil Meriç, Sait Faik. “Açım ekmeğe; açım kadına; açım her şeye, açım’ der Cemil Meriç. Onun bu itirafkar hali etkiledi beni. Öfkemin, beni ‘Gezi’ ye çıkartan öfkemde Meriç’in ‘Bu Ülke”sinin etkisi vardır. İnanıyorum bu sabah kalktığında buradaki insanların hepsi ‘bu ülke…’ demiştir. Ukalalığımın, kibirliliğimin altında da bu var.
Ahmet Hamdi’den pek etkilenmedim. Refik Halit Karay da, Reşat Nuri de –özellikle Acımak- etkilemiştir beni. İnsan duygusu olan Necip Fazıl’ın ’günümüzde yaşamasını, o ‘Dostoyevskiyen’ yanıyla bir şeyler üretmesini çok isterdim.
Şiir sevmezdim. Necip Fazıl’ın ‘Otel Odaları ve Kaldırımlar’” şiirini dinleyince şiiri sevdim. Ama aynı Necip Fazıl’ın Adnan Menderes’e yazdığı mektupları okuyunca da hayal kırıklığına uğradım. Ama vicdanlı olmak, kıyıcı olmamak gerek. Çok sevdiğim Beşiktaş da 60’lı yıllarda sahaya göğüslerinde ‘Cemal Gürsel’ yazan formayla çıkmış sahaya. Bu oyuncuların değil yöneticilerin puştluğu aslında. Öyle bakmak gerek bazı meselelere.”
Bu ülke; zor bir ülke
“İyi yazarların, şairlerin, sinemacıların ortaya çıkmasını engelleyen, onları morartan zor bir ülke burası. Bu ülkede ilk filmini çekip sonra yok olup giden o kadar çok, sinemacı var ki. Yazarlar için de geçerli bu. Cemal Süreya gibi bir sürü şair daha çıkabilirdi; bu ülkede.
İnsan; kendi topuğuna sıka sıka, yani kendini yok ederken var edebilen bir varlık. Gerçeğin vahameti bu. Türkler ve Ruslar böyle bir halk bence. ‘Masumiyet’i çektikten sonra ‘Ben cesareti kadar korkularıyla da yaşayan bir insanım’ dedim; gerçeğin vahametinin etkisiyle.”
Tırnak içinde hayat sevinci
“Üretirken tıkandığım zamanlar oldu mu? Hayır; ama bazen tıkanmak istiyorum. Bendeki, tırnak içindeki hayat sevinci nedeniyle bir türlü durduramıyorum kendimi. Son bir-iki yıldır sinemanın teknik işlerini düşününce; romana başlamaya karar verdim. Tıkanmadığım gibi açıldıkça açılıyorum. Sonu ne olacak bakalım!”
Rol yakışanın olmalı
“Oyuncu düşünerek senaryo yazmıyorum; kendimi angaje etmiyorum. Her zaman son ana kadar bile, daha iyi bir oyuncu çıkabilir. Sezip, rol kime yakışıyorsa onunla çekmek lazım.”
Zeka, anlama ve anlatma gücü lazım
“Sinema yapmak için İstanbul’da olmak gerekmiyor. İstanbul sinema yapma merkezi değil. Farklı gibi görünen bir kesim tarafından dile getirilen bu tür şeylere inanmayın. Ertelersiniz; başka şeyler yaparsınız sonra çekersiniz filminizi. Kafanızda bir şey, bir film varsa yürüyün. Artık 4K çeken bir kameranız varsa, hatta eklentiler yaparak Iphone ile bile film çekmek mümkün. Film yapmak zeka, anlama ve anlatma gücüne dayalı; yere değil.
‘Başka Sinema’ konusunda ne düşünüyorum? Yetmez ama evet gibi bir durum diyeyim.
***
Dışarıya, Ankara’nın soğuğuna çıktığımda Demirkubuz’un alıntılayarak söylediği “Akşam olunca insanın gidecek bir evi olmalı” cümlesi geçiyor yüreğimden önce; sonra da “Hayatın içindeki bir dönemde birbirleri için canını veren insanların, gündelik hayatta bir bardak su ya da elmayı kıskandığını gördüm”, mealindeki cümlesi. Hızlı adımlarla evime giderken ikinci cümleyi evirip çeviriyorum kafamda; nedense. (ŞD/HK)
Fotoğraf: Ali Saltan