‘’Hepimizin beklentisi, tüm gençlerle de ortaklaştığımız beklenti; çözüm masasının yeniden kurulması, kurulurken de Kürtlerin meşru taleplerinin bir an evvel gerçekleşmesi.’’
Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Nazan Üstündağ ile Kürt gençlerinin beklentilerini, şiddetle ilişkisini, gençlerin bugünlere hangi koşullarda vardığını, Rojava etkisini, konuştuk.
Üstündağ küresel olarak gençliğin şiddetle ilişkisinin değiştiğini, Kürt gençlerinin siyasete katılımlarındaki engelleri, Rojava’yla birlikte direnişin ve mücadelenin etkisini, Kandil’in bombalanmasının ve sürecin kazanımsız durmasını anlatıyor.
Üstündağ çözüm için devletin ve örgütün saldırıları durdurması, özyönetimin sağlanması, çözüm masasının tekrar kurulmasının önemi üzerinden özellikle duruyor.
“Şaşırtıcı değil”
Özellikle 20 Temmuz Suruç katliamı sonrası yaşanan süreçte Kürdistan’da gençlerin özne olduğu gözleniyor. Bunu nasıl
24 Mart 2006’da Muş Şenyayla’da 14 HPG’li öldürüldü. Kimyasal silah kullanıldığı öne sürüldü. 28 Mart’da Diyarbakır’da 20 bin kişiyle gerçekleşen cenaze töreni ardından polisin sert müdahalesiyle kentte ve bölgede çıkan olaylarda Diyarbakır'da 5'i çocuk 10, Mardin'de 2 ve Batman'da 1 kişi polisin kullandığı gerçek silahlar ve gaz bombalarından dolayı yaşamını yitirdi. Yüzlerce kişi gözaltına alındı. |
yorumluyorsunuz?
Bu durum çok şaşırtıcı da olmamalı. 2006’da Diyarbakır’da olaylar çıktığında yaşanan büyük serhildanda herkesi şaşırtan şey Kürt gençliğinin meydanlara çıkması ve Kürt gençliğinin öncelikle devlet kurumlarına olan, aynı zamanda da sınıfsal bir öfkesinin açığa çıkmasıydı.
Gençlerin o zamanki daha liberal diyebileceğimiz barış politikalarına entegre olmadıkları açığa çıkmıştı. İleri yaştaki Kürt orta sınıflarının ‘Biz müzakere edecek son kuşağız’ söylemi ilk o zaman dillendirilmişti, sonra defalarca söylendi.
Gençliği biz Yüksekova’da, Bağlar’da, 2012 açlık grevlerinde, birçok durumda sokakta, meydanlarda gördük. Şiddetle ilişkisi değişmiş bir gençliğin meydanlarda var olduğunu ve büyük bir öfkeleri olduğunu görmüştük.
“Öfke büyüyor”
Kobanê olaylarında artık daha da biçim değiştirmiş olarak karşımıza çıktı. Çünkü Rojava meselesi vardı. Rojava ile birlikte her ne kadar Türkiye’de çözüm sürecinden bahsediliyor olsa da Kürt gençliğinin çok önemli bir kısmının Rojava’ya desteğe gittiğini, Kobanê’de savaştığını biliyorduk. Gençlerde katılım özellikle Rojava savaşı sebebiyle azalmamıştı, azalmadığı gibi kayıplar da vardı.
Türkiye devletine çok ciddi bir öfke vardı. Bu öfke gittikçe büyüyordu. Rojava ile birlikte Ortadoğu’da, bilhassa sınır bölgelerindekiler açısından, silahın herkes tarafından erişilebilir hale geldiğini biliyoruz. Kobanê eylemlerinde kullanılmadı ama ilk kez silahlı bir gençlik sokağa çıktı. Artık Türkiye’de çözüm süreci devam etmeyince bu gençliğin silahı da kullanan bir gençlik olarak karşımıza çıktığını görüyoruz.
“Gençlerin şiddetle ilişkisi değişiyor”
Bu gençlik nasıl bir çocukluk geçirdi? Kim bu gençlik?
Bunun Kürt tarihiyle ilgisi var, bir de küresel bir gerçeklik var. Bir yandan Kürt tarihi bu gençlerin zorunlu göçle gelmiş olan ailelerin çocuğu olduğunu hatırlamakta fayda var. Yaşadıkları yerlerde marjinalleştiriliş olduklarını, eğitim kurumları veya devlet kurumlarının hiçbiriyle bağlarının olmadığını, yoksul, gelecekten ümidi olmayan ama çok politize olduklarını, direnmeyi değer olarak benimsemiş olduklarını, kendi ailelerini bir şekilde yenilmiş olarak gördüklerini, geleceklerinde böyle bir yenilgiyi görmek istemediklerini, Türkiye’nin de uyguladığı yeni sömürge politikaları ile daha da bilendiklerini, uzun zamandan beri de çözüm sürecinden hiçbir şey elde edememiş olarak kalmaktan en fazla etkilenen kuşak olduğunu söyleyebilirim. Aynı zamanda özyönetim hareketi ile kendi kendilerini gayet de yönetebildiklerini ve bunun onları özgürleştirdiğini da yaşadılar.
Küresel olarak da dünyanın her yerinde, tüm güney ülkelerinde gençliğin şiddetle ilişkisi değişiyor. Şu andaki küresel ekonomi, küresel emperyalizm, küresel gerçekler, küresel savaşlar gençliğin topyekun olarak şiddetle ilişkisini değiştirdi.
Bugün farklı sebeplerle Afrika’da, Latin Amerika’da, Asya’da kimi zaman Avrupa’da şiddete çok daha hazır, şiddetin tekelini devletin elinde görmeye tahammülü olmayan, devletin tekelinde tuttuğu şiddetin sınırlandırılmasıyla yetinmeyen, artık yönetimde, savunmada pay almak isteyen, kaderlerini değiştirmek isteyen çünkü dünyanın şu anki durumunun hiçbir gelecek vaat etmediği bir dolu genç grupla karşı karşıyayız. Kürt gençliğini de bundan ayrı düşünemeyiz.
“Siyaset bu gençliğe sınırlı şekilde açık”
Siyasete katılım yolları bu gençlere açık mıydı? Sınıfsal fark siyasete katılımlarını etkiledi mi?
Gençlerin oluşturduğu bu sınıfla yalnızca yoksulluğu kastetmiyoruz. Söylemsel olarak, emek piyasasında, değerler açısından, akrabalık ve aile ilişkileri tarafından Türkiye kültürü tarafından marjinalize edilen bir gençlikten bahsediyoruz. Sınıfı da bu gençlikle birlikte yeniden tanımlamamız lazım belki. Ancak bulundukları yerlerde kendilerini marjinallikten çıkarıp özyönetim ve özsavunma ile aktör kılan gençler bunlar.
Siyaset, en azından legal parlamento siyaset bu gençliğe çok sınırlı şekilde açık. Siyasette gördüğümüz gençlerin hemen hemen tamamı eğitimli, belli şekilde konuşan, belli bir kitleye seslenen, belli bir dil kullanan gençler. Diğer gençlere bu siyaset açık değil.
Aynı zamanda siyaset kadınlara da sınırlı şekilde açık. Açık olduğu kadınlar belirli kadınlar. Siyasetin, özellikle parlamento siyasetinin, her zaman kendine göre sınırları var. Bu sınırlar da kolay kolay aşılmıyor.
PKK hareketi ve özyönetim-özsavunma hareketi Kürdistan’da hem kadınlara hem gençlere Türkiye başka bir siyaset alanı açıyor.
“Kandil’in bombalanması kırılma noktası”
Seçim öncesi de saldırılar yaşandı ancak gençler silahtan uzaktı. Kırılma noktası ne oldu?
Kandil’e yağan bombalar tüm bölge halkını çok ciddi şekilde etkiledi. Türkiye’de bir türlü anlaşılamayan şey; Kandil’de yaşayanların bu insanların en yakınları oldukları.
Dersim’de karakol önündeki iki gerillaya halkın tepkisini gördük. İnsanlar çığlık çığlığa bağırıyor, ölen bir gerillayı öpüyorlar.
Gerillaya karşı böyle bir sevgi, özlem var. Çözüm sürecinin sonucundaki beklentilerden biri gerillaya kavuşmaktı. Gelinen noktada gerillaya kavuşmuyorsun, tam tersine gerilla alanları inanılmaz bir bombalamaya maruz bırakılıyor.
Bununla birlikte tünelin ucunda görünen hafif bir ışık bile tamamen kayboldu. Kaybedecek bir şeyleri olmadığını düşünüyorlar. Kazanacakları şeyler var.
Ölüme bizden daha yakın yaşıyorlar. Ölümle, şiddetle ilişkileri değişmiş. Bunda Rojava gerçeğini yoksayamayız. Rojava’da onlarca Kürt genci öldü. ‘Onlar ölürken ben neden ölmeyim, ben niye mücadele etmeyim, ben nasıl boyun eğerim’ duygusunun hakim olduğunu düşünüyorum.
“Çözüm süreci devam etmeliydi”
Rojava özellikle gençlerin ve kadınların öncülüğünde bir direnişin adı oldu. Burada yaşananlara Rojava’daki direnişin etkisi nedir?
Direniş bulaşıcı bir şeydir. Gezi direnişi sadece Türkiye’deki dinamikler üzerinden çıkmadı. Dünyada küresel bazda, aynı zamanda uzun yıllardır Kürdistan’da tanıklık ettiğimiz serhildanlar vardı. Yöntemin bulaşıcılığı, görünürlüğün bulaşıcılığı vardır. Rojava varken Türkiye’de böyle şeylerin olmaması beklenemezdi.
Çözüm sürecinin devam etmesi gerekiyordu. Çözüm süreci devam etmediği sürece bütün bunların olması beklediğimiz şeylerdi.
“Çözüm masası yeniden kurulmalı”
Gençler çatışmasızlık koşullarına nasıl döner?
Hepimizin beklentisi, tüm gençlerle de ortaklaştığımız beklenti; çözüm masasının yeniden kurulması, kurulurken de Kürtlerin meşru taleplerinin bir an evvel gerçekleşmesi.
Özyönetim denilen şey bir an evvel gerçekleşmek zorunda. Bunun yöntemi tartışılabilir. Ama halkın kendi kendini yönettiğine dair bir inancı, iknası olması lazım.
Düşünürseniz; bir şehirde kamusal görevlilerin hepsiyle bir düşmanlık içerisinde var oluyorsunuz, gösteri yapmak istiyorsunuz izin verilmiyor, sokağa çıkıyorsunuz vuruluyorsunuz, eğitim kurumuna gidiyorsunuz yok sayılıyorsunuz, geleceğiniz yok.
“Özyönetim sağlanmalı”
Yok sayılma durumuyla sürekli karşı karşıyasınız ve bu yok sayılma durumunu yaratan kişiler de sizden etnik olarak farklılar. Böyle bir durumda kendi bulunduğu yer de kendi kendini yönetmek, kendiniz hakkında karar alabilmek, ne şekilde eğitileceğinize, doğanıza ne olacağına, karakol sayısına kendiniz karar vermek istersiniz. Sürekli yok sayıldığınız bir yer de artık tek seçenek öz yönetim olmuştur.
Bir an evvel bu bölgelerde öz yönetimin sağlanması gerekiyor. Bu nasıl olacak, ne şekilde olacak, Hele Dağlıca’dan sonra savaş nasıl duracak, bundan sonra nasıl bir daha bir eşik atlanacak konusunda karamsar bir tablo var.
Bugünün trajedisi içinde benim bunlara çok kolay verebileceğim cevaplarım yok. Ancak alternatif bir geleceğin peşinden hepimizin koşması gerektiğini bunun da direnerek olacağını düşünüyorum.
“Demokratik direniş halk direnişine eşlik etmeli”
Süreç askıdayken ölümlerin durması için ne yapmalı?
8 Eylül'deki olaylardan sonra buna tek cevabım direnmektir. O gün sokağa korkunç bir operasyon yapıldı. Aslında böylelikle Kürdistan’a seyirci bırakılmış tüm demokratik kesimler bu oyunun tam ortasında durduklarını, bu savaşın onlara karşı olduğunu da açıkça görmüş oldular. Bu durumda demokratik direniş Kürdistan’daki halk direnişine eşlik etmelidir.
Polisin Cizre gibi şehirlerden şu anda çekilmesi ve halkı rahat bırakması lazım. İnsanlara yaşam alanı tanıması, yaralarını sarmaları için, yeniden durumlarının değerlendirmeleri için zaman tanıması lazım.
Türkiye’de yaşayanların ve Kürt bölgesinin arzularından, sosyolojisinden haberi olmayanların ‘Buralarda bombalar patladı polise şu yapıldı’ gibi sözleri söylemesi de çok anlaşılır şeyler. Ama biraz bu durum durulmalı. Kentlerde yaşanan polis ölümleriyle ilgili fail saptaması yapılacaksa buna çok açık bir biçimde halka karşı suç işlemiş tüm güvenlik güçlerinin ve Türkiye’nin dört bir yanında Kürtlerin ve HDP’nin üzerine salınan güruhları yönetenler de saptanmalı. Halk bir an evvel rahat bırakılmalı.
“Hayallerimizin peşine düşmeliyiz”
Batıdaki Kürt gençliğinin yaşananlara tepkisi nasıl? Bölgedeki gençlerin Rojava’ya bakarken hissettiklerini onlar da bölgeye bakarak batıda hissediyor olabilir mi?
Evet öyle diyebiliriz. Cizre insanlara sesimizi duyurun ya da gelin burada olun diyor ama bir yandan da Cizre abluka altında. Türkiye’de barış taraftarı olan çok fazla kesimin bir anda aktörlükten düştüğü bir ortamın yaşandığı, bu sebepten ötürü de herkesin kendisini zehirlenmiş, çaresiz hissettiği bir gerçek.
Ancak 8 Eylül'le beraber artık demokratik güçlerin tamamı direnmek zorunda olduğunu, aslında aktörün ta kendisi de olduğunu, aksinin faşizm olduğunu anlamıştır sanırım. Yani bu iş Kürtlerle sınırlı değil en ufak bir muhalefete tahammülsüzlüğün sokakta örgütlendiği bir toplumda karamsar ama direngen olmak zorundayız ve umudun ve barışın ancak direnerek olacağını anlamış olduk.
Her türlü demokratik hak, fikir özgürlüğü, ifade özgürlüğünü çekinmeden ve örgütlü bir biçimde kullanmalıyız. Türkiye’yi normalleştirecek şey korkmamıza rağmen tüm haklarımızın ve hayallerimizin peşine düşmekle olabilir.
Nazan Üstündağ
Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Nazan Üstündağ, modernite teorileri, feminist teori, anlatı metotları, devlet etnografyası konularının yanı sıra Kürt hareketi üzerine çalışmalar yapıyor. (BK)