Siyasetin sınırı, hukuktur. Hukukta ve yargıda kapalı kapılar ve kapıları tutanlar yoktur.
Prof. Dr. A. Ülkü Azrak “Siyasallaşan Yargı” başlıklı yazısında; yazı başlığının “hukukun sefaleti” ya da “yolunu kaybeden hukuk” olabileceğini yazmıştı.
Sayın Azrak’a göre; “Bir ülkede hukuk kurallarının yaşama geçirilmesi üç düzlemde oluşan bir süreçtir; yasama, yürütme ve yargı. Yasama, yazılı hukuku yaratan ve böylece hukuk düşüncesini hukuk gerçekliğine dönüştüren en önemli mekanizmadır. Bu mekanizma genel ve soyut nitelik taşıyan yazılı hukuk kurallarını, yani yasaları yaparken toplumun hukuk inancına ve Anayasada beliren iradesine aykırı davranma özgürlüğüne sahip değildir. Bir siyasal kadroyu iktidara getiren çoğunluk da o iktidara, onu sınırlayan daha üst düzeydeki temel hukuk kurallarını, yani Anayasa normlarını göz ardı etme yetkisini vermiş sayılamaz. Çünkü o çoğunluk Anayasanın oluşturulmasını sağlayan kendi iradesine bağlı kalmak zorundadır. Bütün bunlar, demokratik hukuk devletinde yasama işlevinin dayandığı siyasal gücün hukuk kurallarıyla çevrelenmiş olduğunu, başka bir söyleyişle siyasetin hukukla sınırlanmış olduğunu gösteren olgulardır.”
Eğer hukuk siyasetin baskısıyla yolunu kaybederse; hukukun sefaleti yaşanır. Bu yüzden Yürütme siyasal iktidarın bir parçası olarak yasaya uymalıdır… Yasama tarafından konan hukuk kurallarına uygun hareket etmelidir. Bir başka anlatımla Yürütmenin yasalar çerçevesinde hareket etme zorunluluğu hukuk kuralları ile siyasetin sınırlandırılması demektir.
Yargı, hukuksal denetim organıdır. Siyasetin gerekleri ve politikalar yargıyı ilgilendirmez, yasaya ve hukuka bağlılık ilkesi, yargıyı siyasal etkilerden korur. Yargı siyaset yapmaz ve bu yargının “sübjektif tercihlerine göre karar vermesini” önler. O yüzdendir ki; herhangi bir siyasal ve toplumsal sorunun çözümü yargıya bırakılmaz. Siyasal konular ve tartışmalar, toplumsal sorunların çözümü yargının işi değildir. Yargı kararlarında baskıyla yaratılan siyasal çözümler hukuka olan inancı ve yargıyı sarsar.
Sayın Azrak’ın yazısında yer alan bu görüşlere göre yargıya dışarıdan baskılarla karar aldırılmasını sağlamak ne kadar tehlikeli sonuçlar yaratıyorsa; yargının içinde yaratılan hukuka aykırı kararlar ve yasalar da bir o kadar vahim sonuçlar doğurur.
Adaletin kapısı olmaz, hukukun kapıları kilitlenmez!
Her adliye kapısı, adalete açılan kapı değildir. Adaletin kapısı kilitsiz, adliye kapısızdır.
Günümüzde adliyelere saray diyorlar. Çok sıkı barikatlarla korunuyor. Görkemli kapıları, uzun koridorları var. İçindeki kapılar ve koridorlar korucuları tarafından korunuyor. Kapılar ve koridorlar kilitli, giremiyorsunuz…Yasaktır, yasaya ve yargıya geçiş kapalıdır!
20 yüzyıl Türk Edebiyatının şaheseri olan İnce Memed hukuk söz konusu olduğunda akla gelen romandır. İnce Memed bir eşkıya; bir haydut, bir asi, bir kanunsuzdur, sisteme başkaldırmıştır. Köylülere eziyet eden ve onları acımasızca sömüren Abdi Ağa’yı öldürmüştür ve dağa çıkmıştır. Kanunla, ağalıkla, toplumu ezenlerle çatışmaktadır.
Peki kanunlara karşı gelen bir eşkıya nasıl olmuş da bir halk kahramanına dönüşmüştür? İnce Memed yasalara, hukuka, adalete kapıları kilitleyenlere karşıdır.
Kapalı kapılar adliyenin midir? Kapalı kapılar sarayların mıdır?
Biraz soruşturalım isterseniz…İnsanların yasaya sığınmak, yasa önünde olmak, yargıya erişmek istediği hep vardır. Yarattıkları mekanları ve kapıları hep olmuştur.
Acaba yıllar yılı kapı önünde beklemek veya açık kapıdan geçmek için izin istemek, kapıları kapatanların yarattığı kurallara boyun eğmek; bütün bunlar kimin kurallarıdır?
Yazılmadık yazı, söylenmedik sözün kalmadığı zamanlardan günümüze kadar gelen “Nasıl yargılamalı!” sorusu önemini hiç yitirmedi.
F. Kafka Savunucular ‘da şöyle yazmıştı: “Mahkemeye inanmak gerekir ve mahkemenin, yasanın yüceliğine hizmet ettiğini kabul etmek gerekir. Çünkü bu onun tek misyonudur; oysa yasada her şey birbirine karışmıştır.; suçlama, savunma ve karar bir aradadır; bir insanın kendiliğinden yasaya dahil olabilmesi suç teşkil eder”
“Yasaya dahil olmak” veya “yasa önünde olmak” acaba neden suç sayılmıştır?
Nasıl yargılamalı sorusuna yanıt bulabilmeliyiz, yasalara ve yargıya herkes erişebilmelidir!
Rastlamışsınızdır. Yargıda “Kapıları tutanlar” denildi bazılarına ve çok konuşuldu. Tarih boyunca kapıları açmak isteyenlerle, kapatmaktan yana olanlar arasında bitmez bir mücadele hep vardır ve olacaklardır? Kapıları açmak, kapatmak üzerine söylenen sözler en çok yargıda kullanıldı, kullanılıyor! Güç sahibi olmak isteyenlerin yargıları ilginçtir.
Öykü, köylü ile kapı önünde duran muhafızın ilişkisidir. Bu ilişki nasıl olabilir? Muhafızın, kendisinden sonraki muhafızlardan önce yasayı koruması, geçilmez yapması, kapıyı kapalı tutması neye yarar?
Franz Kafka[i] ile devam edelim… Yasanın Önünde olmak…
Işıklar içinde kalsın, bu öyküyü Anayasa Hukuku Profesörü Bakır Çağlar anlatırdı.
Yasanın önündeki kapıda bir muhafız dikilmektedir. Kapı açıktır. Ama muhafız köylünün geçmesine izin vermez. Köyden gelen adam içeri girip yasaya dahil olmak ister ve kapıdaki muhafızdan izin ister. Muhafız şimdilik ona giriş izni veremeyeceğini söyler. Köylü biraz düşünür ve giriş izninin daha sonra verilip verilemeyeceğini sorar. “Olabilir, ama şimdi değil” der muhafız.
Sürekli açık durun kapının önünden muhafız çekilince adam da içeri bakmak için biraz eğilir. Muhafız bunu fark eder ve güler. “Eğer oraya girmek seni bu kadar cezbediyorsa engel olmama rağmen bir dene bakalım. Ama şunu aklından çıkarma: Ben güçlüyüm ve de ben sadece sonuncu muhafızım. Her odanın önünde, öncekinden daha güçlü muhafızlar var, benden sonraki üçüncünün görünüşüne ben bile tahammül edemem.”
Köyden gelen adam bu kadar güçlükle karşılaşmayı beklememektedir; yasanın herkese, daima açık olması gerekmez mi? diye düşünür… Ancak şimdi o sivri burunlu, uzun, zayıf ve kara sakalıyla kürk mantosu içindeki muhafıza yakından bakınca, kendisine giriş izni verilene kadar beklemeyi tercih eder.
Muhafız ona bir tabure uzatır. Kapının önünden biraz uzağa oturtur. Adam, o taburenin üzerinde günler, aylar, yıllar boyunca oturur. İçeri girmek için birçok girişimde bulunur ve yakarışlarıyla muhafızı rahat bırakmaz. Muhafız bazen adama memleketi ve daha başka birçok konuda sorular sorar. Bunlar büyük efendilerin kayıtsızca sorduğu sorulara benzemektedir. Her seferinde onu henüz içeriye sokamayacağını söyleyerek sözlerini bitirir. Adam, bu yolculuk için tedarikli gelmiştir. Kendisine ne kadar pahalıya patlarsa patlasın her yolu dener. Muhafızı rüşvetle etkilemeye çalışır. Muhafız da bunların hepsini kabul eder ve şunu ekler: “Bunları sadece, sen her şeyi denediğinden emin ol diye kabul ediyorum”
Yıllar boyunca adam sürekli muhafızı gözlemler, diğer muhafızları unutmuştur artık!
İlk muhafız onun için tek engel gibi görünmektedir. İlk yıllarda, kimseyi umursamadan yüksek sesle kötü kaderine lanetler okur. Daha sonraları, yaşlanınca dişlerini gıcırdatmakla yetinir. Çocuklaşmıştır artık. Yıllar yılı muhafızı gözlemekten bıkmaz, artık onu kürkündeki pirelere kadar tanımıştır. Öyle ki ona yardım etmesi ve muhafızın kalbini yumuşatması için pirelere dua eder olmuştur. Nihayet gözlerinin feri söner ve artık etrafına karanlık mı bastığını yoksa gözlerinin mi onu yanılttığını bilemez olur. Ancak şimdi, bu karanlıkta yasanın kapısından ebediyen yayılan görkemli bir ışığı çok iyi seçmektedir. Ama artık fazla bir ömrü kalmamıştır.
Ölümünden önce, kafasında birikmiş yılların bütün tecrübesine dayanarak muhafıza o zamana kadar henüz sormadığı bir soruyu sormaya karar verir. Yerinden doğrulamadığı için muhafıza bir işaret yapar. Aralarındaki boy farkı, köylü adamın aleyhine değişmiş olduğu için muhafızın iyice aşağıya eğilmesi gerekir. “Ne bilmek istiyorsun hala?” diye sorar. “Doymak bilmiyorsun”
“Eğer herkes yasadan medet umuyorsa,” der adam, “Nasıl oluyor da geçen bunca zaman boyunca benden başka kimse giriş izni istemedi?”
Kapının muhafızı, adamın sonunun geldiğini hissederek, artık neredeyse işitmez olan kulağına şöyle kükrer: “Buraya, senden başka hiç kimse giremezdi, zira bu giriş sadece senin için yapılmıştı. Şimdi, buradan gidiyorum ve kapıyı kapatıyorum.”
Durumun gereği, açılamayan ve açılmayan kapılar ve kapatılan kapılar… Geçiş izni verilen ve verilmeyen kilitli kapılar. Neyin izni, neden kilitli?
Köyden gelen adam yasayı tanımamaktadır. Yargı nedir hiç bilmez. Boşuna yasanın içine girmeye, önünde durmaya çalışıp durur. Kapı ardına kadar açıktır, ama izin yoktur. Daha başka ne bilmek istiyoruz? Demokratik hukuki yapının kapıları kilitlidir. Yıkıntılar üzerine hukuk devleti kurulamaz. Hukuka aykırı davranmanın hiçbir mazereti olamaz. Temel hak ve özgürlüklerin korunması yargının sorumluluğudur.
Hukuka inanmak; yargının perişanlığını açık yüreklilikle kabul etmekten geçer.
Yaşar Kemal’in İnce Memed’i adalete ve yasalara başkaldırmamıştır. Adaleti ilga edenlere karşıdır. Ağalık sistemine ve yaşanan zulmün baskılarına başkaldırmıştır. Yasaları ve hukuku gasp edip kendi çıkarı için kullanan bir sisteme isyan etmiştir. İsyanında kapıları kapatanlarla mücadele etmiştir.
Hukukun yolunu kaybetmesi hukuka yolunu kaybettirenlerin sefaleti, zavallılığı ve hukuktan korkularıdır. Sefalet, adaletsizlik ve yoksulluk her yandadır. Ama umut etmek ve insan onurunu korumak için haklı nedenimiz var… En önemlisi “adalet”! Adaletin olmadığı bir dünyaya başkaldırmak güzeldir! Çünkü tüm acılarına rağmen yaşam ve hakikat güzeldir.
Herkesin içinde bir İnce Memed vardır ve saklıdır… Umut etmek için bundan güzel bir neden olamaz zaten…
[i] Jacques Derrida. Yasanın Önünde Önyargılar. Yargılama Fakültesi. İthaki Yayınları. 2015. İstanbul. Sayfa 120. Yazarın Notu: Franz Kafka. Alexandre Vialatte ve Marthe Robert’in Fransızca Çevirisinden.