Başımız sağ olsun. Çünkü bu ülkenin bize ait bir coğrafyasında insanlarımız ölüyor. Başımız sağ olsun. Çünkü bu ülkenin bize ait bir coğrafyasında otuz yıldır insanlarımız ölüyor. Başımız sağ olsun. Çünkü insanlarımız öldükçe insanlığımız da ölüyor.
Acıyı acı gibi, sevinci sevinç gibi yaşamayı henüz beceremesekte, duygusallık Anadolu insanımızın en temel ortak özelliğidir. Bu nedenle ağıtları ciğer pareler. Bu nedenle hatırşinastır. Bu nedenle misafirperverdir. Komşusu açken tok yatamayışı bu nedenledir.
Ve bu nedenle ölümün karşısında, yaşamı savunur. Yeterki araya nifak sokulmaya. Peki, ne oldu da biz bu hale geldik? Bugün yaşadığımız ortak acının tek sorumlusu PKK mıdır?
Sorun PKK sorunu mudur?
Yoksa sorun Kürtlerin demokratik hak sorunudur da, PKK sadece sonuç mudur?
Siyasete yabancılaştırılmış 12 Eylül çocuklarıyız biz. Siyasal azınlıkların siyaset yoksunu çoğunlukları yönettiği bir ülke burası. Eğitim özürlü milyonların yaşadığı bir ülke burası.
Toplumsal bilinç, bireysel inisiyatiften çok, resmi bellek, resmi müfredat, resmi ideolojinin esas alındığı bir ülke burası.
Halk oy vermekten öte siyasetle uğraşmamalı. Siyaset “siyaset baronlarının” tekelinde olmalı. Şarkıcısı, türkücüsü, oyuncusu bu halkın sırtından şan, şöhret, servet kazanmalı ve magazin malzemesi olmaktan öteye geçememeli.
Yazar çizer takımı futboldan, magazinden ve üçüncü sınıf “aşk hikayeleri” dedikodularından dem vurmalı. Gazeteler Ramazan'da Müslümanlık, diğer zamanda buram buram cinsellik dağıtmalı. Radyo fıkır fıkır coşturmalı.
TV umutsuzluklar cennetimizin umudu olmalı, yurdum insanını top yekûn starlığa koşturmalı. Basını basın yapan temel ilkeler unutulup sürüye katılmalı. Galeyancılara cinnetdaşlık edilmeli. Yakılmalı, yıkılmalı. Akan kan sürmeli…
Ve Türk-Kürt kardeş olmalı…
Öyle mi..?
Demokrasinin tahammüller sanatı olduğu ve farklılıkların ülke zenginliği olarak kabul edilmesi gerçeğinden hareketle; yirmi yılı aşkın bir süredir akmakta olan kanın baş sorumlusu sadece Kürtlerdir diyebilir miyiz?
Yıllar yılı varlığı, dili ve tüm demokratik hakları yok sayılan Kürtlere ilişkin kaç yazı kaleme aldık? Akan kanın kardeş kanı olduğunu, ama günahı ve sevabıyla hep büyük kardeşi desteklediğini söyleyen kaç meslektaşımız var?
Devlet baskısıyla anadilinin yasak olmasından ötürü farklı dilde eğitim alarak yaşam karşısında başarısız olan kaç kişi tanıyoruz?
Yanan orman batıdaysa vahvahlamakla, doğudaysa tıslamakla bölmedik mi bu ülkeyi?
Büyük kardeşin "şehidine" ağlarken, küçük kardeşinkine “oh olsun” larla bölmedik mi bu ülkeyi? Her çatışma haberinde verilen ölü ve yaralı sayısını galibiyet hissiyle izleyerek bölmedik mi bu ülkeyi?
Batının şehvet dolu fantezilerini çarşaf çarşaf yazıp, doğunun küçük yaşta satılan, töre cinayetine teslim kızlarını görmezden gelerek bölmedik mi bu ülkeyi?
Bizce onca yıldır akan bu kanı kim durdurmalı? Basın mı? Halk mı? Ordu mu? Hükümetler mi?
Her dördümüzün de ağır ihmallerinin bir sonucu değimlidir akan kan?
Ve PKK… Bu çağda, ölümlerle hangi barışı, hangi kardeşliği kuracaktır. Ve kaç kardeşkanından sonra şiddete doyacaktır.
Yetmedi mi? Ya şehitlik, yok ediyor mu ölüm gerçeğini? Yirmisinde bırakıp bu dünyayı, bilinmeze giden onca genç yüreğimizi burkmuyor mu? Demokratik hak ediniminde siyasetten başka yol var mı? Ve siyaset için meclisten daha meşru yol?
Bırakalım herkes siyaset yapsın. Hem de en ağırından. Yeter ki ağırıyla, hafifiyle tüm silahlar sussun. Kardeşliğe bir fırsat daha tanınsın.
Yaşamlarından bihaber olduğumuz, ama ölümleriyle çığlığa boğulduğumuz on iki genç fidanın göçüp gidişi yüreğimizi yakmıyor mu en derininden? Ve otuz dört annenin kameralardan uzak, içine akıttığı yaş ve sessiz feryadı ciğerimizi dağlamıyor mu?
Öyleyse…
Yetsin bu anlamsız akan kan. Ve bitsin bu cinnete gebe galeyan.Tutalım hep birlikte şu barışın ucundan.
Ve haykıralım hep bir ağızdan: “ille de barış olsun…” (RA/NZ)