Aynı zamanda, Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) ABD dışındaki en büyük üslerinden biri. Buradan kalkan bombardıman uçakları, 1991'de Irak'ı, daha sonra Afganistan'ı ve son olarak tekrar Irak'ı bombalamakta kullanıldı. Zaten çoğumuz, adayı bulmacalardan ("ABD üssünün bulunduğu ünlü ada") biliyoruz. İşin garip yanı, Britanya'ya ait adanın bir ikili anlaşma çerçevesinde bu üs için ABD'ye "kiralanmış" olması. İşte her şeyin arkasında da bu yatıyor zaten. Bu üs için adanın halkı, türlü numarayla yerinden edilip ölüme terk ediliyor. Bir ülke kendi halkından (üstelik bunların hepsi Britanya vatandaşı) çalınıyor.
İnsansız ada
"Dün gece, Amerikan B-52 ve Stealth bombardıman uçakları, yerleşimin olmadığı Britanya adası Diego Garcia'dan havalanarak, Irak'ı (ya da Afganistan'ı) bombaladılar." Ajanslardan geçen haberlerde Diego Garcia genellikle böyle anılıyor. Burada kilit sözlerden biri, "yerleşimin olmadığı ada". Oysa Diego Garcia, "yerleşimsizleştirilmiş" bir ada. Bütün bu medya kalıbıysa, 1960'ların ortalarında başlayıp 70'lerin ilk yarısında doruğuna ulaşan ortak ABD ve Britanya yalanlarına dayanıyor.
1960'ların başında, Diego Garcia, 2 binden fazla insanın yaşadığı bir yer. Yaklaşık beş kuşaktır bu adadalar. Fransızca konuşuyorlar. Okulları, hastaneleri, kiliseleri, limanları, demiryolları, mezarlıkları, hapishaneleri, hindistan cevizi işledikleri bir tesisleri var. Yani burada yerleşik bir yaşam var. 1957'de İngiliz Sömürge Film Birimi'nin çektiği filmlerle de sabit bu durum.
1961'de bir Amerikan tuğamiralinin ziyaretiyle değişiyor her şey. Ziyaretin sebebi, Britanya-ABD planının ön çalışmaları. Ada, bir üs için gayet uygun. Britanya da adayı ABD'ye kiralamaya gönüllü. Ancak küçük bir sorun var. Adanın sakinleri. İşte bu noktada, hayat değişmeye başlıyor. ABD, adanın "temiz" ve "sıhhi" kılınmasını istiyor. Dönemin Birleşmiş Milletler (BM) görüşmelerindeki "endişe verici" notlarına karşın, adanın temizlenmesine ve sıhhileştirilmesine başlanıyor.
Önce, sağlık sorunları ve akraba ziyareti nedeniyle yakındaki Mauritius'a giden adalıların adaya geri dönüşüne izin verilmiyor: "Ada kapanmıştır." Aynı dönemde, Britanya, çok eski bir yasayı, kraliçenin onayıyla yürürlüğe giren Kraliyet Buyruğu'nu kullanarak BIOT'u (Britanya Hint Okyanusu Bölgesi'ni) oluşturuyor. Ardından, Mauritius'a 1968'de bağımsızlığını veriyor. Ancak bir şartla: Chagos adaları ve özellikle Diego Garcia üzerinde hak iddia edilmeyecek. Bu arada, ABD üssünün hazırlıkları başlamış bile.
Ve adanın temizlenip sıhhileştirilmesi işi hız kazanıyor. Önce adadaki köpekler temizleniyor. Bin kadar köpek toplanıp ABD taşıtlarının egzozunda boğuluyor. Adalılar bunu bir uyarı olarak alıyorlar. Bazıları bu uyarıyla gidiyor. Geri kalanlaraysa, adanın idare amiri tarafından şu açıklama yapılıyor: "Adanız satıldı."
Üzüntüden ölmek
Yanlarına yalnızca bir tek bavul almalarına izin veriliyor. Geri kalan her şeyi, hayatlarını, arkada bırakarak Nordvaer adlı gemiye biniyorlar. Bunlar son adalılar. Yani temizlik ve sıhhileştirme işinin son partisi.
Güvertede hindistancevizi şirketinin atları var, kadınlar ve çocuklarsa kuş gübrelerinin taşındığı ambarda yatıyorlar. Önce Seychelles adalarında, kıyıdaki hücrelerde tutuluyorlar. Ardından Mauritius'a götürülüp limana bırakılıyorlar. Bazıları, geminin geri gelmesini bekliyor, ama nafile...
Mauritius'ta kapıları, pencereleri olmayan barakalara, "toplu konutlara" yerleştiriliyorlar. Yoksulluk, bakımsızlık, işsizlik, intihar, alkol nedeniyle ölüyorlar. 1975'teki bir araştırma, fuhşa zorlananları ve intiharları belgeliyor. Anne ve kız, aynı anda intihar edenler var. Adalılar içinse durum "üzüntüden ölmek." Yurtlarına bir daha geri dönemeyecekleri söylendiğinde felç geçirenler oluyor. Bu kavram, Batılılara yabancı, tuhaf geliyor. Ama galiba bizim hiç de yabancısı olmadığımız bir durum. Doktorlar "üzüntüyü tedavi edemeyeceklerini" söylüyorlar.
1982'de, tuvaleti olmayan bir odada aynı anda kalan 25 kişi var. Yer olmadığı için sırayla uyuyorlar. Bebeklerse, mukavva kutuların içinde uyuyor. Üstelik bugün bile durum değişmiş değil.
Aynı yıl, Britanya hükümeti, adalılara tazminat ödemeyi kabul ediyor. Kişi başı 3 bin sterlin. İşin garibi, Fransızca konuşan adalılar (Kreoller) dilini anlamadıkları bir belgeye parmak basarak bu parayı alabiliyorlar. Devletlerinin altına parmak basmalarını istediği belgede yazanlarıysa çok sonra öğreniyorlar: "Haklarımdan feragat ediyorum."
Oysa yine aynı yıl, Britanya Falkland adalarındaki beyaz yurttaşları için 2 milyar sterlin harcıyor. Aradaki fark, bu yurttaşların beyaz olmaları ve ABD'ye kiralanmaya değer bir adaya sahip olmamaları.
Birleşmiş Milletler nasıl ikna edilir?
Özetle, Britanya ve ABD'nin yıllar boyunca bu üs için yaptığı şey, olan biteni kendi parlamentolarından, BM'den ve uluslararası kamuoyundan gizleyip, ABD dokümanlarında "vazgeçilemez, operasyonel olarak paha biçilemez" diye nitelendirilen Diego Garcia üssünü baki kılmak. Peki nasıl? Elbette olmayan kanıtlar ve yalanlarla. Yoksa çok mu tanıdık geliyor?
Britanya yasalarına göre, gizlilik taşıyan belgelerin ömrü 30 yıl. 30 yıl sonra bu bilgilere erişilebiliyor. İşte ancak yeni yeni ortaya çıkarılabilen belgeler, Britanya Dışişleri Bakanlığı'nın adanın yerli halkını "geçici, sözleşmeli işçiler" ilan edişini ve bu yalanın sürdürülüşünü gösteriyor.
1965'te BIOT'nin kuruluşundan sonra "kurgu" başlıyor. Önce adanın yerlileri bile bile, raporlarda geçici işçi ve yerleşik olmayan nüfus olarak anılıyor. Ardından BM'ye ilk yalan söyleniyor: "Biz adayı aldığımızda yerleşim yoktu."
Dışişleri Bakanlığı iç yazışmalarında, bu durumu sürdürmenin zor olacağı, BM'nin ülkelerin vatandaşlarının hakkını koruma zorunluluğu kararlarına karşı olduğu notlarına karşı da, "sessiz görmezden gelme" politikasına karar veriliyor.
Yani, BM'de aksi iddia edilene kadar bu konuda herhangi bir şey söylenmeyecek. Başlığı kelimesi kelimesine "Kurguyu Sürdürmek" (Maintaining the Fiction) olan bir raporda, "Britanya kendi kurallarını kendi koymalı, bunlara buraya hiç ait değillermiş gibi muamele edebiliriz" deniyor.
1966'da Dışişleri Bakanlığı yetkilisi Sir Paul Gore-Booth, "Bu konuda kesinlikle çok katı olmalıyız. Bu çalışmanın hedefi, bizim kalacak bazı kayaları ele geçirmekti. [Adada] martılardan başka yerli halk kalmayacak" diyor. Bu yazışmanın sonunda, daha sonra baron unvanını alacak olan D. H. Greenhill'in el yazısıyla bir notu var: "Kuşlarla birlikte birkaç Tarzan, birkaç da Cuma var. Onlar da inşallah Mauritius'a aktarılacaklar."
Temmuz 1968'de, Britanya Dışişleri Bakanı Michael Stewart "adada yerli bir nüfusun olduğu açıktır" diye yazıyor, ancak Nisan 1969'da İşçi Partisi'nden Başbakan Harold Wilson'a gönderdiği notta BM'ye yalan söylenmesini teklif ediyor. Beş gün sonra, Wilson öneriyi kabul edip kabine üyelerine iletiyor. Mayıs 1969'da, Savunma Bakanı da nottaki tavsiyelere katıldığını iletiyor. Yıllar sonra kendine sorulduğundaysa, "bu konuda bir şey hatırlamadığını" söyleyecek.
Ufak bir mesele
ABD tarafında da durum farklı değil. Amaç kongreyi olaydan haberdar etmeden işi bağlamak. Bütün mesele, nükleer füze programında Britanya'ya yapılan 14 milyon dolarlık bir indirim gibi gösteriliyor. Yıllar boyunca CIA'in ünlü "fact book"unda, Diego Garcia insansız, eskiden geçici işçilerin yaşadığı bir ada olarak geçiyor (ki hâlâ öyle).
Bu olayla ilgili, İngiliz televizyonu ITV'de yayınlanan dehşetli belgeseli çeken araştırmacı gazeteci John Pilger, dönemin (1973-1975) ABD Savunma Bakanı Schlesinger'la yaptığı röportajda, şu soruyu soruyor: "İngiltere ve ABD, ortak hareketlerinin diğer taraftaki insanları maruz bıraktığı durumdan sorumlu tutulamaz mı?"
Schlesinger'ın yanıtı vahim: "ABD ve Britanya hükümetlerinin, bırakın 19. yüzyılı, 20. yüzyılda yaptıkları içinde, bu görece küçük bir sorun olarak kalır." Schlesinger, aynı dönem için, kendilerine ada halkıyla ilgili ulaşan bilgilerin geçici işçiler oldukları yönünde olduğunu söylüyor. Oysa, 1972'de ABD Mauritius elçisinin mektubu "Adada yerlilerin varlığı yadsınamaz" diyor.
2000 ve sonrası: Oyunlara devam
Diego Garcialı mültecilerin kurduğu örgütün başında, sürgün sırasında bir çocuk olan, elektrikçi Olivier Bancoult var. Mauritius'a geldikten sonra, Bancoult'nun kızkardeşi intihar ederken dört erkek kardeşi ölüyor.
Bancoult, İngiliz avukat Richard Gifford'la birlikte Britanya'ya karşı dava açıyor ve Kasım 2000'de Londra'daki Yüksek Mahkeme adalıların lehine karar veriyor: "Britanya'nın uygulamaları yasadışı." Bu kararın üzerinden daha yalnızca saatler geçmişken Blair hükümeti açıklamasını yapıyor: "ABD anlaşmasından dolayı adalıların geri dönüşüne izin verilmesi mümkün değil." Ancak adalıların Diego Garcia haricindeki adalardaki mezarlıkları ziyaretine izin veriliyor. Fakat bu ziyaretler için gereken gemiler hiç sefere çıkmıyor.
Bu arada, Mauritius birkaç yoldan çözüme gitmeye çalışıyor. Britanya, sorunun ABD'de olduğunu söyleyince, Mauritius ABD'yle görüşmeye çalışıyor. ABD'nin yanıtı "Sorun bizde değil, Britanya'da".
Alışık olduğumuz pinpon oyunu sahneleniyor yine. Mauritius, işi uluslararası hukuk platformuna götürmek üzere sesini birazcık yükselttiğinde de, devreye AGOA giriyor. AGOA, Afrika'nın Büyümesi ve Fırsatları Kanunu diye bir ABD kanunu. Bu kanunla ABD neredeyse Sahra'nın güneyinde kalan bütün Afrika ülkelerinin kendisiyle olan ticari ilişkilerini -ve tabii diğer ilişkilerini de- belirliyor. 2002'de AGOA ilmeği sıkılıverince, Mauritius geri adım atıyor.
2003'te Yüksek Mahkeme davayı bir kez daha görüyor. Ancak durum ilginç. Yargıç Ousley, mahkemede Dışişleri Bakanlığı ve mahkemeden "biz" diye söz ediyor. Üstelik karşısındaki adalılar da kendi vatandaşları. Ve "Britanya hükümetlerinin utanç verici davranışlar içinde bulunduğunu" onaylamasına karşın, mahkeme adalıların aleyhine karar veriyor.
Haziran 2004'teyse, Blair hükümeti, yıllar önce başvurulan yönteme bir kez daha başvuruyor. Yine aynı Kraliyet Buyruğu gündeme getiriliyor ve Kraliçe'nin onayıyla, tartışmasız, parlamentosuz, adalıların geri dönüşü bu buyrukça yasaklanıyor.
Fizibilite çalışması
Bu arada, Dışişleri Bakanlığı, bağımsız olduğunu söylediği kurullara bir "fizibilite çalışması" yaptırıyor. Adalıların Diego Garcia dışındaki diğer Chagos adalarına yerleştirilip yerleştirilemeyeceğini inceleyen bir çalışma bu.
Sonuçlara göre, adalar kum nedeniyle batıyor. Üstelik küresel iklim değişiklikleri risk yaratıyor (Galiba Britanya küresel iklim değişikliği sorununu ancak işine geldiğinde anıyor). Bir de kullanım suyu sorunu var. Bütün bu bulgular, Chagos adaları üzerine dünyaca ünlü bir uzman olan Profesör David Stoddart' a göre "özenle hazırlanmış bir zırvalık"tan başka bir şey değil.
Çünkü battığı öne sürülen bu adaların birinde, koca bir ABD üssü var: 4 bin askeri personel ve sözleşmeli işçi. Dünyanın en uzun iki bombardıman uçağı pisti. Bir casus uydu tesisi. Bir nükleer çöplük. 30 gemilik bir barınak. Üstelik ABD Britanya'yla 2016'ya kadar olan anlaşmasını daha da uzatmak istiyor.
Dışişleri Bakanlığı'nın bu konudan sorumlu bakanı Rammell'a göre bir sorun daha var. Maliyet. Fakat daha sonra bu yerleşimin maliyetinin ne olduğu sorulduğunda verdiği yanıt: Yılda 5 milyon sterlin. 5 milyon sterlin, Londra'daki bir dışişleri binasının yıllık masrafından daha az. Yani neden para falan değil, iktidarın ta kendisi.
Araştırmacı gazeteciliğin zaferi
Bütün bu hikaye, direnen adalıların, onlara dünya çapında destek veren sivil örgütlerin ve belki de en önemlisi araştırmacı gazeteciliğin zirvelerindeki John Pilger gibilerin sayesinde duyuldu, anlatıldı.
Pilger'ın bu konu üzerine çektiği "Stealing A Nation" belgeselinin, Ekim 2004 başında ITV'de yayınlanmasının ardından, Yüksek Mahkeme, şu meşhur Kraliyet Buyruğu'nu gözden geçirme kararı aldı.
Bancoult ve avukat Gifford, karar bu kez de aleyhlerine çıkarsa, işi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne götürmeyi düşünüyorlar. Bill Rammell'sa, 8 Temmuz 2004'teki parlamento sorusuna verdiği yanıtta, hâlâ Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin BIOT'ye uygulanamayacağından, zira bu bölgede yerleşik nüfus bulunmadığından dem vuruyor.
Diego Garcialılarsa, Mauritius'a geldikten sonraki şarkılarını söylemeyi sürdürüyorlar:
"Diego'da yaşarken
Gökte güzel bir kuş gibiydim
Mauritius'a geleli beri
Değersiz bu sürdüğümüz hayat
Bir el ver dostum, yardım et şarkımıza
Meramımızı dünyaya iletelim"
Not: John Pilger'ın yeni kitabı, "Bana Yalan Söyleme: Araştımacı Gazeteciliğin Zaferleri" ekim başında Britanya'da yayınlandı. Kitap Robert Fisk'ten Seymour Hersh'e, Edward Said'den Martha Gellhorn'a, araştırmacı gazeteciliğin kilometre taşlarının işlerinden oluşan bir derleme.
EK: Diego Garcia'yla ilgili adresler
1. John Pilger resmi Web sitesi www.johnpilger.com
2. 2001-2001 Britanya Parlamentosu'nda, Diego Garcia görüşmeleri http://homepage.ntlworld.com/jksonc/5_parliament.html
3. Diego Garcia ve CIA http://homepage.ntlworld.com/jksonc/5_cia-lies.html
4. ABD Donanma Destek Birimi Diego Garcia http://www.dg.navy.mil/index.htm (ABD Hava Kuvvetleri'nin Diego Garcia üssüne dair siteye, artık ulaşılamıyor: diego.af.mil)
5. AGOA üzerine bir analiz http://www.lalitmauritius.com/diegoagoafinal.htm
6. Bill Rampell http://www.fco.gov.uk/servlet/Front?pagename=OpenMarket/Xcelerate/ShowPage&c=Page&cid=1035796320965
7. Mauritius Lalit Partisi'nin Diego Garcia sayfaları http://www.lalitmauritius.com/diegoentry.asp
8. BBC Diego Garcia (2001) http://news.bbc.co.uk/1/hi/uk/835963.stm
9. 2003 tarihli mahkeme kararı metni www.courtservice.gov.uk/judgmentsfiles/j1970/chagos.htm
10. CIA World Factbook Diego Garcia sayfası www.cia.gov/cia/publications/factbook/geos/io.html
11. BM İnsan Hakları komitesi'nde 2001 tarihli toplantıda Britanya açıklaması http://www.unhchr.ch/TBS/doc.nsf/0/320c0705b01c25e1c1256af10037bfd2?OpenDocument
12. Guardian Özel Dosyalar Sayfası http://politics.guardian.co.uk/foreignaffairs/0,11538,637069,00.html
13. Olivier Bancoult'nun Eylül 2004 tarihli demeci http://www.pambazuka.org/index.php?srch=diego+garcia&Search=search
14. Diego Garcia üzerine söylenenler http://www.coraltools.com/~jillianbain/quotes.htm