Mehmed Uzun'un konuşma metnini aşağıda yayınlıyoruz.
Sevgili Dostlar,
Her şeyden önce aranızda bulunamadığım için çok üzgün olduğumu belirtmek istiyorum. Türkiye Barışını Arıyor konferansı, son derece önemli bir toplantı. Türkiye'nin geleceğine ilişkin atılmış çok önemli bir adım. Konferansa katılmayı, sizinle birlikte olmayı, saygıdeğer konuşmacıları dinlemeyi çok istiyordum. Ancak sağlık sorunlarımdan dolayı katılamıyorum.... Lütfen beni mazur görün.
Konumuz barış ve barışla ilgili her şeye umutla başlamak gerektiğine inanıyorum.
....Eğer insanlık, tüm olumsuzluklara, felaketlere ve musibetlere rağmen bugünkü haline ulaşmışsa, bunda umudun belirleyici bir rolü var. En berbat koşullarda bile umutlu olmamızı gerektirecek çok fazla neden var.
....İnsanlık tarihinin yaşadığı en vahşi yüzyıl olan geçen yüzyılı hatırlayalım; o yüzyılda ulusal kibirlerini evrensel bir hakikat haline getirmek isteyen ulus-devletlerin homurdanmalarıyla başlamıştı. Sonuçlarını ise hepimiz biliyoruz; korkunç iki dünya savaşı, birçok bölgesel ya da iç savaş, katliamlar, soykırımlar, akla gelebilecek her türlü kötülük, felaket... Kimi filozofların Leviathan (iblis) diye nitelendirdiği ulus-devletlerin sonuçsuz vahşi uygulamaları...
Geçen yüzyıla ilişkin sürekli kendimize sormamız gereken bir soru da var; peki kim kazandı? İblislerin militarizmi, ırkçılığı, ultra milliyetçiliği ve vahşeti mi? Yoksa insanlığa ait umut, yani demokrasi, insan hakları ve özgürlükler mi? Şüphesiz kazanan insanlık, insanlığa ait umut oldu. Yeni yüzyılın da bu minvalde gelişeceğine dair herhangi bir kuşku duymamıza gerek yok. Kazanan, demokrasi, insan hakları ve özgürlükler olacak.
Bu derin umuduma bağlı olarak yeni yüzyıla ilişkin bir tahminde de bulunmak istiyorum; kanımca yeni yüzyıl ulus-devletlerin çöplüğü haline gelecek. Kendisini yenilemeyen, demokratikleşmeyen ve çağa uygun insani bir modernizmi sağlamayan ulus-devletlerin yeri, bu çöplük olacak. Yeni yüzyıl, geçen yüzyıldan devraldığı mirasla, ulus-devletlerin militarizmi ve ultra milliyetçiliğiyle demokrasi, insan hakları ve öz gürlüklerin mücadele alanı haline gelecek.
Ulus-devletlerin yeni yüzyıla ilişkin şaşkınlık ve korkularının gerisinde, kanımca, sözünü ettiğim nedenler yatmaktadır. Ulus-devletlerin bu korkularını anlamak mümkün, geleceklerine ilişkin fazla alternatifleri yok; ya demokratikleşecekler ya da çöplüğü boylayacaklar.
Konumuz Türkiye'de Barış, sözünü ettiğim bağlamda bir ulus-devlet olarak, Türkiye'de hızlı bir yol ayrımına doğru gidiyor. Türkiye ya demokratikleşecek ve bir insan hakları, özgürlükler ülkesi haline gelecek, ya da zaten durmadan pompalanan militarizmi ve ultra milliyetçiliği destur kabul edip, büyük felaketlere yol açacağı belli yeni serüvenlere girişecek. Elbette, ben de sizin gibi Türkiye'nin bir hak ve hukuk ülkesi haline gelmesini arzuluyorum; böylesi müstesna bir konferansın kapanış konuşmasını yapmamın nedeni budur.
Barışını arayan Türkiye'nin bu konuda yapması gerekenleri, olabilecek en yüksek düzeyde tartıştığınıza eminim. Bu nedenle bunları yeniden tekrarlamak istemiyorum. Ama izninizle şunları da kısaca belirteyim; aklın yolu birdir ve dünyanın Türkiye'den beklediği, demokratikleşerek kendi barışını ve huzurunu gerçekleştirmesidir. Barış, insanlığın yarattığı en önemli, en erdemli eserdir. Ölümsüz birey yoktur ama bireyler tarafından yaratılan ölümsüz eserler ve bu eserlerin tümünden oluşan ölümsüz insanlar vardır. Bunu Gılgamış'tan bu yana hep biliyoruz. Barış sadece ölümsüz bir eser değil, insan aklının yarattığı en önemli erdemli iştir de. Çünkü barış, harikulade bir insani metamorfozdur (değişimdir). Barış, ben dediğimiz şeyin öteki haline gelmesidir; öteyi anlamak onunla eşit ilişki kurmaktır. Barış, insanoğluna en çok yakışan erdemleri kendi içinde barındıran yepyeni bir kültür, bir terbiyedir.
Türkiye niçin bütün bunlardan mahrum kalsın? Ama bu arzulanan yere gelebilmesi için de, tüm açıklığıyla şu konuların vurgulanması gerekli:
1. Türkiye, 15-20 milyon olduğu söylenen, kendi vatandaşları Kürtlerle barışmanın yollarını bulmalıdır. Devlet katında derin bir Kürt düşmanlığı, kin ve nefreti var. Bu kötü alışkanlıklar, gelenekler ve önyargılarla herhangi bir olumlu gelişmenin sağlanması mümkün değil. Bunların aşılması gerekli.
2. Yine devlet katında, Kürtlere, Kürtlerin hak ve hukuk arayışlarına karşı olmak koşuluyla, şeytanla bile işbirliği yapmak geleneği var. Terör ihraç eden İran ve Suriye gibi totaliter devletler, Hizbullah, Hamas, Iraklı terörist güçler... Türkiye tüm bu demokrasi düşmanı güçlere Kürtlere karşı olmak konusunda, kendi müttefikleri olarak görüyor, onları cesaretlendiriyor, Kürtlere karşı kışkırtıyor. Bunun terk edilmesi gerekli.
3. Devlet, Kürtlere ötekinin de ötekisi muamelesi yapmaktan vazgeçmeli artık. Kıbrıs'taki küçük Türk nüfusu için tam tamına bağımsız bir devlet isteyen Türkiye bu kadar geniş bir nüfusa sahip "kendi Kürtleri" için, kendi bölgelerinde, anadilleriyle eğitimi bile fazla görüyor. Türkiye, Iraklı Kürtlerin Türkmenlere verdiği hakların yüzde beşini bile "kendi Kürtleri"ne fazla görüyor. Bunun adalet, vicdan ve merhametle bir ilgisi var mı?
4. Türkiye; Kürtleri, bölgeyi ve tüm bir dünyayı aptal yerine koymaktan vazgeçmeli. Kendi vatandaşları ile diyalog kurmayan, onların hak ve hukukunu ayaklar altına alanların "Medeniyetler Diyalogu" teranelerine kim inanır? Yurtta sulhu, zor ve baskıyla vatandaşlarını tekleştirmek ve susturmak olarak anlayanların "yurtta sulh, cihanda sulh" sözlerine kim inanır?
Bu tür örnekleri olabildiğine çoğaltmak mümkün ama şimdi gereksiz. Sadece şunu belirteyim; başlıklar halinde sunduğum bu hakikatlerin gerisinde daha korkunç bir hakikat var; son yirmi yılda Türkiye'de 30 bin insan öldürüldü, 4500 köy boşaltıldı ve üç milyon insan topraklarını terk etmek zorunda bırakıldı.
Sonuç? Bu yaşananların hiçbirisi hiçbir sorunu çözmedi, yine aynı noktadayız; demokrasiye, insan haklarına ve özgürlüklere saygılı bir barış bir ortamı... Konumuz barış ve bu barışın esas yanarlından olan Kürtlere yönelik de, izninizle bir iki şey söyleyerek konuşmamı bağlamak istiyorum. Kanımca Kürtlerin de ciddi bir iç barış sorunu var. Ve içbarış sonuna ek, ciddi bir demokratikleşme, yenilenme, modernizasyon sorunu var. Demokrasiyi, insan hak ve özgürlüklerini isteyen Kürtlerin de kendi içlerinde demokratikleşmesi, yenilenmesi, insan hak ve özgürlüklerine saygılı olması bir zorunluluktur. Nasıl?
1. Her şeyden önce Kürt siyasi hareketi, hiç kimseyi dışarıda bırakmayacak biçimde, demokratik ve şeffaf bir birlik, bir ittifak oluşturmak zorunda.
2. Geçmişteki kavgalar, çelişkiler, huzursuzluklar bir yana bırakılarak, fark gözetmeden, toplumun tüm kesimleriyle bir barış, işbirliği mutabakatı sağlanmalı.
3. Türkiye'deki geniş demokratik, sol, sosyal demokrat ve liberal hareket ve güçlerle bir barış işbirliği zemini yaratılmalı...
Türkiyeli Kürtlerin ne yaptığını ve istediğini anlamayan dünya, sözünü ettiğim iç barış ve somut programı maalesef Kürtlerden bekliyor.
Evet, idealler, hayaller, arzular, umutlar. Ama bunların insani olanı; insanlığın şaşmaz özgürlükçe gelişimine uygun olanı; imkansızı imkanlı hale getirecek olanı.
Tüm insanlığı etkileyecek ciddi gelişmelere gebe yeni yüzyılda tercihimiz, bunlar olmalı bence. Elbette Türkiye'nin yapacağı tercihler de bu yönde olmalı.
İki gün boyunca Türkiye'ye ilişkin barışın en ciddi konularını, en yetkin isimlerle konuşan ve tartışan konferansımızı bir başlangıç olarak görüyorum; tıpkı yeni yüzyılımız gibi.
Daha çok işimiz var, yolun henüz çok başındayız. Umutlarımızı gerçekleştirmek dileğiyle hepinize başarılar dilerim. (MU/TK)
* Mehmed Uzun'un metni, Birgün gazetesinde 15 Ocak'ta yayınlandı.