Aşk devrimcidir;
insanın algı ve hislerini düşsel menzillere değdirir.
Aşka dair beş tanım:
1- Bir devrimcinin sahip olduğu en önemli özellik aşktır (Che)
Gerçek aşka, yani yaşamın en anlamlı içeriklerle dize dize şiirleştirilmesine dair Ernesto "Che" Guevara'dan öğreneceğimiz çok şey var.
Che ile yaptığı röportajda Gazeteci Lisa Howard, “Bir devrimcinin sahip olduğu en önemli özellik nedir?” diye sorar. Che, “Aşk” diye yanıtlayınca, Howard şaşırır ve tekrar etmekten kendini alamaz.
Aşk?
Che’nin ikinci yanıtı, aşktan ne anladığının da ifadesidir: "İnsanlık aşkı, doğruluk ve adalet aşkı. Bunları taşımıyorsa benliğinde, gerçek bir devrimci değildir o."
Che, “Gerçek devrimciyi yöneten büyük aşk duygularıdır” derken, aşkı bireyselleşmenin dar kalıplarından çıkarır ve içeriği itibariyle toplumsallaştırır. “Sevgili dediğin güzelliğiyle seni kendine aşık eden değil, sana kendin olabilme şansını verendir,” derken de aynı gerçekliği bir başka bağlamda ifade eder.
Gerçekte Che’nin aşkı bir yaşam biçimi olarak gören ve devrimcilikle özdeşleştiren duruşu, Sokrates’te ifadesini bulan “kendini bilme” halidir; Che’nin bizzat kendisi, yaşamın kılcallarına dek müdahale eden ve yön vermek için her yola başvuran egemen güçlere karşı itirazın, bilinen ve akla ilk gelen en güzel öznelerinden biridir.
Che, “Bir şeyi yapmak için onu çok sevmelisiniz. Bir şeyi sevmek için ona delice inanmalısınız” derken, duygu-irade diyalektiğine işaret eder. Che’nin hayatının her karesinde izlerine rastladığımız bu duruşu, yaşamında devrim yapmak ile toplumsal devrim için mücadelenin nasıl bir ve aynı anlamlar taşıdığının işaretidir; bireyden topluma uzanan aşkın diyalektiğidir.
2- Aşk bir tutumdur, bir kişilik yapısıdır (Marx)
Marx’ın, 1844 Felsefi Elyazmaları’nda yer alan ve genişletilmiş bencillik yerine bir yaşam biçimi olarak aşka işaret ettiği ifadesi tam olarak şöyledir: “Sevgi yalnız bir insana bağlılık değildir. Bir tutumdur. Kişinin yalnız bir sevgi nesnesine değil, bütünüyle dünyaya bağlılığını gösteren bir kişilik yapısıdır. Kişi yalnız bir tek kimseyi seviyor, başka her şeye karşı ilgisiz kalıyorsa sevgisi sevgi değil, genişletilmiş bencilliktir.”
Her şeyin hazırının emek harcanmadan tüketildiği, “fast food” eğilimlilerin sabırsız dünyasında, aşkın kişisel birkaç ritüele indirgendiği, hatta 14 Şubat’ta olduğu gibi tüketim çılgınlığı içinde tüketilen bir öğeye dönüştüğü koşullarda, zaman aşımına uğramamış olan Marx’ın ifadeleri, aşkı sabırla ve emekle ilişkilendiriyor ve deyim yerindeyse, kollarımıza tüm halkın sığdığı bir aşk tanımı yapıyor.
Kapitalizmi “insanlık öncesi son toplum biçimi” olarak tanımlayan Marx, “Aşk insanı yeniden insan yapıyor” diyerek, kapitalizme itirazla ve yeniden insanlaşmayla aşkın ilintisini kuruyor. İnsanlaşma ve güzelleşme yolundaki bu mücadelenin nasıl bir emek gerektirdiğini Michelangelo’nun, “Mermere sıkışmış bir melek gördüm. Ve onu özgürlüğüne kavuşturuncaya dek mermeri oydum” biçimindeki sanatsal tanımında bulabiliriz.
3- Aşk ideolojilerin yansımasıdır (Alexandra Kollontai)
Alexandra Kollontai*, yıllar öncesinde yaptığı değerlendirmede “Bugünün insanı olabildiğince egoist ve kendini sevmektedir; bundandır ki, bugünün insanının bir başkasını gerçek anlamda sevmesi ve bir başkasına aşkla bağlanması mümkün değildir,” der.
Kollontai, sınıflı toplumlar tarihinin insanların sevme kapasitesini azalttığını düşünüyordu. Bulduğu çözüm, toplumun sevme kapasitesini tekrar arttırmaktı. Bu bağlamda insanlığın önünü açacak gerçek aşkın, görme ile sevme arasındaki uyumla gerçekleşeceğini söyledi.
Sevginin güzellik, güzelliğin emek gerektirmesi biçimindeki genel doğrular, Kollontai’de sınıfsal temel üzerine oturur. Ona göre aşk, her toplumsal pratik gibi ideolojilerin yansımasıdır; ideoloji, gelişmişliği oranında emek kavramını içine alır. Ve bu kavramın içi dolar. Tersine, egemen ideolojiyle uzlaşıldığı ölçüde kavramın içi boşalır.
Günümüzde aşk adına kurulan ikili ilişkilerin, iki metayı bir araya getirircesine sistemi yeniden ürettiği, mülkiyet basamaklarından mutsuzluğa doğru kol kola yürümelerin çoğaldığı koşullarda, Kollantai’nin sınıfsal yaklaşımı, sorunun nasıl tanımlanması ve çözümün nerede aranması gerektiği bağlamında öğreticidir.
4- Aşk iki kişiliktir (Ataol Behramoğlu)
Evet, aşk iki kişiliktir; iki beden, iki akıl, iki yürektir. Her beden, bir toplum; her akıl, düşünsel bir derya, bir değerler toplamıdır. Her yürek, bir sevgi deryası, moral pompalayan bir kaynaktır.
Sevgili kucaklandığında, bir toplum kucaklanıyorsa; o beden genelde halk, özelde yoldaşlık toplamı demek olan örgüt/parti ise; o zaman aşkın iki kişilik olması, aşkı daraltmaz, bireycileştirmez; iki kişi dışında kalanlara karşı bir duvara, bir yabancılaşma zeminine dönüşmez. Kısacası önemli olan o iki kişilik yaşamın nasıl bir paylaşımın üzerine oturduğudur; gönüllerin kapılarını birbirine hangi değerler için açtığıdır. Bu bağlamda iki kişilik enerjinin, yaşamda sinerjiye dönüşmesi de karşıt kutuplar halini alıp birbirini tüketmesi de mümkündür.
Şairin dediğine ek yaparak söylersek;
Aşk, iki kişilik yaşam yoldaşlığıdır; hayatın tüm patikalarını aynı yolda buluşturur.
Aşk, iki kişilik bir yoldur; doğru yürünürse sonsuzluğa dek uzanır.
Aşk, iki kişilik bir toplumdur; biri diğerinin yanında bütün bir halkmış gibi durur.
Aşk, iki kişilik toplumsal bir barikattır; hem direnci hem sevinci barındırır.
5- Sonuç yerine; kapitalizm koşullarında aşk devrimcidir
Kapitalizmin, insanları birbirinin kurdu haline getiren; kuşkuyu, rekabeti, pazarlığı ve birbirinden faydalanma güdüsünü ilişkilerin odağına oturtan ve zifiri bir bencilliği, insanca öğelerin üzerine koyu bir gölge gibi düşüren özelliği insana karşıdır. İnsanlar arası ilişkilerde tarafların en insan yanları üzerine bina edilen ve insana ruh güzelliğinin en rafine biçimini kazandıran aşk, bu nedenle -özünde- kapitalizmle bağdaşmaz. Kapitalizm koşullarında, insanlar arasında zoru başararak gerçekleşen aşklar, gerçekte insanların kapitalizme rağmen ürettikleri bir güzelliği ifade eder.
Yoldaş sevgiliyle yaşanan aşklarda taraflar, birbirinin sınırını değil özgürlüğünü oluşturur. Yaşamın bütünüyle paylaşıldığı; sevginin, hareketten doğaya, dostlardan insanlığa dek geniş bir yelpazede karşılık bulduğu durumlarda, sevgililer arasındaki bağ zayıflamaz, aksine güçlenir. Özeldeki sevgiden genele ve genelden tekrar özele doğru akan duygu ve heyecan dalgaları taraflara, bir evin alanına sığdıramayacakları kocaman bir dünya kazandırır. (MY/HK)
* Alexandra Kollontai (1872-1952), Sovyetler Birliği Norveç Elçisi (1926), Sovyet hükümetindeki ilk kadın bakan. "Kadın Hareketinin Sosyal Tabanı" (1909), Rusya'da Kadın İşçi Hareketinin Tarihi" (1920, Evlilik İlişkilerinde Komünist Ahlak Tezleri" (1921)