Hacettepe Üniversitesi Psikiyatri bölümünden Doç. Dr. Koray Başar, çocuk ve ergenlik dönemindeki LGBTİ+’ların yaşadıkları sorunları ve çözüm önerilerini bianet’e anlattı.
“Bedensel özelliklerimiz ikili cinsiyete uymuyor”
Bir çocuk kendisinin "cinsiyet farklılıklarını" fark ettiğinde neler yaşar?
Buna isterseniz şöyle başlayalım, “Bir çocuğun cinsiyetini fark etmesi” ne demek? Kişi cinsiyetini ne zaman, nasıl bilir? Dahası bunu ne belirler? Hemen de şunu ekleyeyim; bu soruların cevabı herkeste benzer, ama aynı zamanda herkes kendine özgü bir şekilde deneyimliyor. Tüm soruların yanıtlarını da bilmiyoruz.
Uzun bir süre pek çok farklı toplum bu soruların yanıtlarını biliyor gibi yaptı, tıp da aynı yolu izledi. Bu bilinmezliğin yerini kaplayan düşünce cinsiyetin ikili kabul edilmesiydi. Bu düşünceye göre cinsiyet üreme organları üzerinden tanımlanabilir, hatta tanımlanmalıdır.
Dolayısıyla doğduğunuz sırada da, ergenlik ve erişkinlik döneminizde birileri, bu hekimler de olabilir, üreme organlarınıza bakarak hangi cinsiyetten olduğunuza karar verdiğinde, erkek ya da kadın olarak size bir cinsiyet tayin ettiğinde cinsiyetiniz budur.
Doğduğunuzda sizin yerinize yapılan bu atamanın o derece “doğal”, “kendiliğinden”, “normal” olduğu düşünülür ki sizin bundan farklı, bununla örtüşmeyen bir cinsiyetiniz olduğunu fark etmeniz beklenmez. Toplum içinde cinsiyet tayini sadece kimlik kartınızda ifade edilen bir özellik değil, bunun ayrıntısına girmem gerekmez, ama hangi cinsiyettenseniz o cinsiyet rolünü, o cinsiyetle ilgili beklenen görünüm, giyim, davranış özelliklerini sergilemeniz beklenir. Bu kabullerin hemen hemen tümü yanlış, tümü bu toplumdaki herkesi cendereye alan düşünceler.
Örnek verir misiniz?
Örneğin üreme organlarına bakıldığında herkes tıbbın “normal” kabul ettiği erkek ya da kadın özellikleriyle doğmaz. Bedenimizin doğmadan önceki gelişimi, üremeyle ilgili özelliklerimiz açısından geniş bir çeşitliliğe imkân verecek şekilde bir farklılaşma sürecini içerir. İşte bugün bilindiği kadarıyla bin çocuktan17'si, yaklaşık 200'de 1'i yani, bedeninin bazı özellikleri tıbbın beklediği şekilde erkek ya da kadın cinsiyete dört dörtlük uygun olmayacak şekilde farklılaşıyor. Bazen cinsiyetin tayin edilmesine imkân vermeyen, bazense cinsiyetten beklenenden ‘farklı’ bedensel özelliklerin fark edildiği gelişim seyrini izlemiş kişiler kendilerine “interseks” diyorlar. Cinsiyetin ikili anlaşılması nedeniyle doğdukları andan itibaren toplum ve tıbbın elbirliğiyle hayatını zora soktuğu bir grup bu.
Oysa hiçbirimiz bedensel tüm özelliklerimiz açısından kadın/erkek ikiliğine uymuyoruz; kimimiz erkek ve daha az kıllı, kimimiz kadın ama sesi kalın. Bedensel özelliklerimiz ikili cinsiyete uymuyor. Kendimizi uydurma çabamız ya da uymamız için bize uygulanan baskı yaşamın her döneminde bizi zora sokuyor. Ancak intersekslerde durumun fark edilmesinden itibaren, çoğu zaman kendilerinin dâhil olmadığı karar verme süreçleriyle sürdürülen tıbbi işlemlerin uzun vadede bedensel, ruhsal olumsuz sonuçlarını artık biliyoruz.
‘Yalnız hissetmelerinin sorumlusu tüm toplum’
Koray Başar
Bu nedenle geri dönüşü olmayan tıbbi işlemlerin, yaşamsal gereklilikler olmadıkça, ertelenmesi güncel tıbbi öneri. Ama bunun ötesinde kişinin kendisiyle ilişkisiyle, ailesinin tutumuyla, toplum içinde bu kimliğe sahip olmasıyla ilgili güçlükler sadece bu işlemlerle sınırlı değil. Herkesin ‘evrensel’ kabul ettiği temel bir özellik açısından “bozuk”, “tuhaf”, “yalnız” hissetmelerinin sorumlusu tüm toplum, üstesinden gelinmesi de oldukça meşakkatli.
LGBTİ’nin İ’si sıklıkla konuşulduğundan çok daha fazlasının söylenmesi ve yapılması gereken güçlükler yaşıyor. Cinsiyetimizin zihnimizde şekillenmesiyle birlikte, bu cinsiyetle kimi bedensel, ruhsal ve sosyal özellikleri ilişkilendirmeye başlarız. Cinsiyetimizle ilgili bu süreç zihinsel gelişimimizle, sosyal çevremiz ve etkileşimimizle şekillenir.
Kişinin kendini hangi cinsiyetten gördüğü, benliğini, ruhunu hangi cinsiyetle tanımladığı ya da tanımlamadığı, yani 'cinsiyet kimliği' sıklıkla yaşamın erken döneminde, sıklıkla üç yaş öncesinde şekillenip beliriyor.
Cinsiyet kimliği üreme organlarıyla belirlenmiyor. Her toplumda, kültürde, ailenin eğitim düzeyi, dini inancı veya siyasi görüşü ne olursa olsun, ailenin yapısı, ebeveynin birbiriyle ve çocukla ilişkisi nasıl olursa olsun çocukların cinsiyet kimlikleri doğduklarında tayin edildikleri cinsiyetle örtüşmeyebiliyor. Bu çeşitlilik ne icat edilen, ne başka kültürlerden ithal edilen, ne iradeyle karar verilen bir durum, insanlarla ilgili olağan bir çeşitlilik.
Öyle ya Türkiye’de yaşayan bir erkeğin, erkek olmayla hangi bedensel özellikleri ilişkilendirdiğiyle Finlandiya’da yaşayanınki aynı değildir. Ya da toplumsal cinsiyet eşitliğine özen gösteren bir ailede yetişen bir kadının kadın olmakla ilgili zihninde şekillenen davranış özellikleri, erkeği daha üstün gören bir kültürde yetişenle aynı değildir.
Sonuç olarak cinsiyet kimliğiyle ilgili çeşitliliğe, her bir cinsiyetle ilgili kişinin zihninde o cinsiyetle ilgili oluşan bedensel ve sosyal özelliklerin çeşitliliğini de eklemek gerekir. Toplumsal cinsiyet denildiğinde, sanki bunun toplumca uzlaşılmış, değişmez ve örtüşmez bir ikiliğe, evrensel bir “erkek” ve “kadın’”a işaret ettiği sanılsa da, bunun böyle olmadığını açıkça biliyoruz. Kişinin cinsiyetini kendi zihninde şekillenen özelliklerle, toplumsal, kültürel bağlamda dışa vurma biçimine cinsiyet ifadesi diyoruz.
Çocuk LGBTİ+'lar...
Ailesinden, çevresinden, arkadaşlarından, kreşten başlayarak öğretmenlerinden aldığı tepkiler çocuğa kendisinde bir farklılık olduğunu hissettirir. Yani aslında en yakınlarından, yanında en güvende hissetmeyi beklediklerinden farklı, tuhaf, hatta yanlış olduğu mesajı verilir. Bu mesaj bazen bakışla, gülüşle, satır arasında imalarla, ama daha sıklıkla sözlü veya fiziksel şiddete varan uyarılarla, dışlanmayla kendini gösterir.
Ruhsal gelişimin bu erken ve kritik döneminde bu mesajlar oldukça incitici olabilir, çocuğun benlik saygısının gelişimini olumsuz etkileyebilir. Kendisi olduğunda, içinden geldiği şekilde davrandığında, kendini gizlemediğinde en yakınları başta olmak üzere toplum tarafından, kendisine nasıl baktığına en çok önem verdikleri, ailesi ve arkadaşları tarafından kabul edilmeyeceği, sevilmeyeceği, hor görüleceği, dışlanacağı, şiddet göreceği endişesi yaşar.
“Dillendirilmeyen bir sır olarak kalabilir”
Ya da tersinde aileler çocuklarında farklılıklar gözlemlediklerinde.. Mesela biyolojik olarak kız olarak doğmuş ama kendini daha çok oğlan gibi ifade ediyorsa çocuk aile bu anlamda ne yapmalı? Çocuğa nasıl destek olabilir?
Ebeveynin çocuğun cinsiyetiyle, cinsiyetle ilgili özellikleriyle ilgili beklentisi çocuk doğmadan çok önce başlar. Bu beklenti aslında sadece çocukluk dönemiyle sınırlı da kalmaz, yıllar içinde ayrıntılanır, çeşitlenir. Birçok etken bu beklentide, tasarımda rol oynayabilir; ama çocuğun cinsiyet kimliği ebeveyn tarafından bilinmemektedir.
Genel yaşamında toplumsal cinsiyetle ilgili tutumu ne olursa olsun anne babaların büyük çoğunluğu bu beklentileri doğumda tayin edilen cinsiyet üzerine kurar; bazen daha sıkı, bazen daha gevşek ve çeşitliğe imkân verir biçimde. İşte çocukluğun erken döneminde çocuğun tayin edildiği cinsiyetle uymayan cinsiyet ifadesi bütün bu senaryoyu sarsabilir. Beklenenden sapma geleceği kestirememeyi beraberinde getirdiği gibi, toplumda hoş karşılanmayacak, mutsuz edecek bir kimliğin gelişimiyle ilgili yoğun endişeler duymayı da sağlar.
Çocuklar, erişkinlere benzer şekilde cinsiyet ifadesi açısından geniş bir çeşitlilik gösterirler ve bir bölümü toplumun cinsiyetle ilgili beklentilerine uymaz. Çocuğun cinsiyet ifadesi kendi başına doğrudan cinsiyet kimliğine de cinsel yönelime de işaret etmez. Burada asıl mesele çocuğun cinsiyet, cinsiyet kimliği ve ifadesi ya da cinsel yönelim açısından farklı olması ve bunu fark etmesi değil, ona bu özelliklerinin bir sorun olduğunun hissettirilmesidir.
Beklemediğimiz, nasıl tepki vereceğimiz bilmediğimiz birçok soruna verilen tepki burada da ortaya çıkabilir: durum görülmeyebilir ya da herkesin bildiği ama dillendirmediği bir sır olarak kalabilir. Ancak bazen ebeveyn, bazen yakın çevre, bazen bir öğretmen bunu sorun olarak görüp müdahale etmeyi düşünebilir. Cinsiyet ifadesi çekirdek cinsiyet kimliği ekseninde toplumsal bağlamda şekilleniyor olsa da, ebeveyn, öğretmen, psikolog ve psikiyatr eliyle şekil verilebilen bir yönümüz değildir.
Çocukluk döneminde cinsiyetinden hoşnutsuzluk sadece cinsiyet ifadesiyle değil kimlikle ilgili de çocuk tarafından ifade edilebilir. Yani çocuk doğrudan ve ısrarla, örneğin kız olmadığını, ona Ayşe değil Ahmet denmesini istediğini söyleyebilir. Bu durumda da cinsiyet kimliğinin ne çocuğun ne de ailenin belirlemediği, belirleyemeyeceği bir özellik olduğunu akılda tutmak gerekiyor. Cinsiyet kimliği ve ifadesinin ailenin iyi veya kötü eğitim vermesiyle ilgisi yoktur.
İyi eğitimin kişiye kendisinde derin bir sorun, bozukluk olduğunu, başkaları onu kabul etsin diye olmadığı gibi davranmak zorunda olduğunu hissettirmek gibi bir amacı olamaz.
Böyle çabaların, cinsiyet ifadesini ve kimliğini yönlendirmek üzere şunu model alsın, bununla oynamasın, şununla daha çok vakit geçirsin gibi ceza veya ödül yöntemleri de içeren girişimlerin kişinin benlik gelişimine katkısı olmadığı gibi, uzun vadede ruhsal ve sosyal zorluklar yaşamasıyla ilişkisi olduğu gösterilmiştir.
‘Cinsel kimlik öyle desteklenebilecek, kösteklenebilecek bir yönü değil insanın’
Böyle söylediğimde sizin verdiğiniz örnekteki ebeveyn veya çevresi diyecektir ki ‘bırakalım da doğumda kız tayin edilmiş bu çocuk, trans erkek mi olsun?’. Bunun kendisi için ne anlama geldiğini değil, çocuğun yararını düşünen bir anne baba dahi çocuğunun maruz kalacağı düşündüğü zorluk nedeniyle bunu sorabilir.
Benim önerimin birkaç yönü var. Çocuğun kendisi dillendirmeden sadece cinsiyet ifadesine bakarak onun cinsiyetiyle ilgili varsayımda bulunup hareket ediyorsak, bunu bırakalım. Sanki çocuğu istersek trans erkek, istersek ve çok çaba sarf edersek kadın kılabiliriz diye düşünüyorsak, bunu da bırakalım. Ama çocuğu bırakmayalım, çocukla ebeveyninin ilişkisini bırakmayalım. Çok yenilikçi bir şey söylemiyorum aslında, çocuğu dinleyelim, anlayalım diyorum.
Çocuğun böyle davranmasının, söylemesinin altında başka bir zorluk, zorlanma, onunla veya ailesiyle ilgili bir gelişme mi var, bakalım. Bunu anlayıp çocuğa destek olmaya çalışalım. Ani bir gelişme veya değişiklik değil adım adım seyreden bir gelişim mi görüyoruz? O zaman çocuğun kimliğinden bağımsız olarak, bu durumda asıl zorluğu yaşayanın çocuk olduğunu, asıl tehdit altında hissedenin o olduğunu unutmamamız gerekiyor.
Bu durumda çocuğu daha yalnız, daha tuhaf ve desteksiz bırakmak, bu nedenle ailesiyle ilişkisinin bozulmasına neden olmak yapılabilecek en yanlış hamle gibi duruyor. Çocuğa nasıl hissederse hissetsin sevileceğini, ailesinin yanında duracağını göstermek çocuğun trans ya da eşcinsel olmasını desteklemek sanılıyor.
Hayır, cinsel kimlik öyle desteklenebilecek, kösteklenebilecek bir yönü değil insanın. Türkiye toplumunda aile sosyal desteğin önemli kaynaklarından biri. Sosyal destekten kastım, kişinin kendisinin önemsendiği, kendisiyle ilgilenilen, gerektiğinde yardım alabileceği sosyal bir çevrenin, iletişim ağının parçası olduğunu hissetmesi.
Ancak söz konusu olan LGBTİ+’lar olduğunda, aile kişinin olduğu haliyle kabul edilmesi, tanınması, sevilmesi için yoğun mücadele vermesi gereken, bazen de baskının, sözel ve fiziksel şiddetin, nefretin hâkim olduğu bir yapı haline gelebiliyor. Oysa ailenin çocuğun iyiliği için diye düşünerek toplumdan görmesini bekledikleri tepkiye taraftar olmak yerine, onunla birlikte, onun için mücadele etmesi gerekir.
“Çocuğun yargılanmadığı, korunduğu bir ortamı öneriyorum”
Zor olmaz mı?
Bu tutumu sergilemek aile için zor, zira onlar da bunun aksini düşündürtecek bir toplumda yetiştiler. En iyi ihtimalle çocuklarının geleceğiyle ilgili, zarar görmesiyle ilgili yoğun endişe içindeler. Bazen çocuklarıyla ilgili çok yoğun korku, endişe hissettiklerinde, ellerinden gelen bir şey olmadığında ailelerin bunu öfke şeklinde çocuğa yansıttıklarını görürüz. Bunun işe yaramadığını içlerinde anne babalar da bilirler ve sıklıkla pişman olurlar yaptıklarına. Bu durumda da pek çok aile bir sürecin sonunda çocuğun yanında yer alabiliyor.
Çocuğun yanında olmak, önünde gitmek, onu yönlendirmek değil. Yani nasıl ki doğumda tayin edilen cinsiyetle ilgili sarsılmaz beklentiler çocuğu ve aileyi zorluyorsa, bu beklenti sarsıldığında hızlıca başka bir beklentiye dört elle sarılmak ve çocuğun ifade ettiğinin ötesinde bir cinsel kimliği ve ifadeyi ona giydirmeye çalışmak da doğru değil.
Çocuğun hızında, çocuğun yargılanmadığı, dışlanmadığı, hırpalanmadığı, olabildiğince korunduğu bir ortam için mücadele etmek, yanında olmak benim önerdiğim.
'Bu çocuğu siz böyle yaptınız mesajı ilişkiyi hasara uğratıyor'
Bu süreçte hem çocuğun hem de ailenin ruh sağlığı uzmanlarından destek alması gerekebilir. Bu konuda çocuk yaş grubuyla, cinsel kimlik gelişimiyle ilgili eğitim ve deneyimi olan uzmanlardan destek alınmalıdır. Bu dönemde kimi uzmanların, daha çok da uzmanı olmadıkları halde kendini böyle tanıtanlardan, kapsamlı bir değerlendirme yapmadan, peşin hükümlerle, ailenin yetiştirme biçimiyle ilgili öneriler verildiğini görüyoruz. Bu da şu mesajı verip ebeveynle çocuğun ilişkisini hasara uğratıyor: ‘bu çocuğu siz böyle yaptınız’.
Dahası cinsiyet ifadesi ya da kimliği şekillendirmeyle ilgili önerilenler bekleneceği gibi işe yaramadığında: ‘siz yeterli olmadığınızdan böyle kaldı’. Bunlar ailenin haksız bir şekilde suçlanmasına ve çocuklarına destek olabilecek güçlerden yoksun bırakılmasına neden olabilir.
Yani önerim ailenin karşılaştığı bu krizi çocuğu feda etmeden, çocuğun yanında hareket ederek, büyük ölçüde ailenin işlevselliğini arttırarak atlatmasını sağlamak. Krizin bu şekilde yönetilmesi çocuğun kendini tanıma, ifade etmesiyle ilgili sürecini, sonuçta ergenlik ve erişkinlikte nasıl devam ederse etsin yalnız kalmayacağına inanarak, benlik saygısı zedelenmeden, zorlukla başa çıkma kapasitesini arttırarak geçirmesine yardımcı olacaktır.
Bu sürecin sonunda ergenlikte belirecek cinsel kimlik özellikleri önceden belli olmadığı gibi, herhangi bir sonlanım da diğerinden daha sağlıklı, normal veya üstün değil.
Ailenin bu belirsizliğin üstesinden gelmek ve çocuğu nasıl koruyup yanında nasıl duracaklarıyla ilgili desteğe ihtiyacı olabilir. Burada ruh sağlığı uzmanlarına önemli görevler düşüyor. Bunun yanı sıra ailenin benzer deneyimleri olan ailelerle teması da çok etkili sonuçlar verebiliyor. Birçok şehirde düzenli şekilde bir araya gelen LGBTİ+ aile grupları bu dönemde destek ve dayanışma için önemli bir kaynak.
“LGBTİ+ ergenlerde kendine zarar verme daha yüksek”
Özellikle ilk ergenlik sürecinde cinsiyet farklılıklarını anlayan gençler ne gibi sorunlar yaşıyor?
Cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim nasıl yaşanır, nasıl gelişir diye bakıldığında, bunların trans ve trans olmayan, heteroseksüel ve heteroseksüel olmayan gruplar arasında temelde farklı olmadığını görüyoruz. Aslında her insan kendi cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimini kendi bilir, bunun herkes için geçerli yaşla ilgili bir eşiği, sınırı yoktur.
Ancak eşcinsel, biseksüel, trans iseniz ya da kendinizi cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ile ilgili toplumun sizden beklediğinden farklı bir yerde görüyor, böyle olduğunuzla ilgili kendinizi sorguluyorsanız, bu özelliklerinizi adlandırmanız ve başkalarıyla paylaşmanız, dışa vurmanız zaman alıyor. Açılma süreci denilen bu kendini sorgulama ve keşif döneminin sorumlusu cinsel kimliklerin kendisi değil, cinsel kimlikle ilgili bu seçeneklere toplumsal olumsuz tutumların çocuğu ve ergeni içine düşürdüğü zorluk. Oysa kimliğin tanındığı, donatıldığı, kurulduğu çocukluk ve ergenlik dönemlerinde LGBTİ+ olsun olmasın her insanın kendisi olarak değerli, sevilebilir olduğunu görmeye ve mutlu olabileceğine inanmaya ihtiyacı var.
Ergenlik dönemi bedende cinsiyetle ilişkilendirilen birçok değişikliğin art arda yaşandığı bir dönem. Bu da cinsiyetinden hoşnutsuzluk duyan bir ergen için yaşadığı zorluğun katmerlenerek artması demek.
Biraz önce sorduğunuz örnekten ilerlersek, doğumda kadın tayin edilen bir erkek, menstürasyon veya meme gelişimi ile bedeninin benliğinden farklı yönde gelişmesinden ciddi rahatsızlık duyar. Aynı durum, doğumda erkek tayin edilen bir kadının yüzünde sakallar çıkmaya başlaması, sesinin kalınlaşmasıyla da yaşanır. Hepimizin cinsiyet kimliğimizin bizim zihnimizde karşılık geldiği bedensel özelliklere sahip olmayı beklediğimizi söylemiştim.
Ergenlikle birlikte cinsiyetinden hoşnutsuzluk yaşayan kişide bu konuda ciddi sorunlar ortaya çıkar. Bu gelişmeler, kişinin isterse kimse fark etmesin, görmesin, yedi gün yirmi dört saat rahatsız hissetmesine neden olabilir. Ama daha kötüsü, hormonlarla gerçekleşen, ikincil cinsiyet özellikleri dediğimiz bu değişiklikler dışarıdan da fark edilir.
Fiziksel değşiklikler...
Dolayısıyla o zamana kadar cinsiyet ifadesini cinsiyeti doğrultusunda kurabilmiş kişi bile toplumda hissetmediği bir cinsiyetle ilgili muamele görmeye başlar. Bu durumda örneğimizde menstürasyon çok ciddi ruhsal sıkıntılarla, belli olmaması, duyulmaması, fark edilmemesi için çabalarla, okula gitmemek, evden çıkmamakla karşılanabilir.
Memelerin belli olmaması için kambur durmaktan, kilo vermeye ya da çok kilo almaya, daha sıklıkla da göğsü sıkıca sarmaya kadar çeşitli yollar denenebilir. Eğer cinsiyet kimliği zihninde netleşmişse, bu değişiklikler gün gün arzu ettiği bedenden uzaklaşmayı, geri dönüşü olmayan bir yolu kat ettiğini hissettirebilir. Ya da bu değişikliklerin geri dönmesi için gereken tıbbi işlemlerin kaygısını sırtına yükler.
Daha önce cinsiyetle ilgili ergen kendine dönüp bakmamış ya da bu sorulardan kaçınabilmişse, ergenlikle birlikte bununla yüzleşmek zorunda kalır. Cinsiyet kimliğinin kabulü trans kişiler için de gelgitli olabilir.
Bunun değişmesi için çaba sarf edebilir, ikincil cinsiyet özellikleri ya da hissetmediği halde bir cinsiyetin dışa vurulmasıyla kendini değiştirmeyi deneyebilir. Bu sırada anlaşılmak fark edilmek kaygı verici olabilir. Kişinin hissettiği cinsiyetin iradeyle değişmesi söz konusu değil, dolayısıyla sonuca varmayan bu girişimler ve bunu beceremiyor olmanın eklenen yükü ciddi bir zorluktur.
Kendisi dışındakilere cinsiyetini göstermek, o şekilde kabul görmek için mücadele etmek, ergenlikte zaten devam eden kimlik mücadeleleri içinde ön sıralara geçer. Kimlikle ilgili benzer bir süreç cinsiyetle ilgili değil, cinsel yönelimiyle ilgili kendini sorgulayan ergen için geçerlidir.
Ergenlik kendi başına güçlükleri, üstesinden gelinmesi gereken görevlerle dolu bir dönemken bir LGBTİ+ için bunlara hayatın hemen her alanında dışlanma, ayrımcılık ve şiddet, kendini görünmez kılma çabası, gizlenme, bunu başarsa bile her şeyin pamuk ipliğine bağlı olduğunu hissettiği bir diken üstünde hal eşlik eder.
Tüm bu yükler LGBTİ+ ergenlerde toplum genelinden çok daha sık ruhsal ve bedensel hastalıkla ilişkilidir. LGBTİ+ ergenlerde intihar girişimi heteroseksüel ergenlerden 2-3 kat, translarda 5-6 kat daha sık görülüyor. Benzer yüksek oranlar kendine zarar verme davranışı için de geçerli.
Tüm bu sağlık sorunlarının kimlikle değil, içinde bulunulan toplumdaki damgalama ve ayrımcılık düzeyiyle, kişinin şiddet deneyimiyle ilişkili olduğunu biliyoruz. Örneğin trans ergenlerde kendi belirlediği isimle kendisine seslenilmesi, tayin edilen değil hissettiği cinsiyete uygun tuvaleti kullanabilmesi durumunda intihar girişimi riskinin daha az olduğunu gösteren çalışmalar var.
‘Ailenin ilk dönem tepkisi zor ama değerli’
Çok karanlık bir tablo çizdiğimin farkındayım. Kendisi deneyimlemese bile bu tabloyu gören bir LGBTİ+ ergenin en önemli zorluklarından biri de geleceğe dair, bu tablonun dışında bir yaşam ihtimaliyle ilgili umutlanmanın güçlüğüdür. İşte bu karanlığın dermanı sıklıkla kendine benzer sorunlar yaşayan kişilerle bulunur.
Yalnız olmadığını, yalnız kalmayacağını, "bir ihtimalin daha olduğunu" fark eder böylelikle. Dahası kimliğiyle ilgili açıldıkça kendini olduğu gibi kabul eden, onunla mücadele eden kişiler biriktirir etrafında. Ailenin ilk dönem tepkisi zordur ama sonra desteği çok değerlidir.
Bu kadar güçlükle mücadeleyle geçen çocukluk ve ergenlik, bunlarla başa çıkmayı da sağlayan psikolojik dayanıklılık geliştirmeyi sağlayabilir. Bunda aile ve kendine benzer zorluklar yaşayan arkadaşların desteğinin, toplumda LGBTİ+ görünürlüğünün katkısı çok büyüktür.
Dizide veya sosyal yaşamda LGBTİ+ görmek kimsenin cinsel kimliğini etkileyip kafasını karıştırmaz; aksine LGBTİ+ ergene tünelin ucundaki ışığı gösterir, kendi olma, olabilme gücü, güveni katar.
Özellikle okullarda ergen LGBTİ+’ların okullarda zorbalıkla karşılaştığını söyleyebilir miyiz?
Kesinlikle. Ergenlik cinsiyetle ilgili özelliklerin keskinleştiği bir dönem, bu nedenle birçok ergen için kendilerine ve başkalarını cinsiyetlerine ne kadar uyduklarını göstermenin bir yolu, bu cinsiyetlere uymayanlara işaret etmek, dışlamak, hor görmek olabiliyor. Sadece trans ergenler değil, hatta sadece LGBTİ+ ergenler değil, cinsiyet rollerini dört dörtlük ifa etmeyen herkes zorbalığa maruz kalır.
Ancak gruplar arasında şiddeti, sıklığı farklıdır. Trans ergenler diğerlerinden dezavantajlıdır; ikili cinsiyete uymayan, nonbinary ergenlerin bu açıdan daha da zor durumda olduklarını çalışmalar gösteriyor.
LGBTİ+ ergenler öğrenciler tarafından sergilenen, öğretmenlerin bazen maalesef sadece seyrettikleri ya da katıldıkları sözlü, fiziksel ve cinsel şiddete maruz kalabilirler. Bu korkuyla okula gitmeme, devamsızlık, kötü bir eğitim yaşamı geçirme veya eğitimini sürdürmeme nadir bir durum değil.
Bu sırada ergenlikle beliren bedensel cinsiyet özellikleri cinsiyet ifadesiyle örtüşmeyerek onu ele verip, hedef haline getirebilmektedir. Kendi olmaktan, cinsiyetini dışa vurmaktan geri adım attığında açıkça fiziksel şiddete maruz kalmıyorsa bile, kimliğinin tanınmaması, görmezden gelinmesi, inkar edilmesi önemli bir sistemli zorbalık biçimi.
Ergenlik dönemindeki LGBTİ’lere destek olmak için hangi kurumlara ne gibi görevler düşüyor?
Çalışmalarıyla gösterilen olumlu etkileri nedeniyle tıbbi kılavuzlarda yer alsa da, ergenliği baskılama yeterli eğitimi, deneyimi olan farklı tıp alanlarından uzmanların birlikte çalışabildiği merkezlerde, titiz bir değerlendirme ve izlemle, seçici şekilde, ailenin, eğitim kurumlarının işbirliği sağlanarak uygulanmalı.
Daha önemlisi bu yöntem ister uygulansın, ister uygulanmasın ruh sağlığı uzmanlarının bireye ve aileye destek sağlayabilmesi mümkün. Çocukluk döneminde cinsiyetinden hoşnutsuzluk halindeyse, tıbbi uygulamalardan ziyade, aileyi de içine alacak şekilde bütüncül bir yaklaşımla destek ve izlem önerilebilir. Sağlık kuruluşlarının ve sağlık çalışanlarının çocuğu, ergeni ve aileyi destekten mahrum bırakmaması gerekiyor.
Aslında ergeni çevreleyen her tür toplumsal yapıya görev düşüyor. Öncelikle ailelere. Ailelerin çocuklarının yaşadığı güçlüğü bir an önce görüp, kendi yaşadıkları zorluğun üstesinden gelip çocuklarının yanında, arkasında durabilir hale gelmeleri gerekiyor. Bunu bazen ruh sağlığı çalışanlarından, bazen LGBTİ+ aile gruplarından destek alarak yapabilirler.
Ulaşılabilir ve düzenli toplantılar yapan gruplar Ankara, İstanbul, İzmir, Denizli ve Antalya’da var. Ama en önemlisi çocuklarını dinlemeleri, anlamaya çalışmaları, onun zorlandığı yerleri, onun güçlü yönlerini görüp ittifak içinde olabilmeleri. Onun önünde veya onun yerine hareket etmek de değil.
Toplumsal zorluklar
Eğitimcilerin sadece cinsel kimlikle ilgili değil, tüm çeşitlilikler konusunda kapsayıcı eğitim ortamı sağlamakta ısrarcı olması gerekir. ‘Farklı’ olduğu ya da görüldüğü için hırpalanan çocuk ve ergenleri, diğerlerine uydurmaya çalışmak yerine, zorbalığı sonlandırmaya çaba sarf etmeleri, bunun için gerekirse diğer eğitimcilerle, diğer ailelerle mücadele etmeye hazır olmaları gerekiyor.
Başta ruh sağlığı uzmanları olmak üzere, sağlık çalışanlarının cinsel kimlikle ilgili kendini tanımaya, anlamaya çalışan, bu nedenle zorluklar yaşayan çocuk ve ergenlerle çalışırken yargılanmaktan ve şiddetten muaf, güvenli ortamı sağlaması gerekir. Bu süreçte hekimin ve psikoloğun varsayımlarla yola çıkmayan, destekleyici, güçlendirici bir tutum sergilemesi gerekir. En önemlisi de bilimsel dayanağı, etkisi olmadığı bilinen, etik olarak sorunlu kabul edilen cinsel yönelimi, cinsiyet kimliğini değiştirme, düzeltme girişimlerinden uzak durmalılar.
Günümüzde cinsiyet geçiş süreciyle ilgili tıbbi uygulamalar, kişinin reşit kabul edildiği yaşın öncesine, ergenliğin daha erken dönemlerine uzandı. Zira, çocukluktaki değilse de, ergenlikte cinsiyetinden hoşnutsuzluğu olan kişilerin neredeyse tümünde durumun erişkinliğe uzandığı uzun süredir biliniyor. Cinsiyetinden hoşnutsuzluğu olanlar için ergenliğin ciddi ruhsal ve toplumsal zorluklarla seyrettiğini konuştuk.
Son yirmi yıldır giderek yaygınlaşan biçimde ergenliğinde cinsiyetinden hoşnutsuzluğu olanlara ‘ergenliği baskılama’ bir seçenek olarak sunuluyor. Bu yöntemle kişinin doğumda tayin edilen cinsiyetine göre ergenliğin ilk ipuçları belirdikten sonra, cinsiyetinden hoşnutsuzluk sebat ediyorsa, ergen ve ailesi bazı tıbbi ölçütleri karşılıyorsa, hormonlarla ergenliğin ilerleyişi durdurulmakta, bedensel etkilerinin önüne geçilmektedir.
Uygulanan ilaçlar kesildiğinde ergenlik olağan seyrinde ilerlediği için bu girişim bir tedaviden ziyade, kişinin benimsediği cinsiyete uygun hormon tedavileri için karar verebileceği yetkinliğe ulaşıncaya kadar cinsiyet kimliği ve ifadesinin keşfine zaman tanımak üzere yardımcı bir uygulamadır.
En önemli avantajı ergenlikle beliren bedensel özelliklerle görülen cinsiyetinden hoşnutsuzluk artışı ve buna eşlik eden psikososyal sorunların önüne geçilmesi. Bu uygulama ile bunun sağlanabildiği izlem çalışmalarıyla gösterildi. Bunun yanı sıra bu yöntemle erişkin dönemde cinsiyete uyum için gerekli kimi cerrahi işlemlere gereksinim kalmayabiliyor; dahası ergenlikte gelişip geri dönüşümlü olmayan bedensel özelliklerden kaçınmak mümkün oluyor.
Toplumda ergenlerin işi zor ama LGBTİ+ olduğunu anlayan bir ergenlik dönemindeki gencin durumu çok daha zor olabilir. Destek almak için nereye başvurabilir?
Son yıllarda sağlık ve eğitim çalışanlarının hem eğitimleri hem de meslek örgütlerinin çabalarıyla bir ölçüde destekleyici yönde evrildiklerini görmek mümkün, ancak yeterli değil. LGBTİ+ların da, ailelerinin de, temel desteği dayanışmadan, benzer güçlükleri yaşayanlarla bir araya gelmekten, örgütlenmekten aldıklarını düşünüyorum. Neyse ki günümüzün iletişim imkanları, internet bu açıdan geniş imkanlar sağlayabiliyor.
LGBTİ+ olmanın ruhsal ve bedensel bir bozukluğa karşılık gelmediğini ne kadar vurgulasam az, ama halen sanıyorum en önemli profesyonel destek kaynağı ruh sağlığı çalışanları. Ancak hem ergenleri hem de aileleri bilimsel ve etik sınırlar içinde hareket eden uzmanlardan destek almaları konusunda uyarmalıyım. Kendi toplumsal değerlerini danışanlarına dayatan, bunu mesleki bir uygulama gibi sunan, dahası kişilerin ve ailelerin kaygı ve korkularını suiistimal eden kişilerin de olduğunu biliyoruz zira. Bu kişi ve kurumlardan uzak durulmalı.
Son olarak sizin eklemek istedikleriniz nelerdir?
Son günlerde ırkçılıkla ilgili vurgulanan bir meseleyi bu bağlamda vurgulamak gerekebilir. Ayrımcılığın daha kurumsal, yapısal olarak sürüyor olması, kişiler arası ayrımcılıklara zemin hazırlıyor, meşru kılıyor, zarar veriyor. Toplumsal yaşamın her alanında cinsel kimlik nedeniyle yaşanan ayrımcılığın önüne geçecek yasal düzenlemelerin yapılması, nefret suçlarının tanınması ve cezasızlığın son bulması gerekiyor. Bunlar toplumsal düzlemde atılması gereken adımlar.
Yıllardır LGBTİ+ örgütleri bunun mücadelesini veriyor. Bu konularda adım atılması bir yana, toplum içinde sözüne önem verilen kişiler, kurumlar gün geçmiyor ki LGBTİ+ kişilere yönelik yargılayıcı, damgalayıcı, nefret suçunu teşvik edici açıklamalar yapsınlar. Buna son verilmesi gerekiyor. Bunların insan hakkı ihlallerine zemin hazırlayan, cesaretlendiren ve toplum sağlığını olumsuz etkileyen tutumlar olduğunu vurgulamak gerekir.
Bir yandan da, aileyi yüceltirken, aile kurumunun korunmasına vurgu yapılırken, bunun ailenin LGBTİ+ üyesini, çocuğu, ergeni gözden çıkartarak yapılabileceğini savunmak en büyük çelişki. Tüm LGBTİ+ların ve ailelerinin, özgürce kendilerini var etme mücadelelerinin görünür kılındığı onur haftasını kutlayarak bitireyim.
İki film önerisi Biri Fransa’dan ikincisi Türkiye’den filmi de bu haber vesilesi ile hatırlatıyoruz. *Fransız yönetmen Sébastien Lifshitz’in filmi “Little girl”, “Küçük Kız” isimli film, bu yıl İKSV film festivalinde online olarak izleyici ile buluştu. Festivalde filme dair şu bilgiler paylaşılıyor: Berlinale’den Teddy Ödülü kazanmış Sébastien Lifshitz, Bambi ve Wild Side gibi LGBTQ karakterleri odağına alan filmleriyle tanınan bir isim. Festival izleyicisinin dikkatini üç yıl önce, Fransız aktivist Thérèse Clerc’i anlattığı belgeseliyle dikkatini çeken Lifshitz, hayli zorlu ve güncel bir meseleye çeviriyor kamerasını. Küçük Kız, 7 yaşındaki Sasha ve ailesini bir yıl boyunca gözlemliyor. Kendini hep bir kız olarak gören ve hisseden Sasha okulda erkek kıyafetleri giymek zorunda bırakılsa da ailesi durumun ve Sasha’nın ciddiyetinin farkında. Berlin Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan Küçük Kız Sasha’nın dilediği gibi olma ve özgürce yaşama mücadelesini, toplumun tepkilerini ve ailesinin tüm fobik saldırılara karşı dirayetli duruşunu içe işleyen bir sinema diliyle anlatıyor. *Çocukları LGBTI+ olan Türkiye’li bir grup anne ve babanın hikayelerini seyirciye taşıyan “Benim Çocuğum”, Ocak 2013’te tamamlandı. Yönetmenliğini Can Candan’ın üstlendiği, 82 dakikalık uzun metraj belgeselde muhafazakar, homofobik, transfobik bir toplumda bir yandan aile, bir yandan da aktivist olmanın ne anlama geldiğini yeniden tanımlayan LİSTAG’lı yedi ebeveynin deneyimleri aktarılıyor. |
(EMK)