Ülkenin güneydoğusunda yaşanan yaşam hakkı ihlallerinden devletin ne kadar sorumluluğu varsa, patlatılan bombalar yüzünden hayatını yitirenlerin yaşam hakkından da sorumludur, bombaları patlatanların cezai sorumluluğu vardır ve yargılanmaları hukukun gereğidir.
AİHS’ne göre ilk temel insan hakkı olan yaşam hakkı savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka olağanüstü bir durumda dahi korunacaktır. Yaşamı korumak görevdir. Temel insan haklarından hiçbirisini ulusalüstü Sözleşmelerde yazılı ilkeler dışında herhangi bir nedenle “askıya” alınamaz. İnsan yaşamının korunması, öldürmeyi yasaklayan kanunlar üretmek bütün yönetimlerinin sorunudur.
Yeniden düşünülmesi gereken; “hukuk” ile “insan hakları” arasındaki ilişkidir.
Hukukun “insan haklarına” gereksinimi var. Hukuk bile insan hakkı talep ediyor.
Hukuka bile yararlı olabilmek, artık çok büyük bir soruna dönüştü. Oysa hukuku insanlar için işe yarar hale getirmek gerekli. Hukuku yararlı kılmak mı istiyoruz; o halde insan hakları mutlaka hesaba katılmalıdır. Anayasalar için insan haklarının hesaba katılma işi, acildir ve çok önemlidir.
Günümüzde yeni düzen kurarak temel hakları korumak yerine, düzeni yargılamak için insan hakları benimsenmelidir. Bu yüzden hukuka, insan hakları düşünmeliyiz.
Mültecilerle ilgili anlaşmalar imzalanıyor, pazarlıklar sonlanıyor. Ama hayatları bu anlaşmalara bağlanmış olan insanların dramları azalmıyor, artıyor. Ülkelerin sınır boylarında yaşam savaşı verenlerle, terör yüzünden yaşamlarını yitirenlerin kaderi ölüm değildir.
Türkiye ile AB arasındaki ilişkiler göç ve mülteciler sorununa kilitlenmiş durumda.
17-18 Mart 2016 AB Zirvesi sonunda açıklanan “Sonuç Bildirgesi” ne diyor?
“AB, demokrasi, hukuk devleti, ifade özgürlüğünün de dâhil olduğu temel haklara saygı söz konusu olduğunda Türkiye’nin en yüksek standartlara saygı duymasını beklediğini yineler”
Mülteci/göç sorununda aslında kendisini kurtarmak için çaba gösteren AB’ye günaydın demek gerekiyor. Sorunun yaratıcıları onlar ve kendi siyasal politikaları… Çünkü gözleri önündeki temel hak ve özgürlüklerin, insan haklarının ihlaline sessiz kalmak demek; insan haklarının korunmasından vazgeçmek demekti, vazgeçtiler.
Şimdi, insan haklarının korunmasında zorlanmamalı. Aynı yükümlülüklerle karşı karşıyayız. İnsan haklarında müşterek sorumluluklarımızı kabul etme zamanıdır. Mülteci/göç sorununu çözmek için insan haklarını para pazarlığına çevirmek insan haklarının korunması için verilmiş mücadelelerin tarihsel mirasına aykırıdır.
AB liderleri Türkiye'nin göçmen planı üzerinde anlaşamamıştı. Fakat 17-18 Mart'taki zirvede Türkiye ile 28 AB üyesi devletler arasında oybirliğiyle uzlaşmaya varıldı.
Türkiye 20 Mart öncesinde Yunan adalarına gitmiş olan göçmenleri almayacak. Anlaşmaya göre, 20 Mart 2016 Pazar gece yarısından sonra Yunanistan'a ulaşan mültecilerden sığınma başvuruları reddedilenler Türkiye'ye geri gönderilecek. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) verilerine göre, 2015'te Yunanistan'a deniz yoluyla ulaşan mültecilerin sayısı 856 bin, 2016'nın yalnızca ilk iki ayındaki sayı ise 132 bin olarak açıklanmıştı.
Buna karşılık AB ülkeleri, mültecileri Türkiye'den kendi ülkelerine alacaklar. Dolayısıyla Türkiye'de yaşayan 72 bin Suriyeli göçmen anlaşma kapsamına alınmış oldu. Öte yandan AB'nin mülteciler için daha önce vaat ettiği 3 milyar Euro fonun temin edilmesi süreci hızlandırılacak ve artırılacak. AB'yle tam üyelik müzakereleri hızlandırılacak. Uygulanabilir mi, şüpheli!
Tüm üye ülkeler tarafından Türk vatandaşlarına vize zorunluluklarının kaldırılması ve vize serbestîsinin sağlanması için hedef Haziran 2016'nın sonu olarak belirlenmiş. 2016 yılı Haziran ayı sonunda “vize muafiyeti” mi istiyorsunuz, o halde 72 kriteri yerine getirmek zorundayız. AB Komisyonu 35 kriterin Türkiye tarafından karşılandığını açıkladı.
İçinde bulunduğumuz durumun daha iyi anlaşılabilmesi için sadece 72 numaralı “kritere” bakalım. Türkiye olarak 72. nolu kritere göre şöyle bir yükümlülüğümüz var:
“Organize suç ve terörizme ilişkin yasal çerçevenin; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi,
AİHM içtihatları, AB müktesebatı ve AB üyesi Devletlerdeki uygulamalarla uyumlu olacak şekilde gözden geçirilip düzenlenmesi ve mahkeme, kolluk kuvvetleri ve güvenlik güçlerinin uygulamalarının kişi güvenliği ve özgürlüğü, adil yargılanma hakkı; ifade, toplanma ve dernek kurma özgürlüğü ile uyumunun sağlanması”.
Onun içindir ki; “hukuk” ile “insan hakları” arasındakiilişki yeniden düşünülmelidir.
Organize suç ve terörizme ilişkin kanunlar… Yeniden mi yazmak istiyorsunuz?
Önce siyasal ve kanuni çerçevede anlaşmak gerekiyor. Kanunların insan hakkına ihtiyacı var.
Mahkeme, kolluk kuvvetleri ve güvenlik güçlerinin uygulamalarının kişi güvenliği ve özgürlüğünü koruması esastır. Bunu kabul etmek hukukun ve demokrasinin emredici kuralıdır, hukuk devleti olmanın esasıdır. İnsanlara adil yargılanma hakkı; ifade, toplanma ve dernek kurma özgürlüğünü uygulamada mutlaka tanımalıyız ve sağlamalıyız.
Mültecilerle insan hakları arasında nasıl koparılmaz bir bağ varsa; insan haklarını sağlamak için temel hak ve özgürlükleri koruma anlayışı arasında da aynı bağlar vardır.
İnsan haklarının korunmasında devletin esas görevi, insan onuruna öncelikle kendisinin dokunmamasıdır.
21 Mart Dünya Şiir Günü’nün bütün ülkelerde “Mülteciler İçin Bir Şiir” ana başlığı ile mülteci sorununa adanmasına karar verilmiş… Etkinlikler için kullanılacak afişlerde “Dünya Hepimizin” yazacak… Mülteciler için bir şiir Kemal Özer’den:
“Zorlanan insanlar. Bir sabah
kimlikleri zorla değiştirilen,
bir sabah zorla sınır dışına yollanan insanlar. Yanlarına
alabildikleri ne varsa onunla-
adları, dilleri, türküleri,
anıları ve birkaç parça eşya.
Ya alamadıkları?” (Fİ/HK)
* Fotoğraf: Başer Asemi - Yunanistan/AA