Yoksulluk yalnızca bir gelir eksikliği değil, maalesef aynı zamanda toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir sonucu.
Peki bu ne demek?
Kadınlar, örneğin, depremler ve doğal afetler gibi krizlerde, ekonomik sistemin en kırılgan kesimini oluşturuyor.
Savaş ve çatışma zamanlarında da en çok etkilenen ilk kesimleri yine kadınlar ve çocuklar oluşturuyor. Elbette bu tesadüf değil.
Tıpkı, bir fabrikanın küçülme bahanesiyle işçi çıkarması gerektiğinde ilk gözden çıkarılanların kadınlar olmasının tesadüf olmadığı gibi.
Ayrıca, ataerkil toplum yapısı, kadının istihdam piyasasındaki yerini sürekli olarak sorgularken, evdeki görünmeyen emeği de adeta bir zorunluluk olarak kabul ettiriyor.
Geçen aylarda, Kadın İşçi haber sitesinin hazırladığı “Depremde etkilenen kentlerde kadınların ücretli ücretsiz emeği” raporu, bu durumu net bir şekilde ortaya koydu.
İstanbul Beyoğlu’ndaki Aynalı Geçit'te yapılan basın toplantısında konuşan araştırmacılardan Özgür Genç, Hatay, Maraş ve Malatya’daki kadınların yaşadığı zorlukları detaylı bir şekilde anlattı.
Kadınlar, bu illerde tarımda ya da fabrikalarda sigortasız, düşük ücretlerle çalışırken, bir yandan da deprem sonrası ev içi emeğin yükü altında eziliyor.
Çoğu zaman bu emek görünmez kılınıyor, ama kadınlar ev içi sorumluluklarını yerine getirmedikleri anda bu işin ne kadar önemli olduğu hemen fark ediliyor.
Tam olarak anlatmaya çalıştığım durum da bu. İşte, toplumun kadınlara biçtiği roller bu eşitsizliğin temelini güçlendiriyor.
Hali ile kendilerine biçilen “karakterle” “sabırlı, uysal, itaatkâr” olarak tanımlanan kadınlar, kamusal alanda düşük ücretli, yoğun emek gerektiren daha ağır fakat "önemsiz" işlere mahkûm ediliyor.
Bakım, temizlik gibi işler kadınlara "uygun" görülürken, yüksek ücretli, prestijli işler erkeklerin tekeline bırakılıyor.
Kadının emeği de görünmez kılınıyor
Depremler, kadınların çalışma hayatını daha da kırılgan hale getirirken, ev içi şiddetin artması da sıklıkla ifade edilen bir diğer problem. Kadınların hem evde hem iş hayatında maruz kaldıkları baskılar, onları daha da görünmez kılıyor.
Az önce sözünü ettiğim rapora göre, fabrikalarda sigortasız çalıştırılmak bir norm haline gelirken, tarım sektöründe “kadın yevmiyesi” adı altında erkeklerle aynı işi yapmalarına rağmen daha düşük ücret almaları elbette kabul edilemez büyük bir adaletsizlik.
Eşitsizliğin kaynağı ataerkil yapı
Kadınlar, başta erkek şiddeti olmak üzere her türlü şiddet biçimi ile mücadele ederken, ekonomik alandaki şiddet kuşkusuz en acımasızı.
Türkiye’de kadın iş gücüne katılım oranının yalnızca %26 olduğunu düşünürsek, bu toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ne kadar derin ve yaygın olduğunu görebiliriz.
Ataerkil yapı, kadını yalnızca ev içi emekle sınırlarken, onun dış dünyada bir gelir elde etmesini adeta bir yenilgi olarak görüyor demek abartı mı olur?
Bu nedenle kadınlar iş gücüne katıldıklarında bile gelirlerinin “ek gelir” olarak görülmesi, kadının iş hayatındaki değerini daha en baştan küçültüyor. Ne kadar kalifiye ve yetkin olsalar da erkeklere oranla daha düşük gelir ve konumla iş hayatında yer alabiliyorlar.
Özellikle pandemi döneminde kadınların üzerindeki bakım yükünün artması, birçok kadının iş gücünden tamamen çekilmesine neden oldu.
Sağlık, çocuk bakımı, yaşlı bakımı gibi alanlardaki sorumluluklar, kadınların görünmez emeğini daha da ağırlaştırırken, bu süreçlerde kadınlara yönelik politikaların ne kadar yetersiz kaldığını bir kez daha gördük.
Peki 50 yaşın üstündeki kadınlar?
Yine Kadın İşçi için Akademisyen Helin Metin’in hazırladığı “50 Yaş Üstü Kadınların Ücretli Emek Alanında Karşılaştıkları Cinsiyet Temelli Ayrımcılıklar ve Çözüm Önerileri” rapor, özellikle 50 yaş üstü kadınların yaşadığı ekonomik ve sosyal sorunları gözler önüne seriyor.
Araştırmaya göre, 50 yaş üstü kadınlar hem yaşları hem de cinsiyetleri nedeniyle iş gücü piyasasında ayrımcılıkla mücadele etmek zorunda kalıyor.
Maalesef kadınlar, genç işçilere göre daha az tercih ediliyor ve aynı pozisyonda çalışan erkeklere kıyasla daha düşük ücretlerle çalışmak zorunda kalıyorlar.
Yaş alan kadınlar, güvencesiz çalışma koşullarına ve düşük maaşlara razı gelmek zorunda bırakılıyor.
Sonuç olarak, kadın yoksulluğu, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir sonucu ve eşitsizlik devam ettikçe yeniden üretiliyor.
Kötü haber cinsiyet eşitsizliğinin kapatılması meselesi de öyle bir günde olacak bir şey değil. Dünya Ekonomik Forumu'nun 2023’te hazırladığı rapora göre, dünyada cinsiyet eşitsizliğini gidermek için sağlanan ilerlemenin hızı yaşanan çeşitli krizler nedeniyle büyük ölçüde yavaşladı.
Anadolu Ajansı’na da yansıyan habere göre, Dünya Ekonomik Forumu'nun 203 raporunda, cinsiyet eşitsizliğinin ancak 2154’te kapanabileceği tespit edildi. Aynı raporda, cinsiyet eşitsizliği, geçen yıla göre sadece yüzde 0,3 kapandı.
Başka bir deyişle, Dünyada cinsiyet eşitsizliğinin giderilmesine yönelik ilerlemenin mevcut hızda devam etmesi durumunda bu farkın ancak 2154'te, yani 131 yıl içinde kapanabileceği tespitine yer verildi.
Bu süre, ekonomik eşitsizliği kapatmak için 169 yıl, siyasi yetkilendirme alanındaki eşitsizliği kapatmak için ise 162 yıl alabilir.
Cinsiyet eşitliğinde en yüksek oran İzlanda'da, en düşük oran ise Afganistan’da. Türkiye ise 146 ülke arasında, 129’uncu sırada yer alıyor.
Kadınların iş gücüne eşit şekilde katılabilmesi, sigortasız ve güvencesiz çalışmaya mahkûm edilmemesi için acilen politikalar geliştirilmesi gerekiyor.
Maalesef ve çok açık ki sermayenin, ucuz ve esnek kadın emeğine duyduğu ihtiyaç, kadınları daha da sömürülebilir hale getiriyor.
Bu döngüyü kırmanın yolu, sosyal politikaların toplumsal cinsiyet eşitliği gözetilerek yeniden düzenlenmesinden geçiyor. Kadınlar, yalnızca evin içinde değil, kamusal alanda da hak ettikleri yeri almalı.
Çünkü yoksulluk, tıpkı şiddet gibi, cinsiyetlendirilen bir durumdur ve biz kadınlar bu yükü taşımak zorunda değiliz.
YOKSULLUĞUN KADINLAŞMASI-1
“Elde yok avuçta yok, 4 çocuk var”
(EMK/AS)