Toplumda sık görülen hastalıkların en önde gelen nedenlerinden biri yoksulluktur. Yoksulluk ile sağlık sorunları ve daha kısa yaşam beklentisi arasındaki bağ bilinmektedir. Kişinin gelir durumu sağlığını, başta yaşam biçimi olmak üzere (Kötü beslenme, tütün/alkol kullanımı, aşırı kiloluluk, madde bağımlılığı, fiziksel inaktivite vb.) yaşadığı çevre (Uygun olmayan barınma koşulları, kirli hava, yetersiz su, ulaşım sorunları vb.) ve sağlık hizmetlerine erişim açısından etkilemektedir. Yaşanılan çevre ve yaşam biçimi genel olarak iç içedir.
Yoksulluğun birçok tanımı ve değerlendirme ölçütü olmakla birlikte, özellikle sağlık etkisi açısından ele alındığında tek başına “yoksulluk” yerine, “yoksulluk veya sosyal dışlanma riski taşıyan insanlar” kavramı kullanılmalıdır. Bu kavram sosyal transferlerden sonra;
- yoksulluk riski altında bulunan,
- ciddi derecede mahrum bırakılmış veya
- çok düşük iş yoğunluğu olan hanelerde yaşayan insanların
tümünü kapsamaktadır (1). Kişiler, bu özelliklerden birden fazlasına sahip olsalar bile, yalnızca bir kez kapsam içerisine alınırlar.
Yoksulluk riski altında bulunan kişileri belirlemek için “Yoksulluk riski eşiği” kullanılmaktadır. Yoksulluk riski eşiği ise “ulusal ortanca eşdeğer harcanabilir gelirin yüzde 60'ı” olarak kabul edilmektedir.
Maddi açıdan yoksun olan kişiler, kaynak yetersizliği nedeniyle ciddi şekilde kısıtlanan yaşam koşullarına sahiptir ve aşağıdaki 9 yoksunluk bulgusundan en azından 4'üne güçleri yetmez:
- kira veya faturaları ödemek,
- evi yeterince sıcak tutmak,
- beklenmeyen durumlarda karşılanamayan harcamalar,
- her ikinci günde bir et, balık veya bir protein eşdeğeri yemek,
- bir haftalık evden uzakta tatil,
- bir araba,
- bir çamaşır makinesi,
- renkli bir TV veya
- bir telefon.
İş yoğunluğu çok düşük olan hanelerde yaşayan insanlar, hanedeki yetişkinlerin (18-59 yaş arası) geçen bir yıl boyunca toplam iş potansiyellerinin yüzde 20’si ya da daha az oranında çalışabildiği evlerde yaşayan (0-59) yaş arasındaki kişilerdir.
Ülkemizde sosyal koruma harcamaları düşüktür. GSYİH’dan kamu tarafından yapılan sosyal harcamaların oranı 2017 yılında yalnızca yüzde 12,3’tür (2). Aynı oran 2018 yılında OECD ülkelerinde ortalama olarak yüzde 20,1 iken; Almanya, İsveç, Avusturya, İtalya, Danimarka, Finlandiya ve Belçika’da yüzde 25’in Fransa’da ise yüzde 30’un üzerindedir (3). Kamu sosyal harcamasının görece olarak daha yüksek yapıldığı ülkelerde, çocuk yoksulluğu oranının düşük olduğu bilinmektedir.
Gelir ve yaşam koşulları araştırması sonuçlarına göre, ülkemizde 2016 yılında yoksulluk riski eşiğinin altında yaşayan bireylerin oranı yüzde 21,2 olarak bulunmuştur (4). Ancak “Yoksulluk veya sosyal dışlanma riski taşıyan insanlar” söz konusu olduğunda, Türkiye yüzde 45,1 ile tüm Avrupa Birliği üyeleri ve aday ülkeler içerisinde en yüksek orana sahiptir (5). Çocuklarda bu oran yüzde 51,9’dur.
Yoksulluk, sağlık tanımı içerisinde yer alan tüm bileşenler (Fiziksel, ruhsal ve sosyal açıdan tam bir iyilik hali, hastalanma, sakatlanma ve erken ölüm) açısından risk etmenidir. Araştırmaların sonuçlarına göre yoksullar kronik hastalıklara erken yakalanır, erken ölür ve kısa ömürlerinde sağlıksız geçen süre uzundur.
Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması bulgularına göre, ülkemizde hane halkı refah düzeyi en yüksek ailelerde doğan her bin bebekten 8’i bir yaşını göremeden yaşamını yitirirken; hane halkı refah düzeyi en düşük ailelerde 23 bebek yaşamını yitirmektedir (6).
Türkiye’de erken ölümlerle ilgili araştırmalar sınırlıdır. Tüm ölümler içerisinde 65 yaşın altında ölenlerin oranlarına bakıldığında, bu oranlar ile sosyal güvenlik kapsamı altında aktif çalışan toplam kişi sayısının il nüfusuna oranı arasında, özellikle erken ölümlerin çok yüksek olduğu illerde negatif bir ilişki olduğu gözlenmektedir. Erken ölümler istihdamla ilişkilidir.
Erken ölümlerin (65 yaşını göremeden yaşamını yitirenler) oranının çok yüksek olduğu Hakkari (yüzde 54,6), Şırnak (yüzde 51.1), Şanlıurfa (yüzde 49,2), Muş (yüzde 46,1) ve Van (45.0) gibi illerde sosyal güvenlik kapsamı altında aktif çalışan toplam kişi sayısının il nüfusuna oranının çok düşük olması şaşırtıcı değildir.
Sınıflar arasında görülen haksız ve kaçınılabilir sağlık düzeyi farklılıklarından -Sağlık eşitsizlikleri- çoğunlukla sağlığın sosyal belirleyicileri sorumludur. Sağlığın sosyal belirleyicileri sağlık sistemi de içinde olmak üzere; insanların doğduğu, yetiştiği, yaşadığı, çalıştığı koşullar ve yaşıdır. Yaş dışındaki diğer koşullar küresel, ulusal ve yerel düzeyde politika tercihleri ile etkilenen; paranın, iktidarın ve kaynakların dağıtımı ile biçimlenir.
Eşitsizliklerin önemi, insanı yoksulluk/yoksunluk gibi doğal olmayan farklılıklar nedeniyle etkilemesinden kaynaklanmaktadır. Kapitalist üretim ilişkileri içinde eşitsizlik sınıfsal bir sorundur; sınıflar ortadan kaldırılmadıkça, şiddeti azaltılabilse de, eşitsizlik yok edilemez. Eşitsizlikle savaşım konusunda sınıfsız/sömürüsüz bir toplum arayışının ele alınması ve tartışılması gerekir. Toplumsal sınıflar var oldukça eşitsizliklerin kökünün kazınması olanaklı görünmemektedir. (KP/HK)
Kaynaklar
- Eurostat (2019). People at risk of poverty or social exclusion,
- TÜİK (2018).Sosyal Koruma İstatistikleri, 2017,
- OECD (2019). OECD Social Expenditure Database,
- TÜİK (2018). İstatistiklerle Aile, 2017, http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=27597
- Eurostat (2019). At risk of poverty or social exclusion rate 2017,
- Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü (2014). “2013 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması”. Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, T.C. Kalkınma Bakanlığı ve TÜBİTAK, Ankara, Türkiye.