Fotoğraf: Pixabay
İklim krizi, küresel ısınma ile birlikte uzun dönemde gözlenen yağış ve rüzgar değişimlerini de içeren geniş kapsamlı bir kavramdır. Hem gündelik yaşamda hem de bilimsel söylemde iklim krizi sık olarak, yıkıcı ve yaşam tarzımızı baltalama potansiyeline sahip, sera gazlarının yol açtığı büyük bir tehlike olarak görülmektedir. Bilim insanları ivedi olarak harekete geçilmemesi halinde iklim krizini gelecek kuşakları olumsuz etkileyecek önemli bir halk sağlığı sorunu olarak tanımlamaktadır.
İklim değişikliği tartışmaları son yıllarda ana akım medyada bile gündeme damgasını vurmakla birlikte, bu değişime yol açan kök nedenler özellikle görmezden gelinmeye çalışılmaktadır. İklim krizine küresel kapitalizmin yol açtığının anlaşılması çok önemlidir. İklim krizi, tek başına bir çevre sorunu olarak anlaşılmamalıdır.
“İklim değil sistem değişmeli”
Küresel kapitalizme karşı, küreselleşme karşıtı çevre, iklim, emek, kadın ve yerli halk hareketleri gibi pek çok örgütlenmelerden sesler gelmektedir. Son on yıl içinde bir iklim adaleti hareketi oluşmuş ve son 20-25 yıl boyunca iklim bilimcilerinden, çevre gruplarından ve yerli gruplardan, özellikle de kuzey kutbu ülkelerinden kaynaklanan uyarılar üzerine iklim değişikliğinin tehlikeleri gündeme getirilmiştir. İklim adaleti eylemcileri küresel kapitalizmin iklim değişikliği üzerindeki etkisini vurgulamak üzere "İklim değil sistem değişmeli” söylemini yaygınlaştırmaktadır.
Bu bağlamda, insan eliyle yaşanan iklim değişikliğine yol açan temel etmenin kapitalist üretim ilişkileri olduğu gerçeği göz ardı edilmeden, iklim krizi tartışmalarını sistem değişikliği üzerinden yürütmek bir zorunluluk olarak karşımızda durmaktadır. Aksi halde, sistem içerisinde ve “kalkınma” modelleri yaklaşımlarıyla yürütülen iklim değişikliği tartışmaları, karbon piyasası vb. araçlarla küresel kapitalizmin sermaye birikimi süreçlerine katkıdan öteye gidememe potansiyeli taşımaktadır.
İklim krizinin sağlık etkileri
İklim krizi insanların temiz hava, temiz ve yeterli su, yeterli/dengeli beslenme ve barınma başta olmak üzere birçok gereksinimlerinin karşılanmasını olumsuz etkileyebilmektedir. Olası sağlık etkileri nedeniyle iklim değişikliği, 21.yüzyılın en önemli halk sağlığı sorunlarından biri olarak kabul edilmektedir.
İklim değişikliği aşırı sıcaklık, hava kirliliği ve aşırı hava olaylarıyla sağlığı doğrudan; böcek, kene, kemirgenler ile suların ve yiyeceklerin kirlenmesi nedeniyle hastalıkların yayılması yoluyla ise dolaylı olarak etkileyebileceği gibi, açlık ve beslenme sorunlarına yol açarak ve ruh sağlığı sorunlarını artırarak da insanların iyi olma halini olumsuz etkileyebilir. Dolayısıyla sağlığın sosyal belirleyicilerine etki edebilen bir sorun olarak ele alınması, bu nedenle de sağlıkta eşitsizlikleri artırabilme potansiyelinin kapsamlı olarak değerlendirilmesi gerekir.
Yeryüzünün ısınma eğilimi dünya çapında devam etmektedir. Bütün dünyada 2000 ve 2013 yılları arasında aşırı hava olaylarının sayısı yüzde 46 oranında artış göstermiştir. Değişen, daha değişken bir iklim, toplum için bir bütün olarak sağlık güvenliğine yönelik açık ve mevcut bir tehlike ve en etkili küresel risk olarak kabul edilmektedir. Sadece 2017 ve 2018’de, dünya çapında ısı dalgalarına (örneğin Japonya ve Birleşik Krallık), şiddetli taşkınlara (örneğin Çin, Fransa ve Hindistan), orman yangınlarına (örneğin Yunanistan, İsveç ve ABD) ve tropik fırtınalara (örneğin Japonya, Filipinler ve ABD) maruz kalınmıştır (1).
İklim krizi insanların sağlığını hem doğrudan hem de dolaylı olarak etkileyebilir. İklim krizinin doğrudan sağlık etkileri, yüksek sıcaklıklara maruz kalmanın fizyolojik etkilerini, solunum ve kalp/damar hastalıkları gibi bulaşıcı olmayan hastalıkların artan olgu sayılarını ve kuraklık, sel, sıcak hava dalgası, fırtına ve orman yangınları gibi aşırı hava olaylarından kaynaklanan yaralanma ve ölümleri içerir.
İklim değişikliğinin gıda ve su güvensizliği ve iklime duyarlı bulaşıcı hastalıkların yayılması gibi ekolojik değişiklikler ve ayrıca nüfusun yerinden edilmesi ve sağlık hizmetlerine erişimin azalması gibi iklim değişikliğine karşı toplumların verdiği tepkiler nedeniyle sağlık üzerinde dolaylı etkileri de vardır.
İklim krizi ve iklim değişikliğinin yol açabileceği sağlık sorunlarıyla ilgili kanıtlar ve bilgiler giderek artmakta ve bilim insanları ile ilgili kurum/kuruluşlar tarafından bu kanıt/bilgiler hem hükümetlere hem de topluma duyurulmaktadır. Ancak ülkemiz için özellikle belirtmekte yarar vardır; iklim krizi ve sağlık etkileri konusundaki mevcut kanıtlar bu konuda çalışan bilim insanlarının sayıca azlığı, medyanın ilgisizliği ve belki de en önemli neden olarak Türkiye’de olağandışı olay/olguların sürekli olarak gündemi işgal etmesinin neredeyse olağanlaşması nedeniyle, toplumla yeterli düzeyde paylaşılamamaktadır.
Türkiye’de iklim krizinin sağlık etkileri
İklim krizinin sağlık etkileri 2000’li yılların başlarına kadar ülkemizin sağlık gündeminde kendine yer bulamamıştır. Türkiye’de iklim değişikliği konusundaki ilk resmi çalışmalar 2004 yılında İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin imzalanması ile başlamış, 2009 yılında Kyoto Protokolü’nün imzalanması ile sürdürülmüştür. Ülkemizde 2010 yılında yayımlanan “İklim Değişikliği 2010-2020 Ulusal Strateji Belgesi” iklim değişikliğinin etkilerini sektörel bazda incelemesine karşın, ne yazık ki sağlık bir sektör olarak ele alınmamıştır.
Sağlık Bakanlığı 2015’te yayınladığı “İklim Değişikliğinin Sağlık Üzerine Olumsuz Etkilerinin Azaltılması Ulusal Programı ve Eylem Planı” raporunda, ülkemizdeki bütün sağlık kuruluşlarını kapsayan kısa, orta ve uzun erimli hedeflerini ortaya koyan bir yol haritası belirlemiş olmakla birlikte, hedeflere ulaşmak için başarılı bir uygulama yürütülemediği bilinmektedir. Örneğin, “Su ve gıda güvenliğinin sağlanması, su ve gıda kaynaklı hastalıklarla mücadele” temel hedefler içerisinde yer almasına karşın, ülke çapında tespit edilen akut barsak enfeksiyonu sayıları 2016 yılında önceki yıllara göre artış göstermiştir. 2016’da 2015 yılına göre enfeksiyöz kaynaklı olduğu tahmin edilen diyare ve gastro enteritler (A09) %10.2, enfektif olmayan diğer gastro enterit ve kolitler (K52) yüzde 19.3 ve bulantı ve kusma (R11) olguları yüzde 11.4 artış göstermiştir (2).
İklimin değişmesinin vektör kaynaklı hastalıklar başta olmak üzere, Hantavirüs enfeksiyonları, Leişmaniasis, Lyme Hastalığı, Tularemi, Deng, Sıtma, Kırım Kongo Kanamalı Ateşi ve Batı Nil Virüsü gibi hastalıkların görülme sıklığında artışa yol açtığı bilinmektedir. “İklim değişikliği sonucu ülkemizde görülen ve/veya artan hastalıkların takibi için kurumsal alt yapının güçlendirilmesi, kurum içi ve kurumlar arası iş birliğinin artırılması” da Sağlık Bakanlığı’nın “İklim Değişikliğinin Sağlık Üzerine Olumsuz Etkilerinin Azaltılması Ulusal Programı ve Eylem Planı” raporunda yer almaktadır. Ancak bu hastalıkların iklim krizi ile ilgili olarak izlenmesine ilişkin herhangi bir rapor ve değerlendirme Sağlık Bakanlığı tarafından henüz kamuoyuna sunulmuş değildir.
İklim değişikliğine karşı mücadele
Bir yandan nüfusumuzun yaklaşık yarısı (yüzde 45.1) “Yoksulluk veya sosyal dışlanma riski taşıyan insanlar” olarak (3) yaşamlarını sürdürmekte zaten zorlanırken, giderek daha fazla etkisi hissedilen ekonomik kriz bu zorluğu artırırken, bir de iklim krizinin yol açtığı sağlık ve sosyal etkiler ile mücadele etmek zorunda kalmak; ülkemizde yaşanan sağlıkta eşitsizlikleri daha da derinleştirme potansiyeline sahiptir.
Bu nedenle “İklimi değil, sistemi değiştir” çağrısına kulak vermek ve çok geç olmadan, dünyayı gelecek kuşaklara yaşanabilir bir yer olarak bırakabilmek için eyleme geçmek gerekmektedir. (KP/TP)
Kaynaklar
- WHO (2018) COP24 Special Report Health And Climate Change, Erişim tarihi: 15.05.2019, https://apps.who.int/iris/bitstream/handle/10665/276405/9789241514972-eng.pdf?ua=1 .
- THSK (2017) Türkiye Halk Sağlığı Kurumu 2016 Faaliyet Raporu, Ankara.
- Eurostat (2019) At risk of poverty or social exclusion rate 2017, erişim tarihi: 17.04.2019, https://ec.europa.eu/eurostat/statistics-explained/index.php?title=File:People_AROPE_2019_4.1.png
------------------------------------------------------------
* Bu yazı, önümüzdeki aylarda Toplum ve Hekim’de aynı adla yayınlanacak olan bir makaleden yazar tarafından kısaltılarak hazırlanmıştır.
* Kayıhan Pala: Prof.Dr., Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.